8.6.08

KARA BİR GÜN



Kara bir gün


"Hep birlikte vatandaşlıktan çıkmak için İçişleri Bakanlığı'na dilekçe verelim. Birleşmiş Milletler'in Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme'sinin tanıdığı haklardan yararlanmak üzere BM'nin Ankara Temsilciliği'ne müracaat edelim."



Çaresizliğin, umutsuzluğun, haksızlık karşısında duyulan isyanın bir tezahürü olan bu mektup, iki gündür işittiğim acılı feryatlardan sadece bir tanesi...

Kendi ülkesinde bu kadar aşağılanmaktan ve itilip kakılmaktansa vatansız kalmayı düşünecek kadar çaresiz kalan bu insanları nasıl avutabilirim? Onlara ne umut verebilirim? Neyi beklemelerini söyleyebilirim?

Biz ki her on yılda bir darbe yaşadık, meclis defalarca dağıtıldı; seçtiklerimiz yaka paça hapse atıldı. Ama hepsinde bir geri dönüş umudumuz vardı. Darbeciler elbet bir gün kışlalarına dönecek ve söz yine bize geçecekti. Sabrettik ve bekledik.

Peki bu defa neyi bekleyeceğiz? Bu 11'in değişmesini, yerine başka bir 11 gelmesini mi? Kaderimiz 11 kişinin dudakları arasında olduktan sonra bunun hangi 11 olduğu ne fark eder ki...

Kaybımız büyük... Yetim kaldık. Hukuku kaybettik. Artık en zor zamanımızda, başımız darda kaldığında son çare olarak sığınabileceğimiz bir hukukumuz yok. Zaten nicedir çok hastaydı, ama umudumuzu yitirmemiştik. Anayasa Mahkemesi en sonunda, önüne gelen son davada büyük bir duyarsızlıkla fişi çekti.
Ne olayın safahatını anlatmak geliyor içimden, ne de kararın hukuksuzluğunu izaha çalışmak... Bilen zaten biliyor, bilmeyenlerin de anlamaya hiç niyeti yok.

Şu anda benim kendime, okurlarımın da bana sorduğu tek bir soru var ortada:
Şimdi ne yapacağız?
Anayasa Mahkemesini mi kapatacağız?
Anayasa Mahkemesini mi kapatacağız?
Anayasa Mahkemesini kapatan yasayı bozacak olan da bu Anayasa Mahkemesi değil mi?
Anayasa'yı mı değiştireceğiz?
Yapılan her değişiklik aynı barikata toslayıp geri dönmeyecek mi? Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı Türkiye'de sadece darbecilerin yeni Anayasa yapma yetkisi olduğunu acı bir şekilde göstermedi mi?

Erken seçime mi gideceğiz?

Erken seçim, Meclis'in temsil kabiliyeti, hükümetin meşruiyeti üzerinde soru işareti olduğu zaman bir çaredir. Daha on ay önce seçmen yüzde 47'lik bir oyla sözünü söylemişse; bürokratik dayatmalara karşı kendi iradesine saygı istediğini apaçık ortaya koymuşsa, daha ne yapsın bu halk? Neden gitsin ki sandığa? Seçtiği Meclis'in yasama yetkisi elinden alınmışsa yenisini neden seçsin? Yüzde 47'yle iktidara getirdiği parti çatır çatır kapatılıyorsa, yeniden sandığa gidip yüzde 99'la seçse ne değişecek?


Evet, ben de biliyorum ki, bu son karar aslında ölümcül bir zaafın ifadesidir. Anayasa Mahkemesi'ne herhangi bir ikna edicilik kaygısı bile taşımadan, inanılmaz bir fütursuzlukla "Hukuk benim; ben yaptım oldu" dedirten şey, güç değil güçsüzlüktür. 80 yıldır süregiden vesayetçi sistemin toplumdaki değişim talebi karşısında yaşadığı çaresizliktir; sıkışmışlıktır.

Böyle durumlarda sonunda kazanan haklı olanlar; demokrasiyi ve özgürlüğü savunanlar olur. Anakronik fikirlerini otoriter rejimlerle sürdürmeye çalışanlar nihai olarak kaybetmeye mahkumdur.

Evet, günün birinde bütün bu olup bitenlerin absürdlüğü anlaşılacak. Gelecek kuşaklar, üniversitelerdeki başörtü yasağını, kadınlara oy hakkı vermemek kadar inanılmaz bir gerilik olarak görecekler. "Biliyor musunuz; eskiden Türkiye'de üniversitelerde baş örtmek laikliğe aykırı sayılıyormuş" deyip şaşacaklar.

Ama şu anda bu gerçek, ne bütün yetişkin hayatı darbelerle ve darbeci zihniyetle kararmış benim gibileri avutabiliyor, ne de üniversiteye gitme umutları silip süpürülen on binlerce genç kızı...

Çünkü herkesin bir tane hayatı var.


Gülay Göktürk Bugün Gazetesi
gokturkgulay@yahoo.com
8 Haziran 2008

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License