7.6.08

BAŞÖRTÜSÜ KARARI VE YAZARLAR

Taha AkyolObjektif
t.akyol@milliyet.com.tr

Ordu, yargı, CHP

ANAYASA Mahkemesi’nin kararını alkışlamak veya eleştirmek mümkün. Ama kurumlara ve topluma yön veren tarihsel dinamiklere bakmak daha ufuk açıcıdır. Bu açıdan gözüken gerçek, ordu, yargı ve CHP’nin rejim konusunda benzer önceliklere sahip bir “tarihsel blok” oluşturduklarıdır.Celal Bayar’ın Kayseri Cezaevi Günlüğü‘ne yazdığı 26 Ekim 1963 tarihli not ilginçtir:“Anayasa Mahkemesi, ‘Yassıada Divanı’nın biraz daha mutedil devamından başka bir şey değildir...”Bayar notlarında Yassıada’daki hukuk anlayışının Yargıtay’a da hâkim olduğunu yazar. Yassıada’daki İhtilal Mahkemesi’nin Yargıtay hâkimlerinden oluştuğunu, İhtilal Mahkemesi’nin Başkanı olan Salim Başol’un Anayasa Mahkemesi üyesi yapıldığını hatırlatır. Hakkında devam eden davalarda adalete nasıl güvenebileceğini sorar! (Sf. 151)İlginçtir, o zaman Yargıtay, Celal Bayar’dan “Sayın” diye bahseden Zafer gazetesi yazarının mahkûm edilmesini onaylayacaktı!Anayasa Mahkemesi de 27 Mayıs’ı eleştirmeyi suç sayacaktı! (K: 1963/83)‘Tarihsel blok’Bugünkü Türkiye’de ordu, yargı ve CHP arasında organik bir ilişkiyi vehmetmek bile zırvadır. Ama dünya görüşü ya da rejime ilişkin öncelikleri bakımından bu üç kurum arasında önemli fikri örtüşmeler var.Tarihten geliyor bu...Bundan başka bir “tarihsel blok” daha var: Terakkiperver ve Serbest Fırka’dan Demokrat Parti’ye, Adalet Partisi’ne, Özal’ın ANAP’ına, bugün AKP’ye uzanan ve halka dayanan, liberallerin de desteklediği bir tarihsel blok.Özelleştirme kararlarına bakın, 312. ve 301. maddelerle ilgili tartışmalara bakın, 367 kararına bakın, parti kapatmalara bakın, Anayasa Mahkemesi’nin son kararına bakın: Birinci blok alkışlıyor, öbür blok, AKP ve MHP dahil, eleştiriyor!İster sosyoloji diliyle merkez-kenar çatışması deyin. İster siyaset bilimi diliyle cumhuriyetçi-demokrat çatışması deyin. İsterseniz İdris Küçükömer, Erol Güngör, Şerif Mardin, Nilüfer Göle gibi daha ince analizler yapın.Tablo budur! Sorun da budur!Bu sebepledir ki sorun hukuki olduğu kadar siyasidir. Yargı kararları saf hukuki değildir, siyasi tercihi de içermektedir.Modernleşme sürecindeVe devlet odaklı elitlerin beklentisinin aksine, modernleşme süreci geliştikçe demokrasi tartışması büyüyor. Çünkü şehirleşme, eğitim, meslekleşme gibi dinamiklerle “kenar”daki “faso fiso vatandaşlar” okuyarak, iş tutarak yükseliyorlar, “Merkez”de yer almak, eşit olmak istiyorlar. Bunun için demokrasiye, liberal değerlere sarılıyorlar.Türkiye’de liberal aydınların politik bir güç haline gelmesinin sebebi bu sosyolojik dinamiktir.Öbür “blok” bu gelişmeyi “Eyvah, kız büyüdü, laf dinlemiyor” diyen otoriter baba gibi, rejimin elden gitmesi sanıyor! “Laikliği özgürlüğe kıydırmamak” gibi içi boş şiirsel laflarla laikliği gittikçe daraltıyor! Piyasa ekonomisini, demokrasiyi, fikirlerin serbest rekabetini kısıtlamaya çalışıyor.Halbuki bize çok benzeyen Fransız tecrübesi göstermiştir ki, cumhuriyet de laiklik de demokratikleşerek, liberalleşerek kapsama alanını genişletebilir; ancak o takdirde toplumsal enerji kavgadan gelişmeye yöneltilebilir. O zaman merkez-kenar duvarları kalkar; yargı da liberal demokrasiyi içine sindirir.Bazen yol kazaları olsa da Türkiye’nin yolu oraya gidiyor, oraya gidecek.

* * * * * * * * * * *



Vakıayı doğru okumak


Ahmet Taşgetiren Bugün
AYM'nin kararı açıklanınca, TV'ciler görüş almak üzere ODTÜ rektörü Ural Akbulut'a da mikrofon uzattılar.


Prof. Dr. Akbulut, tabii ki AYM'nin kararından dolayı çok mutlu, ve kendinden çok emin, şöyle konuştu:
-Meclis 411 değil, 511 oyla, rejimi değiştiriyorum diye bir karar verse, bunu denetleyecek kimse olmayacak mı?
Benzeri bir sözü, bir ara eski bir Başsavcı söylemişti:
-Ak Parti halktan yüzde 47 değil, yüzde 97 oy alsa bile kapatılabilir!
Bunlar, iki kişiye has değil, bir çevrenin paylaştığı görüşler.
-411 değil, 511, yüzde 47 değil yüzde 97 bile olsa...
Bu ne demek?
Bu, aslında "Halkın yüzde yüzü bile olsa..." demek.
Ben olsam Sayın Akbulut'a veya emekli başsavcıya sorardım:
-Sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Siz Meclis'e gelen 550 milletvekilinin bir gün rejimi değiştireceği ihtimalini ciddiye alıyor musunuz? 550 milletvekili demek, halk iradesinin tamamı demek. Siz tüm halkın bu rejimle bu kadar sorunlu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet sorun bu:
Kendilerini "Rejimin sahibi" gibi gören birileri, Meclis'ten kuşku duyuyor.
-Meclis rejimi değiştirir kuşkusu bu.
Ve ardından tedbir geliyor:
-Meclis'in rejim konusunda yanlış yapmasını önlemek için onun üstünde bir gözetleyici oluşturmak lazım.
"Ak Parti yüzde 97 bile oy alsa kapatılır..."
Bir CHP var, bir de Anayasa Mahkemesi'nin 9 üyesi... Aslında Anayasa Mahkemesi'ndeki 2 üye bile "kuşkulu" alanın içinde...
9 üye olmasa, mazallah, rejimi koruyacak kimse bulunmayacak.
Hatta AYM üyeleri bile değil, onları tayin eden irade önemli. Yani Cumhurbaşkanı iradesi. Güven kaynağı o. İşin garibi, şimdi ona da güven duyulmaz oldu, yarın onun tayin ettiği kişilerden oluşacak bir Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını kim denetleyecek sorusu açık duruyor.
Bu durumda aklınıza gelmiyor mu?
-Memleketi savunmak için halktan asker almak doğru mu? Acaba halkın çocuklarına güvenilebilir mi?
Ardından daha acayip sorular geliyor:
-Acaba halkın çocukları niye canını verir? Memleketin en iyi koruyucuları olarak AYM'nin 9 üyesi askerlik yapsa daha iyi olmaz mı? Yoksa rejimi savunmakla memleketi savunmak ayrı ayrı şeyler mi, yani bu memlekette birileri rejimi savunur, birileri de can vererek memleketi mi?
AYM'nin kararı, toplumun büyük kesiminde üzüntü meydana getirdi.
Ama sevinenler de var.
Hatta, bu karardan yola çıkıp, Ak Parti hakkındaki kapatma davasını da şimdiden sonuçlandıran ve sevinçlerini katmerlendirenler de bir hayli.
CHP çok mutlu. Medyada bazı köşeler çok mutlu.
CHP'nin "milli irade" diye bir şeyden söz ettiğini göremiyorsunuz.
AYM, Meclis iradesini ıskalayan bir içtihat yapmış, CHP lideri, bunu çok önemli buluyor. Ama bunun, Meclis iradesini yok ettiğini görmezden geliyor.
Neresinden baksanız, demokrasi adına, hukuk adına her şey anlamsız hale geliyor.
-Seçimi niye yapacaksınız?
-Millet iradesi neyi anlatıyor?
-Rejim nedir?
-Rejimle milletin ilgisi nedir?
-Rejimi milletten korumak nasıl bir şeydir?
-Demokrasi nedir?
-Anayasa nedir?
-Anayasayı kim yapar?
-Anayasa Mahkemesi üyeleri değişse, yeni bir Anayasa yorumu ortaya çıkamaz mı? O zaman Anayasa Mahkemesi kararları da üye yapısına göre değişme kapasitesine sahip değil mi? O zaman Anayasa Mahkemesi'nin rejim duyarlılığı ortadan kalkmış mı olacak, o zaman Anayasa Mahkemesi üzerinde de bir "Rejim koruyucu güç" mü gerekecek? 9 kişinin reyinin 550 milletvekilinin reyinden daha tayin edici olmasının felsefi alt yapısı nedir?
-Bu mantık içinde Türkiye'de demokrasi var denebilir mi?
-Bu mantık içinde tüm hukuku 9-2 oylamaya indirgemek, hukukun da canına okumak anlamına gelmez mi?
-Bu mantık laikliği millet iradesinin karşısına dikmek gibi bir sonuca ulaşıyor ise, bu, laikliğin saptırılması ve daha önemlisi halktan koparılması demek olmaz mı?
-Bu mantık bu yönleriyle demokrasiyi, hukuku, hatta laikliği ortadan kaldıran bir öz taşıyor ise, bu da Anayasa'nın ikinci maddesinin ihlali anlamına gelmez mi? Böyle bir yorumu kim yapacak ve AYM'yi kim yargılayacak?
Her şey boşlukta...
deyip çıkıyorlar.
"Başörtüsü yasağı kesinleşti"
Bu karar, başörtüsü yasağından çok öte bir mahiyet taşıyor.
Bu karar, sistemi bir "Yargı darbesi"ne maruz bırakıyor.
Artık orada bir TBMM var, ama işlevsiz hale getirilmiş bir kurumdur o.
O yapının içinde, AYM kararına alkış tutan bir CHP'nin bulunması çok bir şey değiştirmiyor. CHP kadrosu biraz işin vahametine kafa yorsa, kendi varlığının bile anlamsız hale geldiğini görecek. AYM'yi CHP'lileştirmiş bir süreç, "Hukuk devleti" manzarasının canına okuyan bir süreç değil midir? Yargı siyasetin göbeğinde ise, siyaset nerededir? Asıl millet iradesinin üstünü çizmek değil midir, rejimin tahrip edilmesi?
Bu durumda birilerinin referandum korkusu daha iyi anlaşılıyor.
Bu, derin bir halk korkusudur.
Ne olacak bundan sonra?
Hiç endişeniz olmasın, inkıtalar olur, ama milletin yürüyüşü devam eder. Millet terbiye eder. Gün gelir, hukuk kurumları da, sadece hukuku önemseyen bir misyon içinde kalır. Millete rağmen kim hüküm sürebilir ki...
Kimse şah değil, padişah değil. şeklindeki mantık da halkın yüzde 97 oranında yanlış yapabileceği kuşkusuna dayanıyor.



* * * * * * * * * * * *
Normal ülkelerde bu yargıçlar tutuklanırdı...

Ahmet Kekeç star



Bir sistem kendini nasıl bitirir? İşte böyle bitirir... ‘11 El Kaosa kalkar’ ve ortada ne anayasa, ne hukuk, ne parlamento, ne seçim sistemi, ne de ‘halk’ kalır. Kimse bu kararı tevil etmeye kalkmasın. Bu bir darbedir. Kendilerine, ‘yasaların anayasaya uygunluğunu denetleme görevi’ verilenler, önceki gün, çok vahim bir iş yaptılar ve türban konusundaki düzenlemeyi ‘esastan’ inceleyip karara bağlayarak, hem ‘anayasayı ilga’ ettiler, hem de ‘yasama yetkisini’ ortadan kaldırdılar. Bu çok ciddi bir suçtur. Normal ülkelerde bu suçun karşılığı polis marifetiyle derdest edilmek ve anayasayı ilga suçundan yargılanmaktır. Bazı muhalefet partileri kararı sevinçle karşılıyor. Deniz Baykal, ‘Ben dememiş miydim’ havalarında. Sen desen ne olacak! Parlamento diye bir şey yok. CHP diye bir şey yok. Deniz Baykal diye birilerinin olduğu da kuşkulu. Çünkü, ‘yargıçlar heyeti’, içinde CHP’nin de bulunduğu parlamentoyu yok saydı, yasama yetkisini budadı. Kamer Genç diye biri de yok. Milletvekilleri, aydan aya gidip maaş alan birer ‘bankamatik memura’ dönüştü. Mahkeme Başkanı, ‘gerekçeli kararı’ bekleyin demiş. Ne yazacaklar acaba gerekçeli kararlarında? Bildiğimiz ‘ideolojik mülahazaları’ sıralamaktan öte ne söyleyecekler? Bence Yüce Mahkeme hiç tevile çabası içine girmesin. Kimse de ‘gerekçeli karar’a bakarak pozisyon almaya yeltenmesin. Bir darbenin gerekçesi ne olabilir ki? Kurucu irade yok sayılmış, yasama hakkı düpedüz gaspedilmiştir. Bu kadar açık... Bundan sonra seçime, sandığa da gerek yok. Ülkeyi yargıçlar yönetsin... Yasama yetkisini yüksek mahkemeler kullansın. Hatta, mahkemeler kendi aralarında ihtisaslaşabilirler. Mesela, ‘Kurucu Parlamento’ görevini Anayasa Mahkemesi üstlenebilir. Yasama yetkisini, zırt pırt bildiri yayınlayarak parlamentoyu istiskal eden, siyaset kurumuna ‘biz sizi tanımıyoruz’ mesajı veren Yargıtay ve Danıştay Başkanlar Kurulu kullanabilir. Bu sistem içinde Cumhurbaşkanı’na da gerek yok. Pekala Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ‘onay mercii’ olarak tayin edilebilir. Madem darbe yaparak ülkenin kaderine el koydular, bundan sonra olabileceklerin sorumluluğunu da üstlenecekler. İşleri kolay değil... Siyasi krize çare bulacaklar. Üniter yapıyı muhafaza edecekler. Devleti, ‘vatandaşın devleti’ kılmanın yollarını arayacaklar. Avrupa Birliği’yle müzakereleri hangi ‘meşru zeminde’ yürüteceklerine karar verecekler. İşsizlik, istihdam daralması, enflasyon, küçülme trendine giren ekonomik büyüme, tarım politikaları, iş ve dış borç yükü, Kürt meselesi, özgürlükler... Bütün bu sorunlara çare üretecekler... Bir çift söz de, ‘kaosa el kaldırmakla’ suçlanan 411 parlamentere. Karşı karşıya olduğunuz şey bir darbedir... Bunu bertaraf etmek sizin elinizde... Ya parlamentoya itibarını iade edecek yasal bir müdahalede bulunup anayasal sisteme yeniden işlerlik kazandıracaksınız, ya da yapılanlara kuzu kuzu boyun eğeceksiniz. Parlamento, çünkü, ‘tutuklama’ dahil, her türlü yetkiye sahiptir...

* * * * * * * * * * *
Anayasa çiğnendi

Et kokarsa tuzlarız... Ya tuz kokarsa?. Anayasa Mahkemesi, anayasanın 148 ve 153'üncü maddelerini ihlâl etti. 148. maddeye göre, Mahkeme, anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden inceleyebilir. Şekil yönünden incelemenin ne anlama geldiği de kanunda açıkça belirtilmiştir: Oylama nisabının tutup tutmadığına, iki müzakere arasında yeterli sürenin verilip verilmediğine bakılır. Bu açık hükme rağmen, Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliğini iptâl etti; esasa girdi . Gerekçe olarak da, anayasanın "değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez" 2. maddesine (laiklik ilkesine) aykırılığı gösterdi.Başörtülü kızların üniversitede okuması, laiklik ilkesine aykırıysa, dünyanın bütün üniversitelerinde böyle bir yasak bulunmadığına göredemek -vah vah-Türkiye'den başka laik bir ülke kalmadı.Ya sadece, Türkiye "laiktir ve laik kalacaktır" ya da bir ihtimal "tuz kokmuştur." Anayasanın 153. maddesinde de, "iptâl kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz" deniliyor. Ama Anayasa Mahkemesi açıkladı. Aynı maddede, "Anayasa Mahkemesi, kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak şekilde hüküm tesis edemez" düzenlemesi de mevcut.Bu suretle, iptâl kararının Meclis iradesinin tam tersine bir sonuç vermemesi isteniyor. Ama nafile... Meclis yasağı kaldırıyor; Anayasa Mahkemesi yasak koyuyor.Ne güzel demiş atalarımız: "Et kokarsa tuzlarız... Ya tuz kokarsa?" Kimse düşünememiş ki, Anayasa Mahkemesi anayasayı ihlâl ederse ne yapılacak diye?

"Değiştirilemez" maddeler
Anayasanın 2. maddesinin değiştirilememesi, değiştirilmesinin teklif dahi edilememesi ne anlama geliyor? Bu hüküm, 12 Eylül askeri yönetimi tarafından konuldu. 1961 Anayasası'nda, sadece "Devlet şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki anayasa hükmü değiştirilemez, değiştirilmesi bile teklif edilemez" düzenlemesi mevcuttu.1961 Anayasası ile 1982 Anayasası'nın 2. ve 3. maddeleri, birbirinden farklı. 1961 Anayasası'nın 2. maddesinde, cumhuriyetin nitelikleri arasında "Atatürk milliyetçiliğine bağlılık" yok. 3. maddesinde de, "İstiklâl Marşı" ile "beyaz ay yıldızlı bayrak" yer almıyor. Bu cümleler, 1982 Anayasasıyla 2. ve 3. maddelere ilave ediliyor. Kısacası 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin yaptığı anayasanın 2. ve 3. maddelerini değiştiriyor ama, kendilerinin koyduğu hükümleri, milli iradeyi temsil eden parlamentonun değiştirmemesini, anayasanın 4. maddesiyle teminat altına alıyor.Denilebilir ki, "Değiştirilemezden kasıt, sadece laiklik de dahil cumhuriyetin nitelikleridir." Hiç de öyle değil. AK Parti Hükûmeti, 2. ve 3. maddenin metinlerini aynen muhafaza etmiyor diye, Türkiye'de kıyamet koparılmadı mı? Ayrıca, 8'ini Ahmet Necdet Sezer'in atadığı 9 yargıcın laiklik anlayışını milletçe kabul etmek zorunda mıyız? Başörtülü kızlar, üniversiteye, "hizmet almak" için gidiyor. Tıpkı hastaneye, vergi dairesine gittikleri, tıpkı otobüse bindikleri, tıpkı mahkemelerde hakim önüne çıktıkları gibi... Vergi dairesinin, hastanenin, mahkemenin kapısından girerken başlarını açıyorlar mı? Veya otobüse binerken peruk mu takıyorlar? Laiklik, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğünün teminatıdır. Türkiye, hakimler oligarşisini mutlaka aşmalıdır ve aşacaktır.

Sine-i millete
Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti'nin kapatılmasıyla ilgili iddianamesini Anayasa Mahkemesi'ne sunar sunmaz, "Sine-i millete dönün" diye yazmıştım. AK Parti kurmayları farklı bir yol benimsedi. Gerginlik doğmasın diye, anayasa değişikliğine bile başvurmadılar. Zaten anlaşılıyor ki, öyle bir anayasa değişikliği, gene, yetkisini aşan Anayasa Mahkemesi'nden dönecekti.Anayasa Mahkemesi'nin son kararı, milletin değerleriyle inatlaşmanın zirveye çıktığı bir noktayı gösteriyor. Hepimiz ne kadar soğukkanlı davranırsak davranalım, bu haksızlık karşısında gerginliğin tırmanmasını engelleyemeyiz. AK Parti, parlamento iradesinin hiçe sayıldığı ve juristokrasinin güç kazandığı şartları değiştirmek için derhal sinei millete dönmek zorundadır. Milletten eğer beklediği desteği alırsa, kapsamlı bir anayasa değişikliği ile güç dengelerini yeniden millet lehine tesis edebilir.
"Millet yaşamaz, hakka tahassürle (hasretle) solurken / Millet yaşamaz, meclisi müstahkâr olurken (hakarete uğrarken) / Millet yaşamaz maşeri millet (millet vicdanı) boğulurken!" Tevfik Fikret

Nazlı ILICAK Sabah 7 haziran 2008

* * * * * * * * * * * * * * *








Ali Bayramoğlu



alibayramoglu@tnn.net
07 Haziran 2008 Cumartesi


İhtilal hukuku
Anayasa Mahkemesi, başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik anayasa değişikliğini iptal etti.
Mahkemenin açıklaması malum:
"Anayasa değişikliği Anayasa'nın 2., 4., ve 148. maddeleri uyarınca iptal edilmiştir…"
Ne demektir bu?
148 maddeden başlayalım.
Madde şöyle:
"Anayasa Mahkemesi (…) anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi (…) Anayasa değişikliklerinde (…) teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır…"
Hukukçu olmaya gerek yok…
Söz konusu anayasa değişikliğinde teklif ve oylama çoğunluğu sorunu olmadığına göre, Anayasa Mahkemesi kendi yetki sınırlarını aşmıştır, dahası anayasanın 148. maddesini ihlal etmiştir.
Zira Anayasa Mahkemesi denetimi esas açısından yapmıştır…
Nitekim Anayasanın "Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti" olduğu belirtilen 2. Maddesi ile bu maddeyi değiştirilemez hükümler arasında sayan 4. Maddesine göre iptal kararı vermek, esas açısından yapılan bir denetime işaret eder…
Anayasa göre Anayasa Mahkemesi böyle bir işlem yapamaz, bu işleme gerekçe uyduramaz, bu konuda içtihad üretemez…
Geriye tartışacak ne kalıyor?
Karar siyasidir.
Karar "Anayasa Mahkemesi'nin kendisini TBMM'in yerine koyması, kurucu iktidar ilan etmesi anlamına gelmekte"dir.
Buna göre açıktır ki, bu ülkede Anayasa Mahkemesi'nin kabul etmeyeceği hiç bir anayasa değişikliği yapılamaz…
Bu düzeni istediğiniz gibi adlandırırsınız ama buna demokrasi adını veremezsiniz…
Yasamanın hacir altında olduğu bir düzen olsa olsa bir vesayet düzeni, bir yargıçlar hükümetidir…
Denetlemek ve uygulamakla yükümlü yargı kurumu kanun benim, kanunu ben koyarım derse,
Demokrasinin en temel ilkesini, kuvvetler ayrımı ilkesini alt üst eder.
Olan bu…
Olan ve düzen buysa, yargıç bizzat kanunun yerine geçiyorsa, yarın ne olacağını, AK Parti'nin kapatılma davasının adil bir şekilde görülüp görülmeyeceğini de tartışmaya gerek yoktur…
Gerek bu köşede gerek başka yerlerde onlarca kez tekrar edildi…
Türkiye "yargısal bir darbe süreci" yaşıyor.
Yaşanan değişim sürecine, yasama faaliyetine, siyasi alana yönelik imha edici ve gayri meşru girişimler hukuk ve yargısal kurumlar üzerinden meşrulaştırılarak adeta bir ihtilal hukuku mantığı üzerinden yürütülüyor.
Bu işe girişenlerin amacı açık bir şekilde "vesayetçi devlet modeli"ni korumaktır.
"Devletin siyaset üzerinde tahakküm ve denetim kurduğu bir anlayışı ihya etmek"tir.
Bu çerçevede yargı açık ve keyfi bir biçimde devlet ideolojisini koruma işini üstlenmiş, verdiği muhtıralar sonuçsuz kalan ve meşruiyeti azalan askerin bile önüne geçmiştir.
Bir kast sistemi, demokrasiyi ayrıcalık düzeni sanan, bir yaşam biçimi ve insan tipinin hükümranlığı sanan anlayış bir adım öne geçti…
Evet, Türkiye ters ilişkilerin ülkesidir…
Siyasi yetersizlik, yozlaşma, ideolojik takıntı, toplumu kutuplaştırma, demokrasi karşıtlığı gibi unsurların hemen hepsini temsil eden güçler, aynı unsurlara dayanarak başkalarından hesap soruyorlar.
Ülkeyi krize sokuyor, ancak o başkalarını krizin sorumlusu haline getiriyorlar.
Demokrasi kurallarını temsil edenler, demokrasinin altını oydukları iddiasıyla bu rejim güçlerinin nobran eylemleriyle karşı karşıya kalıyorlar.
Geçen bir adım öne geçti ama daha atılacak adım çok…
Ve bu yeni değil…
Türkiye buna rağmen, bunlara rağmen, bu zihniyete rağmen yol alıyor ve alacak… yenisafak

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *







Ayşe Böhürler


rabohurler@yenisafak.com.tr
07 Haziran 2008 Cumartesi

Serra'ma…
Bugün karamsar bir yazı yazmayacağım, Öyle hukukun efendilerini suçlamayacağım, Ülkemizdeki hukukçuların önemli bir kısmının bilgisizlik ve ilgisizlik sorunu olduğundan da söz etmeyeceğim.
Teknolojik yeniliklere, dünyadaki hızlı gelişmelere, ülkemizde arka arkaya yapılan kanun değişikliklerine intibak edecek nitelikte hukukçu yetiştirilmediğinden de, tüm bunlara duyarsız bir hukukçu kitlesinden de bahsetmeyeceğim.
Bu niteliksiz kitlenin "uygulama başka teori başka" şeklindeki hukuki safsatanın arkasına sığınmış olduklarından hiç konu açmayacağım.
Hukukun vicdan ve ahlâk açığından da söz etmeyeceğim. Bir gün bu açığın ortaya çıkartacaklarının hem o sorunu yaratanları, hem de onlarla birlikte masumları da içine alarak yutma tehlikesi olduğunu mevzubahis etmeyeceğim…
Hukuk ve ahlak kurallarının kesiştiği yer olan vicdandan, hukukun kurallar ve objektif ölçüler içerisinde hâkimin vicdanını hakem kılmasından da, devlet adına karar verip milleti unutan hâkimlerden de, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir cümlesinin sürekli yalanlanmasını da vurgulamayacağım.
Hâkimlerin devletin değil, devletin hâkimlerin hizmetinde olduğunu yeniden gündeme taşımayacağım.
Hukuk elitlerimize; Nietzsche'nin "Yaptığınız işin felsefesini yapmazsanız yalnızca teknisyen olarak kalırsınız" cümlesini hatırlatmayacağım…
Çünkü bugün büyük kızımın doğum günü… Dün liseden mezun oldu, onunla tam da geleceğini konuşacağım gün bugün…
Ona bu ülkeye hüznü yakıştıran şairlerden, Ödüllerini yalnız ve güzel ülkesine adayan yönetmenlerden, Kitapları 50 dile çevrilen, geçmiş ile kökleri ile bağlarını kopartmayan yazarlardan, Marksist ve ateist olmasına rağmen dedesinin Mevleviliğini unutmayan, dine çatarken İslam'a da, peygamberine de hakaret etmeyip "ilmihal kitaplarının yeşil sarıklı iskeleti" diyen Nazım'dan söz edeceğim.
Edebiyatın, sanatın, dinlerin, fikirlerin, hayatın, her şeyden önce vicdan ve ahlak sahibi olmanın, insan olmanın önemini anlatacağım. İz bırakmış, eser bırakmış, yüreklerin ruhlarını ülkenin harcına katmış isimlerden söz edeceğim, sağ-sol, inançlı- inançsız ayrımı yapmadan.
Ona bilgelere saygı duymayı, bilgisiz elitleri küçümsemeyi, bilginin tüm kaynaklarını sağ-sol, eski-yeni, dini-lâdini diye ayırt etmeden önemsemeyi öğreteceğim…
Başkasının kutsalları hiçe sayıp kendi aklını kutsayan küçük adamları yok sayacağım.
Türkiye'nin önündeki fırsatlardan, ülkenin sınırları ile sınırlanamayacak hayallerden bahsedeceğim.
Bugün kızım 18 yaşına giriyor. Bugün onunla güzel şeyleri konuşacağız… Hele de başörtüsünden, gazete manşetlerini kaplayan kocaman İPTAL kararlarından, yasaklı annesinden, ömürlerini yasaklarla geçirmiş, yılmaz azimdeki teyzelerinden, İPTAL nedeniyle bir kez daha umutları yıkılan, gelecek hayallerine veda eden arkadaşlarından hiç söz etmeyeceğiz…
Kızımla hayallerimize kimsenin set çekmesine izin vermeyeceğiz.
En azından doğum gününde… Çünkü bugün Serra 18 yaşında…
O'na bugünkü gazeteleri değil, hukuku vicdan ve ahlakın çerçevesinde yorumlayanları okutacağım. Kimbilir belki de gerçek bir hukukçu olur…

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License