6.6.08

BAŞÖRTÜSÜ KARARINA YAZARLAR NE DEDİ

Söz bitti, sözleşme bozuldu


5 Haziran 2008 Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli günlerinden birisidir. Çünkü bir kırılma noktasıdır. Kırılan toplumla devlet arasındaki, toplumla hukuk arasındaki, hukukla sistem arasındaki ve nihayet hukukla demokrasi arasındaki bağlantıdır. Anayasa Mahkemesi dün kendi kendine bütün erkler üzerinde bir erk olma yetkisi verdi. Serbest seçimin, Meclis’in yetkisi ni aldı, demokrasi olmanın sağladığı hukuk düzenini yerle bir etti. Bu öylesine dramatik ve kıyıcı bir karardır ki ‘telafi edilemez’... Türkiye’nin en büyük katılımlı seçimiyle oluşan Meclis’in 411 oyla aldığı, toplumun yüzde 80’inin desteklediği, normalden daha normal bir karar iptal edilmiştir. Aslında demokrasi ve hukuk iptal edilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesi, ‘Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler...’ diyor. Mahkeme, anayasa değişikliklerini bırakın reddetmeyi, görüşemez bile... Çünkü, Anayasa Mahkemesi anayasa değişiklerini görüşürse, reddeder veya onaylarsa bunun adı demokrasi olmaz. Böyle rejimlere otokrasi denir, diktatörlük denir ama asla demokrasi denemez. Bugün geldiğimiz nokta işte budur. Anayasa Mahkemesi, genç kızlar üniversite eğitimi alabilsin, bir ayıp ortadan kalksın, bir hak ihlaline son verilsin diye yapılan düzenlemeyi iptal ederek yetkisini aştı, kendisini var eden hukuku çiğnedi. Sadece hukuku değil, toplumun dindarlığını, başörtüsü gibi yüzyılların ve inancın mirası bir değeri de ayaklar altına altı. Devleti ve rejimi temsil eden irade, kendi gizli kitabından ürettiği fetvayla millete yasak koydu. Bunu da en gözü kara, en cüretkar bir yolla; hukuku öfkesine ve düşmanlığına barut yaparak gerçekleştirdi. Bizim rejim sözleşmemizde böyle bir yetki gaspı, böyle bir ihlal serbestliği, anayasanın mahkeme tarafından çiğnenebileceği garantisi yoktu. Dolayısıyla, anayasa ile mücessem hale gelen temel sözleşme artık bozulmuştur. Konu başörtüsünü aşmıştır, parti kapatma davasının nasıl sonuçlanacağı sorusunu sollamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı çiğnediği bir ülkede artık kimsenin hukuka riayet etmesini bekleyemezsiniz. Hukukçular bunu yapabildiğine göre, sıradan insanlar da hukuk tanımayabilir; kim ne diyebilir ki! Kimse şaşkınlığını bilgisizliğine yormasın. Bu ülkede bir oyun oynanmıyor; aksine her şey çok açıktır. Açık olan bir savaşın başladığıdır. Anayasal sistem artık ortak bir yükümlülüğün ve düzenlemenin adı değildir. Hukuk, AK Parti’ye karşı siyaset savaşının, topluma karşı düşmanlık ve kinin koçbaşıdır. Bu savaşı kutsallaştıranlar için hukuk bir araçtır; savaşı kazanmak için bazen koltuk değneği bazen tank mermisidir. Mustafa KARAALİOĞLU star

***

Türban günü

Aslında...Anayasa Mahkemesi’nin türban konusunu 5 Haziran günü görüşeceğini açıklamasından beri ilgili çevreler gün sayıyordu... Ve zaman hükmünü icra etti, 5 Haziran geldi. Sabahtan itibaren siyaset ve medya gözünü Ankara’ya dikti. Anayasa Mahkemesi sabahki toplantısında konuyu öğleden sonraya bıraktı. Türbanın görüşme saati olarak 14:00 belirlendi. Acaba sonuç ne zaman kesinleşirdi? Yazı saatinden önce mi, yazı saatinden sonra mı? Yazı saatinin limitlerini en uç noktalarına kadar beklemeli miydik, yoksa temkinli davranarak önceden bir yazı kaleme almalı mıydık? *** Ben yazının başına oturduğumda... Ankara’dan gelen haberler mahkemenin alacağı muhtemel karar alternatifleri gibi toplantı içinde seçenekler bulunduğunu söylemekteydi. Yani... Mahkeme eğer konuyu içerik itibariyle de ele alacaksa geceden önce sonuç beklemek anlamsızdı... Çünkü bu takdirde görüşme uzayacak sonuç belki de yarına sarkacaktı. Türkiye’nin belirsizliği gibi mahkemenin ne karar alacağı da ne zaman biteceği de belirsizdi... Kendim de belirsizlik içinde kaybolmamak için yazıyı yavaş yavaş yazmaya koyuldum... Mahkeme acaba ne karar verecekti? Çünkü dört farklı karar verme ihtimalinin bulunduğunu biliyorduk... Bunlardan biri şekil yönünden red olabilirdi... Hatırlanacağı üzere, mahkeme raportörü davaya ilişkin raporunda ‘Yüksek mahkemenin anayasa değişikliklerini ancak şekil yönünden inceleyebileceğini’... ‘Mahkemenin esasa giremeyeceğini’ belirterek davanın reddedilmesi yönünde görüş bildirdi. Ama raporun üyeler için bağlayıcılığı yok. Eğer rapordaki görüşler doğrultusunda karar verilirse dava şekil yönünden reddedilecek... Mahkeme ‘yetkimiz yok’ diyecek Böyle bir sonuç sadece türban düzenlemesinin yürürlükte kalmasını olanaklı kılmayacak, Türkiye’yi de rahatlatacak. *** Tabii... Yüksek mahkeme, raportörün görüşünün aksine davanın ‘esasına’ da girebilir. Zaten Başkanvekili Osman Paksüt de şekil denetiminin sadece aritmetik bir işlemden ibaret olmadığını söylemiş, aralarında laikliğin de bulunduğu değiştirilemez ilkelere uygunluğun de göz önünde bulundurulacağını belirtmişti. Eğer esasa girilirse türban düzenlemesinin iptali gündeme gelebilir. *** Bir başka ihtimal de mahkemenin meclisin yaptığı Anayasa değişikliğini ‘yok hükmünde’ sayması... Bu nasıl olacak? Yüksek Mahkeme’nin düzenlemeyi yok hükmünde sayması için... TBMM’nin yetkisini aşarak anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ‘laiklik’ ilkesini değiştirmeye yönelik bir işlem yaptığına hükmetmesi gerekmekte... Böyle bir karar AK Parti hakkında açılan kapatma davasını da tartışmasız büyük ölçüde etkileyecek... *** Bir sonuncu ihtimal daha var... O da ‘yorumlu red.’ Bu takdirde Mahkeme, türban yasağına dayanak teşkil eden 1991 tarihli içtihadı emsal gösterebilir... ‘Yürürlükte olan türban düzenlemesi mevcut durumu değiştirmemiş, türban yasağını kaldırmamıştır’ diyerek iptal istemini reddedebilir. Bu durumda anayasa değişikliği yürürlükte kalır ancak üniversitelerde türban yasağı devam eder. *** Aslında papatya falı gibi bunları gün içinde tartışıp durduk... Gerçekten gün tam bir ‘türban günü’ oldu... Ancak karar kesinleşmeden yazmak mecburiyetinde olduğumuz için siz bu yazıyı okurken mahkemenin ne karar verdiğini belki de öğrenmiş olacaksınız. Ya da... Hala karar çıkmamışsa, Yazıyı okurken de hep beraber hala sonucun peşinde koşturuyor olacağız. *** Türban geçtiğimiz son on yılın meselesi... 28 Şubat Post-Modern darbesinin Türkiye’ye kara bir armağanı... 28 Şubat mantığına göre... Türbanlı kızlar üniversiteye girerse laiklik elden gidecek... Tersi olursa laiklik hayatta kalacak. 2008 yılının ortalarında uğraştığımız en temel sorun bu. *** Bir ülke evrensel hukuku dışlar... Temel hak ve özgürlükleri de yok sayarsa... İster istemez simgeler üzerinden kavgaya tutuşur. Türban olsun mu, olmasın mı? Hukuk olsun, temel hak ve özgürlükler olsun, demokrasi olsun... Hiç kuşkunuz olmasın, siyasal İslam’ın da panzehiri bu kavramların hayata ilkesel bir biçimde geçirilmesine bağlı. Ama ürkütücü olan şu anda bunu gerçekleştirecek bir talibin ortalıkta pek de bulunmaması. *** Yazının sonunu bağladık ki Beklenen haber, beklenmeyen bir şekilde geldi ve anayasa mahkemesi başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğini iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu... Olan bir yetki darbesiydi... 06.06.2008 Mehmet ALTAN star




Bu karar hukuka aykırı

Anayasa Mahkemesi’nin, üniversitelerde türbanlı öğrencilerin de modern bilimleri öğrenmesine imkân verecek anayasa değişikliğini iptal etmesi herkesi bağlar ama hukuka aykırı bir karardır. Çünkü:- Anayasa’nın 148. maddesi, anayasa değişikliklerini Yüksek Mahkeme’nin sadece şekil açısından inceleyebileceğini emretmiştir. Mahkeme ise, kendisini Anayasa’nın da üstüne çıkararak, “esastan” inceleme yapma yetkisini kendisine tanımış, Anayasa’nın vermediği bir yetkiyi kullanarak iptal kararı vermiştir.- Anayasa Mahkemesi, “değiştirilemez maddeler“ hükmünü aşırı yorumla “genel hüküm” gibi yorumlamış, böylece bütün anayasa konularında yapılacak anayasa düzenlemelerini vesayeti altına almıştır! Halbuki, anayasa hukukunun temel yorum kurallarına göre, “İstisnalar, genel kaideler gibi yorumlanamaz” idi. - Anayasa Mahkemesi anayasal kavramların yorumunda hukuk biliminin sınırlarını aşarak “dolaylı ilişki” mantığını benimsemiş, böylece hukuk ile siyaset arasındaki sınırı kaldırmıştır: Artık laiklik konusunda Türkiye’de kimse Batılı bir laiklik anlayışını siyasi programına koyamayacaktır!“367 kararı”ndaki hukuk anlayışı, bu kararın da özünü oluşturuyor.Sürpriz değilBu bana sürpriz olmadı. Çünkü Türkiye’de sadece resmi ideolojinin değil, yargının da laiklik anlayışının ‘illiberal’ olduğunu biliyorum.Anayasa Mahkemesi’nin, laiklik konusunun Türkiye’de “Batılı ülkelerdeki anlayış içinde benimsenmesi esasen düşünülemez” diyebilen hayret verici ama ısrarlı kararlarını da biliyorum. (Karar: 1983/2)Laiklik konusunda böyle bir ‘inanç’, Anayasa’nın 148 gibi çok açık, yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar açık hükmünü bile bu inanç yönünde yorumlamıştır.Hele de 367 kararından sonra bunda şaşılacak bir taraf yok.Bugün değil, daha önce de Anayasa Mahkemesi’nin tavrını bildiği için, bu Anayasa değişikliğini Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün “özgürlükçü bir gerekçeyle” veto etmesi gerektiğini yazmıştım. Hem de dört ay önce yazmıştım! (Milliyet, 13 Şubat 2008)O zaman liberal ve muhafazakâr bazı çevrelerin sert tepkisini aldım. “Aydın Doğan sana da mı bunu yazdırdı!” diye, hatta daha saygısız protesto mail’leri de almıştım.Aydın Bey’in de günahını almışlardı; ben sadece olabilecekleri tahmin ettiğim için Gül’ün veto etmesini istemiştim; hiç olmazsa ‘anayasal yol’ kapanmasın diye!Ne zamana kadar?Sayın Gül’ün “özgürlükçü bir gerekçeyle” bu anayasa değişikliğini veto etmesini isterken, benim umudum, türban serbestisini sadece üniversiteyle sınırlayacak yeni bir düzenlemenin laik çevrelerdeki kaygıyı azaltacağı, Mahkeme’nin davaya daha demokratik gözle bakmasına katkıda bulunabileceği umudu idi.Şimdi Mahkeme’nin bu kararı ile, artık anayasa değişikliği yoluyla bile türbanlı kızların çağdaş bilimleri öğrenmek üzere üniversiteye gitmelerinin yolu kapanmıştır!Yargı bu konuda bütün yolları kapatmıştır!Ne zamana kadar?Çok uzun bir zamana kadar! Anayasa Mahkememizin ve yargı kültürümüzün çağdaş ‘liberal özgürlükler’i benimseyecek bir anlayışa gelmesine kadar...Öfkeye gerek yok. Herkes gerilimden sakınmalıdır. Siyasi istikrar zedelenmemelidir. Demokrasi, yürüyüşüne devam etmelidir. 6 haziran 2008 Taha AKYOL Milliyet

* * *
AYM Anayasa’yı ihlal etti

Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 10'uncu ve 42'nci maddesi ile ilgili değişikliği iptal etti ve yürürlüğü durdurma kararı verdi

AYM bu kararını, Anayasa'nın 2, 4 ve 148'inci maddesine dayandırdı.
Raportör, AYM'nin Anayasa değişikliklerini ancak şekil yönünden inceleyebileceğini, bu değişikliklerde ise şekil noksanı bulunmadığını ifade ederek, CHP ve DSP'nin başvurusunu reddetmesinin uygun olacağını belirtmişti.
Ancak Anayasa Mahkemesi, bir yandan 148'inci maddeye atıfta bulundu, bu madde AYM'nin anayasa değişikliğini ancak şekil yönünden inceleyebileceğini bildiriyor olmasına rağmen, AYM, bunu aşıp, önce düzenlemenin Anayasa'nın ikinci maddesini ilgilendirdiğine, sonra da, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemememe hükmünü getiren 4'üncü maddeye başvurarak hükme vardı.
Yani sonuçta, herhangi bir anayasa değişikliğini değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerle kapsamına sokarak, esastan inceleme yapmış oldu.
Üstelik, "herhangi bir anayasa maddesindeki değişikliği" ikinci madde içine sokarak, yeni bir yol açmış oldu. Yani bundan böyle Anayasa Mahkemesi, hiç ilgilendirmeyen bir maddeyi bile, ikinci maddede yer alan, diyelim, laiklik, hukuk devleti, cumhuriyet, demokrasi ve sosyal devlet ilkeleriyle ilişki kurup iptal edebilecek.
Bu, yasama organının tamamen yetki iptali anlamına geliyor. Bundan böyle Yasama organının herhangi bir anayasa değişikliği yapabilme imkanı ortadan kaldırılmıştır.
Bu haliyle de tam bir anayasa ihlalidir.
Anayasa Mahkemesi bu kararıyla Anayasa maddelerini kanırtmak suretiyle kendisini Anayasa ile bağlamadığını ortaya koymuştur.
Oysa yüksek yargı organları dahil tüm kurumlar, Anayasa'dan almadıkları yetkiyi kullanamazlar ve Anayasa'ya uygun hareket etmek zorundadırlar.
AYM'nin kararı, ne demokrasi ile, ne hukuk devleti ilkesiyle bağdaşır.
Ayrıca hukukçular, Anayasa Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma şeklinde bir yetkisinin de bulunmadığını, AYM'nin yasada olmayan bir yetkiyi ürettiğini de belirtmektedirler.
Türkiye, tam bir yargı sorunu ile karşı karşıyadır.
Türkiye bir yargı reformuna acil ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Ama AYM'nin bu yorumu ile, hangi kurumun anayasa değişikliğini de kapsayacak bir yargı reformu yapabileceği de belirsizdir.
AYM'nin kararı, Ak Parti'nin kapatılma davasına da yansırsa - ki bu karar o kararla ilgili tavrı da endişe verici hale getirmiştir- Türkiye, derin bir istikrarsızlığa doğru savrulacaktır.
27 Nisan gibi
Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt, SAREM'in düzenlediği "Ortadoğu" konulu sempozyumda şunları söyledi:
"Bağımsız laik demokratik Türkiye'yi ihmal etmek riske girmektir. Türkiye laik ve demokrat yapısıyla İslam dünyasının tek örneğidir. Türkiye'ye birtakım sıfatlar yakıştırılmak isteniyor, Bu tür yaklaşımlar demokrasi kavramı içine konularak Türkiye'ye dayatılmak isteniyor. Yasal kurumlar buna izin vermez.
Atatürk Türkiye'sini hiçbir güç değiştiremeyecek. Cumhuriyeti temel ilkelerini hiçbir güç biat ettiremeyecek."
Bu sözler, Anayasa Mahkemesi'nde Laikliği çok ilgilendiren bir dava görüşülürken ve Başsavcı tarafından "ılımlı İslam" suçlamasına hedef olan Ak Parti'nin kapatılması davası arefesinde söylenmiştir. Ne yazık ki yeni bir 367 ve 27 Nisan vak'asıdır. Ahmet TAŞGETİREN Bugün

* * *

Burası Türkiye

Dün herkes nefesini tutmuş Anayasa Mahkemesi'nden çıkacak sonucu bekliyordu. Meclis'ten 411 'kabul oyu' ile geçmiş, eğitim özgürlüğünü biraz daha pekiştiren, anayasanın iki maddesinde (10 ve 42) gerçekleştirilen değişikliklerle ilgili CHP bir başvuruda bulunmuştu. Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesi, CHP'nin yaptığı başvuruyu her mülahazaya kulak tıkayıp reddederse bir türlü, görev alanında görürse birkaç türlü sonuç çıkması bekleniyordu da heyecan ondandı.
Sonunda verilen kararı öğrendiniz: Anayasa Mahkemesi CHP'nin başvurusundan yana tavır aldı ve Meclis'ten çıkan anayasa değişikliklerini bütünüyle reddetti. Uygulama açısından da, Meclis'in üniversitelerde başörtüsü yasağını sona erdirme amacıyla gerçekleştirdiği anayasa değişikliğini yapılmamış saydı Anayasa Mahkemesi...
Mahkemeler hukuk alanına giren konularla meşgul olan kurumlardır. Hukuk ise normlardan oluşur. Bireyin diğer bireylerle, tüzel kişiliklerle ve devletle olan ilişkilerini düzenlemek hukukun alanına girer. Bu sebeple de ihtilâfları asgariye indirecek biçimde oluşur normlar.
Anayasa Mahkemesi yargı kurumları arasında en şanslısıdır; çünkü doğrudan temel metin olan anayasayla sınırlıdır görev alanı. Meclis'ten çıkan yasaların ve içtüzüğün anayasaya uygunluğu açısından denetimini yapar Anayasa Mahkemesi. Anayasayı yapanlar anayasa değişikliklerini mahkemenin denetim görevi dışında tutmayı uygun görmüşlerdir.
Görülüyor ki, ortada, aslında bu denli heyecanlanmayı gerektirecek bir durum söz konusu değildi. CHP'nin başvurusu Meclis'ten 414 oyla çıkan anayasa değişiklikleriyle ilgili; yani Anayasa Mahkemesi'nin görev alanına girmeyen bir konuda.
Ancak burası Türkiye ve Anayasa Mahkemesi de Türkiye'nin bir yargı kurumu. Anayasada açıkça denetim alanı dışında bırakılmış bir konuda olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesi, CHP'nin başvurusunu görüşmeye değer buldu. Raportörün anayasanın ilgili maddesindeki kısıtlamayı göz önünde tutarak başvurunun reddini talep etmesi heyecanı arttırma dışında bir öneme sahip değildi. Sonuçta, Anayasa Mahkemesi üyeleri, yalnızca kendi vicdanlarına göre karar veren bir heyet.
Sorun da bu noktada başlıyor zaten. Temyizi mümkün olmayan bir karar alıyor Anayasa Mahkemesi; daha önceki benzer kararlarına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de itiraz etmedi. Türbanla ilgili önceki kararlarını da AİHM tasdik etmişti Anayasa Mahkemesi'nin... Cumhurbaşkanı seçimini zorlaştıran 367 kararını da 'vicdanlarına göre' vermişti üyeler; ancak kendileri dışındaki vicdanları titreterek...
Son kararıyla, anayasa değişikliğini esastan görüşüp Meclis'in bir ihtilafı ortadan kaldırma çabasını boşa çıkardı yüksek mahkeme. Üzerinde durması gereken iki nokta daha vardı: Değişiklikler CHP dışında Meclis'te grubu bulunan bütün partilerin katılımıyla gerçekleştirilmişti; bu bir. Bir de, her ne kadar değişiklikler 'başörtüsü/türban' tartışmaları eşliğinde gerçekleştirilmiş olsa da, değişen maddelerle yalnızca temel hak ve özgürlükler biraz daha pekiştirilmişti.
Buna rağmen, Anayasa Mahkemesi, Meclis'e yansıyan iradeyi ve yasa koyucunun nezaketini hiçe sayıp hukukun sınırlarını da zorlayan bir karar verebildi.
Arkasında geniş bir halk desteği bulunan bir konuda yapılmış ve zaten var olan temel hakları biraz daha vurgulayan bir değişikliği yapılmamış sayarak üniversitelerde başörtüsü serbestliğinin önünü kesti Anayasa Mahkemesi; bunu yapmak için de anayasada kendisi için çizilmiş sınırları genişletti. YÖK Yasası'nda üniversitelerde kılık kıyafeti serbest bırakan bir madde (geçici 17. madde) var, ama yasak devam ediyor. Anayasa değişikliklerini esastan denetleyemeyeceği anayasada açıkça yazıldığı halde, yüksek mahkeme tam da bunu yapmış oldu.
Söz herhalde bitmiş sayılmaz, ama sözün fazla bir anlam taşımadığı bir noktada olduğumuz kesin. 06 Haziran 2008 Cuma Fehmi KORU yenisafak

* * *



Anayasa Mahkemesi anayasa yapıyor

Anayasa Mahkemesi 367 kararında olduğu gibi, hukukiliği çok tartışılacak bir karara imza attı ve genç kızların üniversiteye türbanla girmesine izin veren düzenlemeyi iptal etti. Çünkü bütün anayasa hukukçularının fikir birliğiyle kabul ettiği "esastan inceleme yoktur" hükmünü açıkça ihlal etti ve adeta anayasayı yeniden yazdı. 367 kararında da aynısını yapmıştı. Sonuç itibariyle Türkiye "27 Nisan Süreci" denilen bir dönemden geçmektedir. Kimi özgürlüklerin genişletilmesinden rahatsız olan güçler devreye girmiş ve hukuk aracılığıyla Türkiye'yi yeniden biçimlendirmeye başlamıştır. Aradan zaman geçip geriye baktığımızda veya Türkiye'nin yakın tarihi kaleme alındığında kimilerinin yüzü gerçekten çok kızaracaktır. Mahkemenin, kararı 9'a karşı 2 oy ile almış olması, AK Parti'nin kapatılma davasıyla ilgili çok ciddi bir göstergedir. Mahkemenin türban kararıyla birlikte AK Parti kararını da verdiğini söylemek bilineni tekrar etmek anlamına gelmektedir. Evet 28 Şubat döneminde olduğu gibi olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Siyaset ve siyasetin belirlediği ekonomik düzen yeniden oluşturuluyor. Gelişmeleri yakından izleyenler, AK Parti'nin kapatılmakla kalmayacağını, yasaklanan isimlere 5 yıl siyaset yasağı getirileceğini açıkça ifade ediyor zaten. Erdoğan'ın yasaklandığı, Cumhurbaşkanı'nın köşeye sıkıştırıldığı bir atmosferde, AK Parti parçalanıp yeni hareketler kurulmaya çalışılacak. Bunun işaretleri mevcut. CHP lideri Baykal'ın gerek Kürtlere, gerek muhafazakârlara yönelik mesajları, AK Parti'siz bir Türkiye seçmenine yönelik hazırlığın ilk adımı olarak değerlendirilmelidir. Bölgenin en güçlü iki partisinin birden kapatılmasından doğacak rahatsızlık CHP eliyle yatıştırılmak isteniyor. Ancak yine yakın tarihimiz gösteriyor ki, Türkiye'de halk "tepeden inmeci" yöntemlerle oluşturulmak istenen modellere ilgi duymuyor. Kendi akışına bırakılsa küçülen büyümeyle, artan işsizlikle, yüksek enflasyonla zayıflayacak siyasi hareketler, zorla yok edilmek istenerek güçlü kalmaları sağlanıyor. Bu gerçeği 1971'de de, 1980'de de, 1996'da da gördük, yine görmeye devam edeceğiz. Çünkü eninde sonunda Batı sistemi içinde yer almaya mecburuz ve bunu göstermelik bir demokrasiyle yapamayız. Kendilerine yüksek öğretim hakkı bile çok görülen genç kızlarımıza üzüntülerimi iletmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ergun BABAHAN SABAH

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License