31.3.10

AYM DEN HSYKYA CEVAP

HSYK umduğunu bulamadı

HSYK, Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Osman Can'ı Anayasa Mahkemesi'ne "rahatsız edici açıklamalar" yaptığı gerekçesiyle şikayet etti. Can "Sürpriz olmadı" derken, diğer Eşbaşkan Orhan Gazi Ertekin, HSYK'nın ideolojik davrandığını söyledi

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can'ı "rahatsız edici açıklamalar yaptığı" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne şikayet etti. HSYK, 16 Mart'ta gönderdiği yazıda, Can ile ilgili gerekli işlemlerin bir an önce yapılmasını istedi.
SOMUT OLMAYAN İHBARA İŞLEM YOK

Anayasa Mahkemesi, HSYK'ya verdiği yanıtta raportörlerle ilgili disiplin işlemlerinin nasıl yapılacağının yasada belli olduğunu belirterek, "HSYK böyle bir başvuruda bulunamaz" dedi. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yanıttaki can alıcı kısım ise "Somut olaya dayanmayan, somut bilgiye dayanmayan ihbarlara işlem yapma geleneğimiz yoktur" ibaresi oluşturdu.

Yüksek Mahkeme, HSYK'nın böyle bir hakkı bulunmadığı gerekçesiyle başvuruyu işleme koymadı. Can, AK Parti'nin Anayasa paketini açıklamasından önce, yargı reformuna karşı çıkanları matbaaya karşı çıkanlara benzetmişti. Can, Anayasa değişikliği paketi açıklandıktan sonra yaptığı bir açıklamada ise HSYK'yı Demokrat Yargı üyelerine baskı yapmakla suçlamıştı.

HSYK-YARSAV İDEOLOJİK TEYAKKUZDA

Osman Can, HSYK'yı ciddiye almadığını belirtirken diğer Eşbaşkan Orhan Gazi Ertekin, HSYK'nın Osman Can'ı şikayet etmesini "Çok abartılı bir durum değil" diyerek, kurulun son zamanlarda gösterdiği tavra uygun davrandığını söyledi. Ertekin, YARSAV'ın yargıyı etkile

me boyutundaki girişimlerine kurulun hiçbir işlem yapmamasını ise eleştirdi. Ertekin, HSYK ve YARSAV'ın "ideolojik teyakkuz halinde" olduklarını belirterek, "Bunun tehlikeli bir gidişat olduğunu düşünüyoruz. HSYK'nın bir kez daha gözden geçirip, bu ideolojik eleme sisteminin ve kendisine teslim edilen yetki ve gücü daha özgürce kullanabileceği, daha nesnel ölçütlere doğru açılması gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu.

SÜRPRİZ OLMADI, CİDDİYE ALMIYORUM

Hakkındaki şikayetle ilgili olarak star'ın sorularını yanıtlayan Osman Can, kurulun tavrının kendisini şaşırtmadığını belirterek, "Sürpriz olmadı. Çok ciddiye almıyoruz" dedi. Kurulun kararının kendisi için bir bağlayıcılığının olmadığını da ifade eden Can, Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda gerekli yanıtı verdiğini de anlattı. Can, "Biz kendi gündemimize kendi yolumuza bakıyoruz" dedi. Derneğin diğer Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin, HSYK ve YARSAV'ı uyardı: "Hukuksal mücadele alanından daha sert olan siyasi mücadele alanına kaymışlardır. İdeolojik tepki vermeleri çok tehlikelidir. Biz daha hassasiyet ve metanet bekliyoruz. Hukuksal metodolojiyi kullanmalarını istiyoruz."

Kaynak: Star

Devamını BURADAN okuyun...>>>

20.3.10

YENİ ANAYASA VE YARGI

Osman Can'dan anayasa önerisi

Eski Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, zaman geçirmeden Türk toplumunun kendi anayasasını yapmak zorunda olduğunu söyledi.

Siyasetin yargıya baskı yapmak isteyeceğini ancak asıl tehlikenin yargı baskısı olduğunu belirten Can, "Danıştay, Yargıtay ve HSYK'nın yapacağı baskılar çok daha yıkıcıdır." dedi. Özel yetkili Erzurum savcılarını görevden alan HSYK'nın ise suç işlediğini ifade eden Can, tarafgir bir yargı oluşturmak istenmiyorsa HSYK'nın meclis üzerinden çoğulculaştırılması gerektiğini dile getirdi.

Can, Bursa'da Ördekli Kültür Merkezi'nde Ahenk Hukuk Derneği tarafından düzenlenen panele katıldı. Türk hukuk sistemi konusunda önemli açıklamalarda bulunan Osman Can, Türk siyasal ve toplumsal hayatının en önemli yasalarının yüzde 80'inin darbeler ürünü olduğunu belirtti.Darbelerin ürünü olan bir hukuk sistemi içerisinde hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, çoğulculuk yada demokrasiyi tartışmanın mantıksızlığına değinen Can, şöyle konuştu: "Zaman geçirmeden Türk toplumu kendi anayasasını yapmak zorunda. Biz kendi anayasamızı daha yapmış değiliz. Ben bundan utanç duyuyorum. Öyle zannediyorum Türk toplumunun yüzde 90'ı bundan utanç duyar. Kendi anayasamızın yapılmamış olması da aslında biraz toplumsal çatışmaya neden olmaktadır. Kendi barışımızın tesis edilmesi için de yeni bir anayasa yapım süreci içerisine girmemiz gerekiyor."

"DANIŞTAY, YARGITAY VE HSYK'NI YAPACAĞI BASKI DAHA YIKICIDIR"

Yargı üzerinde baskı tartışmalarına da değinen Can, iktidarın yargıya baskı yapmayı isteyebileceğini ancak burada önemli olanın bunun sınırlarının belirlenmiş olması olduğunu kaydetti. Ama baskının bir başka boyutu daha bulunduğuna dikkat çeken Can, şöyle devam etti: "Yargının içinde olan baskılar. Danıştay, Yargıtay ve HSYK'nın yapacağı baskılar. Ve bu baskılar çok daha yıkıcıdır. Bir yargıç, gerektiği zaman bir başkana rest çekip baya da popiler olabilir. Ama bir yargıç, Yargıtay'a rest çekemez, HSYK'ya rest çekemez."

"ANAYASA'YI YAPACAK TOPLUMDUR, TSK SADAKAT İÇİNDE GÖREVİNİ YAPAR"

Can, "Yeni bir anayasaya Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl bakıyor?" şeklindeki bir soruya ise şu yanıtı verdi: "Nasıl baktığını bilmiyorum ama yeni bir anayasa yapacak olan toplumun kendisidir, toplumun temsilcileridir. Reformları yapacak olanlar bizlerin temsilcileridir. Hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun. Kurumlar anayasa yapımında söz sahibi olamaz. Ne Anayasa Mahkemesi, ne Danıştay, ne Yargıtay, ne Türk Silahlı Kuvvetleri ne Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü. Bunlar, sadece ve sadece ortaya çıkan anayasaya sadakat içerisinde görevlerini yerine getirecek olan kurumlardır."

"HSYK, SUÇ İŞLEDİ"

"Erzincan'daki özel yetkili savcıları görevden alan HSYK yetki aşımı yaptı mı? şeklindeki bir soruya ise Can, "HSYK yetki aşımı değil, tamamen suç işledi. Anayasa'nın 138. maddesi ekseninde başlatılan bir soruşturmaya müdahale ile suç işlemiştir. Savcıların yetki aşımı yapıp yapmadıkları soruşturma neticesinde belli olur."

"HSYK'ya meclisin üye seçmesi doğrumudur?" şeklindeki bir başka soruya ise Can, "Tarafgir bir yargı oluşturmak istemiyorsanız, meclis üzerinden çoğulculaştırın. 'Hayır tarafgir bir yargı oluşturulmalı' diyorsanız eğer, siyaset hiçbir yetkide bulunmasın. Tek tipleştirilmiş olan bir yargı en tehlikeli siyaseti yapmaya başlar. Çoğulculaştırdığınız bir yargı kendi içinde kendi kendini kontrol edebilir. O yüzden meclisin seçimi önemlidir. Avrupa'da siyasi partilerin seçtiği üyelerin çok daha adil kararlar verdiği görülmüştür." cevabını verdi.

"YENİ ANAYASA İÇİN BİR KURUCU MECLİS, ÖN KOŞULSUZ TOPLANMALI"

Can, yeni bir anayasanın nasıl yapılabileceğini ise şöyle anlattı: "Yeni bir anayasa için bir kurucu meclis ön koşulsuz toplanmalı. Kırmızı çizgisiz olmalı. Herkes oraya üye seçebilir olmalı. Tüm toplumun yansıdığı bu meclis açık ilkeler üzerinde uzlaşmalı. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti unsurları üzerinde bu toplumda uzlaşmayacak kimse çıkmaz. Ardından alt komisyonda bunun somutlaştırmaları gerçekleştirilir. Bu komisyonlara sivil toplum örgütlerinden üyeler eklemlenebilir. Dinamik yapıyla daha çerçeve bir anayasa hazırlanabilir."

"PARTİLER, CHP TÜZÜĞÜNE AYKIRI OLDUĞU İÇİN KAPATILDILAR"

Osman Can, bir soru üzerine, siyasi partilerin kapatılmasının bu güne kadar demokrasiye hiçbir fayda getirmediğini ifade etti. Bu güne kadar hazırlanan hiçbir kapatma iddianamesinin demokrasiyi koruma adına hazırlanmadığını vurgulayan Can, "Bu güne kadar demokrasi ve özgürlükleri koruma adına bir kapatma davası açılmış değildir. Şunu bilelim ki, Türkiye'de kapatılan bütün siyasi partiler, 1935 CHP tüzüğüne aykırı olduğu için kapatılır. Bunu kimse bilmez, parti kapatanlar da bu düşüncede değildir ama tarihi sürece baktığınız da bu böyledir." şeklinde konuştu. (CİHAN)

19.03.2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

FADİME ŞAHİN BULUNDU

28 Şubat aktristinin son hali

Aralık 1996'da Aczmendi Tarikatı Lideri Müslüm Gündüz'le basıldıktan sonra bir anda Türkiye'nin en medyatik figürü haline gelen Şahin, şöhretten kısa sürede bıktı ve ismini değiştirerek kendini uzun yıllar saklamayı becerdi. SABAH ekibi tarafından 15 gün boyunca sabah akşam adım adım izlendiği güne kadar da kim olduğu fark edilmeden, sessiz ve derin bir yaşantı sürdü. Şahin, artık yolda yürürken kolay kolay tanınmayacağını bilse bile 28 Şubat günlerindeki yoğun ilginin yarattığı endişeyi hâlâ bir nebze de olsa taşıyor. Öyle ki, yolda yürürken takip edilip edilmediğini anlamak için zaman zaman arkasına bakıyor. On üç yıl aradan sonra Türk basınında ilk kez görüntülenen Şahin, 28 Şubat günlerindeki gibi halen tesettürlü. Ancak çalıştığı fabrikaya girerken saçlarını açıyor, eve dönmek üzere servise bindiği zaman tekrar örtünüyor.ADINI DUYUNCA ŞOK OLDU

Günler süren takibin sonunda işe gitmek üzere sokağından çıkarken birden SABAH Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek'i karşısında bulan Fadime Şahin, "Merhaba Fadime Hanım, sizinle konuşmak istiyoruz" deyince bir an duraksadı, gözlerini kapattı, hafifçe titredi. Her zamanki gibi siyah çerçeveli gözlüğünü takmış olan Şahin, tanınmamak için atkısıyla yüzünü kapatıp, kendini mümkün olduğunca gizlemeye çalıştı. SABAH ekibinin Şahin'e yönelttiği ilk soru, "28 Şubat sürecinde bir operasyonun parçası olduğunuzu düşünüyor musunuz?" idi. Şahin bu soruyu dikkatle dinledi ve cevap vermedi. Ekibimiz, "Ümit Oğuztan'ı ve Seyhan Soylu'yu tanıyor musunuz?" sorusunu yanıtsız bırakan Şahin'e şu soruları da yöneltti:

- Ergenekon davasında gizli tanık olduğunuz yönünde bir iddia ortaya atıldı. Bu iddia doğru mu? - Türkiye'de 28 Şubat sürecinden bu yana pek çok şey değişti. Neden hâlâ saklanıyorsunuz?

- Müslüm Gündüz'le birlikte görüntülenme olayı, bir operasyon muydu? - 28 Şubat kararları alınmadan önce 'postmodern askeri müdahale'ye zemin hazırlamak amacıyla tarikatlarda eğitim aldığınız iddia edildi. Bu iddia doğru mu?

- Konuşmamaya kararlı mısınız? Fadime Şahin, sorularımızı dinlerken kameraya da alındığını fark edince yüzünü iyice kapattı, 28 Şubat süreciyle ilgili bütün sorularımızı yaklaşık beş dakika boyunca sessizce dinledi ve hiçbir sorumuza cevap vermedi. Şahin, ısrar üzerine SABAH Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek'in kartvizitini aldı ve yedi dakikalık bir yürüyüşten sonra bir taksiye atlayıp uzaklaştı.

13 YIL SAKLANMIŞ


İstanbul'dan Malatya'ya, Diyarbakır'dan Konya ve Bursa'ya kadar Türkiye'nin çeşitli illerinde iz süren SABAH ekibinin tespitlerine göre Fadime Şahin, 13 yıl boyunca kendini gizlemek için büyük çaba sarfetti. Meşhur olduktan sonra Şahin'in ilk işi, tarihi 28 Şubat kararlarının alındığı 1997 yılının sonunda ismini ve soyadını değiştirmek oldu. Sultanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2 Aralık 1997 tarih ve 997/214-186 No'lu kararından sonra T. A. Y. adını alan Şahin'in TC Kimlik No'su 375........ ile başlıyor. Zaman zaman adres değiştiren Fadime Şahin, şu anda İstanbul dışında bir şehirde mütevazı bir evde yaşıyor. Şahin'in babası Hasan Şahin, Aralık 2007'de vefat etmiş. Ailenin maddi durumu çok iyi sayılmaz. Öyle ki, baba Şahin ölmeden önce yeşil kart kullanıyormuş.

FADİME Şahin, 1997'de Türk televizyon tarihinde bir dönemin kırılması güç reyting rekoruna imza atmış bir isim. Başörtüsünün altına taktığı bone ve başını bağlama biçimiyle halen kullanılan bir modanın ilham kaynağı olan Şahin, Aczmendi Tarikatı Lideri Müslüm Gündüz'le 28 Şubat müdahalesinden tam iki ay önce, 28 Aralık 1996'da bir evde uygunsuz durumda basıldıktan sonra Türkiye'nin gündemine oturmuştu.

Şahin, sahte şeyh Ali Kalkancı'nın kendisini iğfal ettiğini öne sürmüş ve 28 Şubat sürecinde büyük tartışmalara neden olmuştu. Şahin, bu yönleriyle postmodern darbe döneminin en önemli tanığı olarak nitelendiriliyor. Ancak Fadime Şahin, bugüne kadar kendisini kandırdığını söylediği Müslüm Gündüz ve Ali Kalkancı aleyhine söylemleri hariç hiç konuşmadı. Müslüm Gündüz, Fadime Şahin'le basılma olayından sonra ırza geçmek suçundan yargılandı. TCK'nın 416. ve 417. maddelerinden, 7 yıldan az olmamak kaydıyla hapsi istenen Gündüz, 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

ARADAN yıllar geçince unutulan Fadime Şahin, son olarak 2009'da Ergenekon davasının bir gizli tanığının iddiaları ile gündeme gelmişti. Gizli tanık, Şahin hakkında şu iddiaları ortaya atmıştı: "Fadime Şahin, aslında pavyonda çalışan bir telekızdı. Oradan alınıp, özel bir görevle Aczmendi Lideri Müslüm Gündüz'ün metresi haline getirildi. O dönemde yine gündemde olan cinci hoca Ali Kalkancı da aslında bir alkolikti. Bütün olaylar Refahyol'u düşürmek için organize edildi."

PERDE ARKASINDAKİ İSİMLER

Gizli tanığın iddiasına göre, 28 Şubat döneminde Fadime Şahin, Müslüm Gündüz ve Ali-Emire Kalkancı skandallarının perde arkasında organizatör olarak Veli Küçük, finansör olarak ise Strateji dergisinin sahibi Turgut Büyükdağ vardı.

İddiaya göre askeri müdahaleye zemin hazırlamak ve kamuoyunu yönlendirmek amacıyla Büyükdağ'ın sahibi olduğu Strateji Dergisi'nin Nişantaşı'ndaki ofisinde toplantılar düzenliyor ve operasyon planları hazırlanıyordu. Gizli tanığın iddialarına gore, Ümit Oğuztan, "travestiler kraliçesi" lakaplı Seyhan Soylu (Sisi) ve polis müdürü Ümit Bavbek'in de içinde bulunduğu senaryonun uygulanması sonucunda Refahyol Hükümeti, Sincan'da tankların yürümesini müteakip düşürülmüştü.

TANIK KORUMA

Gizli tanığın bu ifadesi üzerine Fadime Şahin'in Ergenekon savcıları tarafından da ifadesi alınmak üzere çağrıldığı, ancak bulunamadığı iddia edilmiş ve Şahin için "Tanık koruma programı ile buhar oldu" ifadesi kullanılmıştı. Ancak SABAH'ın yaptığı araştırmalar bu iddianın doğru olmadığını ortaya koyuyor.

SABAH Özel İstihbarat ekibinin 15 gün boyunca neredeyse 24 saat adım adım takip ettiği Fadime Şahin'in, çalışma hayatı ve gündelik yaşantısı gözönüne alındığında tanık koruma programı kapsamında uzak veya yakın koruma tarafından korunmadığı anlaşılıyor.

Kaynak:Sabah

Devamını BURADAN okuyun...>>>

17.3.10

"KÖTÜ GAZETECİLER"

'İyi çocuklar'-'Kötü gazeteciler'...

Tüm ‘kirli çamaşır-lar’ bir bir ortaya dökülüyorlar. ‘Gerçeklerin kötü bir huyu vardır, bir gün mutlaka ortaya çıkarlar’ hesabı.
Bir süre önce Şemdin Sakık’ın ‘Şiddetin Sefaleti’ adlı bir kitabı yayımlandı. Sakık, 1998’de Diyarbakır Jandarma İstihbarat Merkezi’nde yapılan sorgusuna Şemdinli sanığı astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in katıldıklarını belirtiyor ve ‘ülkenin ileri gelen gazeteci, yazar ve siyasetçilerinin örgütü (PKK) yardımcı olduklarını, para karşılığında örgüt propagandası yaptıklarını itiraf etmemi istediler’ diyor ve ‘onları katıldıkları tartışma programlarından ve gazete köşelerinden tanırım‘ cevabını verdiği ama sorgucularını ‘ikna edemediğini’ ekliyor.
Sorguyu yapanlar Sakık’ın önüne birkaç kağıt koyuyorlar ve imzalamasını istiyorlar. Bu kağıtların ne olduğunu sorduğunda ‘Önemli şeyler değil, ifadenden arta kalanlar’ cevabını alıyor. ‘Koyu puntolarla yazılmış isimleri gödüm. Hepsi de sorguda isimleri geçen insanlardı. Belgeyi imzalamayı kabul etmedim’ karşılığını veriyor.Ve sorgusunu dönemin 7. Kolordu Komutanı’nın (Yaşar Büyükanıt) da izlediğini bildiriyor. Sorguyu yapanlar ise daha sonra Şemdinli olayının failleri olarak ortaya çıkan isimler. Yaşar Büyükanıt onlardan ‘iyi çocuklar’ diye söz etmiş. Müebbet hapis talebiyle yargılandıkları halde, askeri yargı tarafınan serbest bırakılmışlar. Soruşturmayı yürüten savcı Ferhat Sarıkaya ise ışınlanmıştı.
Şemdin Sakık’ın anlattığı sorgu, benim adımın da dahil olduğu 1998’in meşhur ‘Andıç’ olayının arka planı. Yazdıklarının doğru olduğunu ben biliyorum, zira DGM Savcılığı’nda bana gösterilen Şemdin Sakık’ın ifadesinde bizimle ilgili olumsuz tek bir söz yoktu. Kendisinden istenen ‘itiraf’ı yapmamıştı.
Bizim isimlerimiz, ‘kirli bir tertip’ ile Genelkurmay bünyesinde hazırlanan ‘Andıç’ta yer almış ve basında yayımlanması sağlanmıştı. Zaten yakın geçmişte bizzat Yaşar Büyükanıt, yapılanın ‘yanlış’ olduğunu ‘itiraf’ etmişti.
***
O dönemde Sabah gazetesi yazıişleri müdürü olan Ergun Babahan’ın önceki gün ve dün Taraf’ta Neşe Düzel ile yaptığı uzun röportajda o döneme ilişkin ‘itiraflar’ı yayımlandı.
Neşe Düzel soruyor: “O belge geldiğinde ne düşündünüz?”
Ergun Babahan cevaplıyor: “Belge gelmedi. Şemdin Sakık’ın ifadeesi bir haber olarak geldi bize Ankara bürodan. Cengiz Çandar’la M. Ali Birand’ın PKK’dan para aldıklarına dair iddialar vardı ifadede. Ankara’an faksla bu haber geçildi.”
Neşe Düzel, “Siz o gün elinize geçen belgenin düzmece bir belge olduğunu anlamadınız mı?” diye soruyor.
Ergun Babahan, “Anladık tabii ki” diye cevap veriyor. Bir yerde Neşe Düzel, “Hürriyet o belgenin düzmece olduğunu biliyor muydu?” diye sorusunu yineliyor ve Ergun Babahan “Bence biliyordu. Andıç’ta adı geçen gazeteciler, Kürt meselesinde demokrat çizgideydiler” diyor.
Söyleşinin bir başka yerinde ise ‘Zafer Mutlu, Cengiz’in vurulabileceğinden çok korkuyordu. Böyle bir bilgi de gelmişti. Ayrıca ‘Onları gazeteden atın’ diyorlar’ diye anlatıyor. ‘O belge yayınladıktan sonra ne hissetiniz?’ sorusunu ise ‘Ben de ölümden kurtardığımıza inanıyordum’ şeklinde karşılıyor.
Hakkımızda görülmemiş bir ‘iftira’nın yayımlanmasının aslında bizi/beni ‘ölümden kurtarmak’ amacıyla yayımlandığının açıklaması. O ‘düzmece belge’ yayımlandıktan 10 gün sonra Akın Birdal’ın üzerine bir şarjör kurşun boşaltıldı.
Ergun Babahan, bütün bunları 28 Şubat’tan 12 yıl sonra niçin anlattığını da şöyle açıklıyor:
“Kendi içinde yaşadığın bir utancı saklayarak yok edemiyorsun. Gerçeği herkes biliyor zaten. Ne yaşadığını, ne yaptığını anlatman lazım ki, insanlar bir daha böyle şeyler yapmasınlar.”
Ergun, iyi ki anlattı bunları. ‘Herkes’ gibi ben de ‘gerçeği’ biliyorum zaten ama ‘kendi içinde utanç yaşaması gereken’ insanlar aranıyor şimdi. Ankara bürosundan kim, kimden aldı o ‘düzmece belge’yi? Kim kime, kimin tarafından benim vurulabileceğim bilgisini iletti?
Bunları bilmeye ihtiyacımız var ki, böyle şeyler bir daha yaşanmasın.
***
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, görevde olduğu bir sırada hiç gereği yok iken ve kimse öyle bir şey söylememişken, bir basın toplantısında ‘Türk Silahlı Kuvvetleri bir suç örgütü’ değildir demiş ve bu sözleri söylemiş olduğu için çok kişiyi şaşırtmıştı.
Türk Silahlı Kuvvetleri, elbette bir ‘suç örgütü’ değildir, adı üzerinde Türk Silahlı Kuvvetleri. Ama içinde çok sayıda ‘sanık’ barındırdığı son ayların, son haftaların gelişmeleriyle gün ışığına çıktı.
Şimdi yapılması gereken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinin ciddi bir temizlikten geçirilmesi. Oysa bakıyoruz, Genelkurmay Başkanı, tıpkı 12 yıl önceki ‘iyi çocuklar’ gibi, Üçüncü Ordu Komutanı’na kefil oluyor. ‘İyi çocuktur’ demeye getiriyor.
Oysa Üçüncü Ordu Komutanı, mahkemece kabul edilen bir iddianamenin bir numaralı sanığı ve hakkında beş ila 10 yıl hapis cezası isteniyor. ‘Suçlu’ denilemez ama ağır cezada yargılanan bir sanık konumunda. Genelkurmay Başkanı, öyle bir sanığa arka çıkmakla hiçbir şey yapmıyorsa bile ‘Açılan ve yürüyen bir dava hakkında açıklama yapmak ağır suç kapsamına girer’ şeklindeki Anayasa’nın 288. Maddesi’ni ihlal etmiş olmuyor mu?
Türk Silahlı Kuvvetler Personel Kanunu’nun 65. Maddesi, ‘beş yıl ve daha fazla ceza gerektiren suçlardan yargılananların açığa alınması’ yetkisini Milli Savunma Bakanı’na vermiyor mu?
Milli Savunma Bakanı niçin yetkisini kullanmıyor?
Başbakan, Milli Savunma Bakanı’na niçin bu yetkiyi kullanması talimatını vermiyor?
Ve niçin Genelkurmay Başkanı, Ankara’da bir resepsiyonda Ergenekon davasından ağır hapis talebiyle yargılanmakta olan emekli Orgeneral Hurşit Tolon ile yüzlerinde gülücükler görüşüyor?
Hani Hurşit Tolon, sağlık nedenleriyle tahliye edilmişti? Genelkurmay Başkanı’nın davetlisi olarak resepsiyonda ne arıyor?
Ve resepsiyondan bir başka fotoğraf; her Genelkurmay Başkanı’nın çevresini insan haysiyeti kavramı açısından hüzün uyandıran aynı yüz ifadeleriyle alan aynı medya mensupları. Şimdiki Genelkurmay Başkanı, o aynı kişilere, bize duyurulmak üzere olsa gerek, basında yapılan bazı haber ve yorumların Askeri Ceza Kanunu’nun 95. Maddesine aykırı olduğunu ve bu maddenin üç yıldan altı yıla kadar hapis cezasını içerdiğini hatırlatıyor.
Anayasa’dan ve adli yargıdan özerkleşmiş askerler; buna karşılık askeri yargı tehdidi altında biz basın mensupları.
Sahi, ‘sivil dikta rejimi’ne doğru yol alıyorduk, öyle değil mi?
CENGİZ
ÇANDAR

Politika

17/03/2010
ccandar@radikal.com.tr

Devamını BURADAN okuyun...>>>

İMZAYI TAHRİP GİRİŞİMLERİ

Savcılık Tahribe izin vermedi

Askeri Savcılık, ‘ıslak imza’ üzerinde parmak izi araması yapmak istedi. Sivil savcılık “Kimyasallar belgeye zarar verir. Belgeyi derhal gönderin” karşılığı verdi

Albay Dursun Çiçek imzalı ‘Demokrasiye Müdahale Eylem Planı’ üzerinde kimyasallarla bir dizi inceleme yapmak isteyen Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın talebi, Ergenekon soruşturmasını yürüten Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği tarafından reddedildi. Uzmanların ve hukukçuların “Kimyasallarla yapılacak inceleme belgenin orjinaline zarar verir” uyarılarının ardından sivil savcılık, askeri savcılığa “Belgeyi derhal geri gönderin” yazısı yolladı. KURUMUN RAPORU YETERLİ GÖRÜLMEDİ

Adli Tıp Genel Kurulu, TÜBİTAK ve Emniyet Kriminal’in “İmza Dursun Çiçek eli ürünü” raporlarına rağmen ısrarla belgeyi isteyerek ‘Jandarma Kriminal’de bir daha inceleme yaptıran Askeri Savcılık, buradan da “İmza Dursun Çiçek eli ürünü” raporu verilince, yeni bir karar almıştı. Askeri savcılık, belge üzerinde bir dizi inceleme daha yaptırmak için İstanbul Başsavcıvekilliği’nden izin istemişti.

HİÇBİR İNCELEME YAPMADAN GÖNDER

Askeri savcığılın ‘ıslak imza’ üzerinde “parmak izi, Genelkurmay’ın yazışma usullerine uygunluğu, teknik aletler vasıtası ile taklit edilip edilmediği, imzanın atılmış olabileceği tarih, kağıt, yazıcı ve mürekkeplerin Genelkurmay’da kullanılan ürünlerle uyumlu olup olmadığı” araştırması yaptırma talebi sivil savcılıkça reddedildi. Belgenin orjinalini muhafaza edip korumakla görevli olan sivil savcılık “Kimyasal maddelerle yapılacak inceleme belgeye zarar verir” gerekçesiyle “Belgenin üzerinde hiçbir işlem yapılmadan acilen gönderilmesini” istedi.

AVUKATLARININ İSTEKLERİ HİÇ BİTMİYOR

Islak imza üzerinde parmak izi başta olmak üzere bir dizi araştırma yapılmasını, Dursun Çiçek’in avukatı istemişti. Çiçek’in avukatı, belgenin İsviçre’de de incelenmesini talep etmişti.
aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

BALYOZ'UN PAŞA KARNESİ

Balyozcular paşaları fişlemiş

Taraf muhabiri Baransu’nun son kitabı Karargâh’ta yer alan ve Tanyeri’nin bilgisayarından çıkan listede, Orgeneral Başbuğ için ‘İkna edilmeli’ deniyor.

Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın 1.Ordu Komutanı olduğu sırada hazırlanan Balyoz Harekat Planı’nda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde general rütbesinde bulunan tüm subayların “darbeye destek verecek” ya da “ vermeyecek” şeklinde fişlendiği ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Işık Koşaner de fişlenenler arasında.

Taraf muhabiri Mehmet Baransu’nun hazırladığı ve cuma günü Kara Kutu Yayınları’ndan çıkacak Karargah adlı kitapta listenin tamamı yer alırken, generallerle ilgili değerlendirmeler ayrıntılı olarak anlatılıyor. Dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın emriyle Harekat Daire Başkanı Albay Süha Tayyeri tarafından hazırlanan fişleme listesinin bilgisayara ilk kayıt tarihi 13 Ocak 2003, saat: 12:25 olarak görülürken, son kaydetme tarihinin ise 27 Şubat 2003 ve saat: 18:09 olarak göze çarpıyor.Başbuğ ikna edilmeli
Listede generallerin rütbesi, adı soyadı, sicil numaraları, görevleri ve bulundukları garnizonun bilgileri detaylı olarak yer alırken, isimlerin karşısına açılan “Düşünce” bölümü dikkatleri çekiyor. Düşünce bölümünde artı (+) ve eksi (-) işaretleri konarak, yapılacak harekata kimlerin destek vereceği belirtiliyor. Bazı generallerin karşısına ise soru işareti konmuş. Listede, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ için tek artı işareti konuyor ve yanına “İkna edilmeli. Aytaç Paşayla birlikte hareket eder” notu düşülüyor.

Özkök bölümü bomboş
2003 yılında Genelkurmay 2. Başkanı olan Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a ise eksi notu verilirken, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’le ilgili “Düşünce” ve Ordu Komutanı Değerlendirmesi” bölümü tamamen boş bırakılıyor.

Berk, ‘her zaman aranabilir’
Ergenekon soruşturması kapsamında son günlerde adı sık sık gündeme gelen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’le ilgili de tek artı işareti ve “Her zaman aranabilir” değerlendirmesi yapılıyor.

Listede dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’a tek artı işareti verilip, “Mart ayı içerisinde kendisiyle yüz yüze görüşülecek” notu düşülmüş. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç da tek artı alan isimlerden. Kılınç’ın karşısındaki değerlendirme notu ise şöyle: “Tuncer Paşa Çorlu’dan Yaşar Çebi ve Güner Conkuroğlu ile yakından tanışır. Şükrü paşa bu şahıslarla irtibat kurabilir.”

Ersöz, Eruygur’a anlatır
Adı Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarında geçen Ergenekon’dan yargılanan dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener Eruygur’la ilgili not da oldukça dikkat çekici. Eruygur’a tek artı işareti verilip, şu not düşülmüş: “Aytaç Paşa ile görüşecekti. 0533.... Nolu telefonundan aranarak teyit edilmeli. Levent Ersöz kendisine planlar hakkındaki son detayları aktaracak.”

Listede dönemin Ege Ordu Komutanı Orgeneral Ahmet Hurşit Tolon’la da görüşüldüğü ve haber beklediği notu dikkat çekiyor.

Balyozculara üç artı işareti
Listede adı Balyoz Harekât Planı’nda geçen isimlerin bir çoğu diğerlerinden farklı olarak kırmızı renkle artı ile işaret verilmiş. Bazıları üç artı işareti alırken, kimilerine ise iki veya tek kırmızı artı işareti konmuş. Çetin Doğan kendi hazırlattığı listede kendisine üç kırmızı artı işareti vermiş. Balyoz’da adı geçen ve listede kırmızı artılarla yer alan isimler ise şöyle: Çetin Doğan, Engin Alan, Şükrü Sarıışık, Ergin Saygun, Ayhan Taş, Behzat Balta, Mehmet Kaya Varol, Doğan Temel, Hayri Güner, Metin Yavuz Yalçın, Nejat Bek, Recep Rıfkı Durusoy, Mustafa Korkut Özarslan, Zekeriya Öztürk, Yuldaer Olcan, Mustafa Kemal Tutkun, Salim Erkal Bektaş, Ahmet Yavuz, Gürbüz Kaya.

Jandarma’dan 28 general var
Listede, Jandarma Genel Komutanlığı’nda görevli 28 generalin ismi de bulunuyor.

Bu listede “Düşünce” bölümüne komutanlarla ilgili üç değişik not düşülmüş: “Destekler, Desteklemez, Destekler-Görevli.”

Listede iki tuğgeneralin ismi dikkat çekiyor. Adları Ergenekon soruşturmasında geçen Kadir Ali Esenler ve Levent Ersöz’e aynı not düşülmüş. “Destekler-Görevli.” kaynak TARAF

Fişleme belgelerini görmek için TIKLA

Devamını BURADAN okuyun...>>>

12.3.10

BİR KAMYON SORU

Bomba yüklü kamyon bilmecesi

Sivil kamyonda hiçbir güvenlik önlemi alınmadan 900 el bombasının patlamaya hazır şekilde yola çıkarılması akıllara birçok soru getirdi.

Sivil bir kamyon kasasında taşınan 900 el bombasının bazısının seri numarası olmadığı, bazısının seri numaralarının silindiği ortaya çıktı. Bombalar yeniden numaralandırılmak için gönderilmiş.

Ankara’da önceki gün hareketli saatler yaşanmasına neden olan 980 el bombası yüklü sivil kamyon ile ilgili tartışma sürüyor. Marmaris’teki Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı birlikten yola çıkan kamyonla ilgili olarak güzergahtaki 3 ilin Jandarma Komutanlığı’na bilgi verildiği, ancak faksla bildirilen nakil belgesinde mühimmatın miktarı ile cinsinin bildirilmediği öğrenildi. Güzergahtaki yerleşim yerlerinde güvenlikle sorumlu polise ise bilgi verilmediği belirlendi.

20 SANDIKTAN 900 BOMBA ÇIKTI

Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gelen bir mail ihbarı üzerine durdurulan 900 el bombası yüklü sivil kamyonla ilgili sis perdesi aralandı. Olaya el koyan Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, kamyonun Emniyet’e çekilmesi talimatını verdikten sonra Merkez Komutanlığı’ndan yetkililerin de bulunduğu heyet huzurunda içerisinde 25 adet bomba bulunan 20 sandığı tek tek açarak tutanak altına aldı.YA NUMARA YOK YA DA TAHRİP OLMUŞ

Yapılan incelemede, el bombalarının pimlerinin takılı vaziyette kullanmaya hazır olduğu belirlenirken, bir kısım bombanın seri numaralarının tahrip olduğunun görüldüğü ifade edildi. Ayrıca bombalardan bir kısmının seri numarası olmayıp sadece kafile numaralarının olduğu da tespit edildi. Askeri yetkililer, bu tür el bombalarının Oğulbey’deki Özel Kuvvetler Komutanlığı tesislerinde yeniden numaralandırılacağını ifade etti.
JANDARMANIN BÜYÜK İHMALİ VAR

Soruşturma kapsamında bilgisine başvurulan Marmaris’teki Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı birimin komutanı, nakille ilgili güzergahtaki 3 ilin jandarma komutanlıklarına yazılı bilgi verdiklerini aktardı. Komutan, faks mesajlarının bir örneğini de Savcı Bilgili’ye gönderdi. Ancak bildirim mesajında kamyondaki mühimmatın miktarı ve içeriği ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye yer verilmediği öğrenildi. Kamyonun geçiş yaptığı Denizli, Afyon ve Ankara il jandarma komutanlıklarının ise kamyonun güvenliğini sağlamak amacıyla bir görevlendirme yapmadığı belirlendi.

SEVKİYAT BELGESİ KORGENERAL İMZALI

Altında Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Servet Yörük’ün imzası bulunan ve Destek Grup Komutanlığı’na hitaben yazılan 4 Mart 2010 tarihli sevkiyat belgesinde “Seri numarasız el bombalarına seri numarası verilmesi faaliyeti kapsamında Mühimmat Ana Depo Komutanlığı/Kırıkkale’ye tesliminin sağlanması maksadıyla Milas’taki Özel Kuvvetler envanterindeki el bombalarının tümü Oğulbey Kışlası’na nakledilecektir” deniliyor.

İşte o bomba ihbar e-maili

Bomba yüklü kamyon ihbarı ‘Mehmet Ali’ rumuzunu kullanan bir kişi tarafından e-mail yoluyla Ankara Emniyeti’ne yapıldı. 10 Mart günü saat 15.57.17’de Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’ne gönderilen e-mailin ‘konu’ bölümündeki “çok önemli lütfen bakınız” ibaresi dikkat çekiyor. İşte o mail: “06 BJ 9915 plakalı MAN kamyona dikkat!!! Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu ve ‘Kozmik Oda’da yapılan aramalardan sonra seferberlik üyeleri telaşa düştü.

SEFERBERLİK’İN SİLAHLARI

Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu kullanmış olduğu sivil personelden bütün kirli silahları birer birer toplayarak Ankara’ya getirtiyor. Az önce Afyon’dan yola çıkan ve Ankara’ya gelecek olan 06 BJ 9915 plakalı MAN kamyona uzun namlulu silahları olan şahıslar nezaret ediyor. Polis uygulamasından kurtulmak için araca subay kimliği taşıyan silahlı bir kişi bindirildi. Bu aracı mutlaka kontrol edin ama dikkatli olmalısınız. Çünkü silahlara nezaret eden uzun namlulu silah taşıyan kişi gerekirse çatışmaya girmeye de hazır olacak. Sevkiyatın ilk durağı Ankara, silahlar burada elden geçirildikten sonra namluları temizlenecek, seri numaraları değiştirilecek.”

Ya örgütlerin eline geçseydi

Sivil kamyonda hiçbir güvenlik önlemi alınmadan 900 el bombasının patlamaya hazır şekilde yola çıkarılması akıllara birçok soru getirdi.

İşte o sorular:

• İhbarcı, kamyonu polise değil de PKK, El Kaide ve Hizbullah gibi terör örgütlerine ihbar etseydi, terör örgütleri bu bombaları ele geçirebilir miydi? Teröristlerin eline geçmemesi için nasıl önlem alındı?

• Kamyona yüklenen mühimmatın içeriği ve miktarı ile ilgili herhangi bir yazılı belge yokken, varış yeri olan Oğulbey’e teslimatın tam ve eksiksiz yapılıp yapılamadığı nasıl kontrol edilecekti?

• TSK daha tehlikeli mühimmatları prosedüre uygun olarak taşırken, bu bombaları sivil araçla, eskortsuz, emniyet birimlerine bildirmeden taşımasının nedeni ne?

• Sevkiyatta neden Ankara’da konuşlu olan ve Türkiye’nin her köşesine malzeme taşıyan Ulaştırma Taburu kullanılmadı?

• Kamyon meskun mahallerden geçmesine rağmen güzergahtaki hiçbir Emniyet Birimi’ne neden bilgi verilmedi?

• Eskortlar eşliğinde götürülmesi gereken patlayıcılar neden gizlice ve kağıt kolileri arasında özensizce taşındı?

• Bu nakliyatın eski ÖKK komutanı emekli Korgeneral Engin Alan’ın Balyoz’dan tutuklanmasının ardından yapılması tesadüf mü?

• Mühimmatın TSK’nın envanterinde bulunduğunu gösteren seri numarası, kafile numarası gibi işaretlerin bulunması zorunlu. Sözkonusu mühimmatın bir kısmında seri numarasının bulunmayıp sadece kafile numarasının bulunmasının sebebi nedir?

İhbarcı araştırılıyor

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bomba yüklü kamyonla ilgili ihbarı yapan şahıs ve şahısları araştırıyor. Öte yandan, olayın ardından mühimmat nakli ile ilgili yönetmelik ve emirlere uyulmadığı gerekçesiyle olayda sorumluluğu bulunan ÖKK ile jandarma personeli hakkında da ayrıca işlem başlatılacağı öğrenildi.

STAR

12.03.2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

CHP GİZLİ TANIK PAZARLIĞI

CHP li Ersin Pazarlıkta

CHP’li Heyetin Erzincan’da Eriza Otel’de gizli tanıklarla buluşmaları ve bu sırada gerçekleşen çanta alışverişinin şok görüntülerini yayınlıyoruz....


Görüntülerde CHP'li Ahmet Ersin elinde siyah bir çantayla Eriza Otel’e geliyor. Ersin, çantayı yere bırakıyor. Daha sonra gizli tanıklara ifadelerini değiştirten, onları Ankara gönderten ve geçtiğimiz gün gözaltına alınan Paradise Pastanesi sahibi Erdal Erdoğan çantayı Ersin’in koyduğu yerden alıyor. Erdoğan çantayı alıp çıkınca peşinden Gizli tanık Munzur da çıkıyor. Yani çantayı CHP'li Ahmet Ersin getiriyor, ama çantayı gizli tanık ekibi alıp götürüyor.

BURADA DURUP
GİZLİ TANIK FIRAT’IN İFADESİNE DÖNELİM

Gizli tanıklar ortadan 3 gün kaybedildikten sonra Erzincan Adliyesi’nde ortaya çıkmıştı. Tanıkların ifadelerini değiştirmeleri istenmişti. Gizli Tanık Fırat o ifadesinde “bir siyah çantadan” bahsetmişti. O çantanın içinde 80 bin tl olduğunu ve bu çantayı Erdal Erdoğan’ın getirdiğini söylemişti. Erdal Erdoğan’ın Eriza Otel’de CHP’li Ersin’in bıraktığı çantanın rengi ne dersiniz?

Fırat, Erdoğan’ın kendisine yaptığı teklifi şöyle anlatıyor: "Arkadaşlarınla görüş, Eriza Otel'de milletvekilleri sizi bekliyorlar, görüşecekler. Ahmet Ersin seninle özel olarak görüşmek istiyor."

Fırat, kendisine yapılan teklifi kabul etmediğini, ancak aynı günün sonunda Erdoğan’ın kendisine bir taksici göndererek çağırttığını itiraf ediyor. Taksici Fırat'a, Erdoğan’ın kendileri için bir ev tuttuğunu, bu evde bir hafta kalacaklarını ve kimseyle görüştürülmeyeceklerini, daha sonra basın ve milletvekillerinin geleceğini ve bilgi vereceklerini söylemiş. Gizli tanık Fırat, E.'nin kendilerine "Siz eşeksiniz, kafanız çalışmıyor. Üstünüzdeki elbiselerin haline bakın, gizli tanıksınız, devlet size ne verdi?" dediğini aktarıyor. Ancak bu evde öldürülebilecekleri korkusuyla teklifi reddetmişler.

İfadelerini değiştirmeleri için teklif edilen 2 milyarın 80 milyara çıkarıldığını ileri süren Fırat, şöyle devam ediyor: "Birkaç gün önce Erdal Erdoğan’ın Paradise isimli işyerine gittim. Burada siyah bir çanta getirdi, içinde 80 milyar olduğunu söyledi. 'Bu parayı al, ifadenizi değiştirin.' dedi. Beni bu yollara sevk eden Erdal Erdoğan’dan ayrıca şikâyetçiyim."

YENİDEN GÖRÜNTÜLERE DÖNELİM

CHP'li Ersin, gazetelerde gizli tanıklarla Erzincan’da buluştuğu bilgisini önce yalanlamıştı. Daha sonra Kanal A televizyonunda katıldığı programdan gizli tanıklarla Erzincan'da buluştuğunu doğrulamış ama "Ben oturuyordum onlar yanıma geldi. Boşanma işi varmış işsizmiş onlardan bahsetti" demişti. Oysa görüntüde olay net görünüyor ve Ersin’in anlattığının tam tersi. Gizli Tanık Munzur Eriza Otel’de buluşma masasında dururken, Ersin onun yanına gelip elini sıkan ve selam veren taraf. Üstelik görüntülerdeki durum görüşmenin bu amaçla ayarlandığını ayan beyan gösteriyor. Yani görüşme önceden ayarlanmış. Gizli Tanık Munzur’u tanıştıran ise İlhan Cihaner’in tanık ayarlama işlerini takip eden Paradise Pastanesi sahiplerinden Erdal Erdoğan, nitekim şu anda gözaltında.

VE İŞTE YAYINLADIĞIMIZ GÖRÜNTÜNÜN ÇOK KRİTİK SANİYE SANİYE DETAYLARI

00.16 sn: CHP Milletvekili Ahmet Ersin – Paradise Pastanesi sahibi Erdal Erdoğan
00.18 sn: Gizli tanık Munzur S.Z.
Ahmet Ersin, Görüş Farkı programında, Gizli Tanık Munzur’un yanına gelip oturarak iş istediğini söylemişti, oysa burada Erdal Erdoğan’ın ilk kez tanıştırdığı net olarak gözüküyor. Yani, Ersin yalan söyledi.

02.30 sn: Erdal Erdoğan

03.25 sn: FOX TV muhabirleri
08.29 sn: Cihaner’in Avukatı Hamit Sekman (gizli tanık ile yan yana. Yani olay, CHP-Gizli Tanık-Cihaner’in Avukatı-Erdal Erdoğan ekseninde)
10.41 sn: CHP milletvekili Erol Tınaztepe
VE EN ÖNEMLİ AYRINTI

00.29 sn: Ahmet Ersin para çantasını yere bırakıyor.

11.24 sn: Çanta Erdal Erdoğan tarafından bırakıldığı yerden alınıyor.



KAYNAK: SONSAYFA.COM

Devamını BURADAN okuyun...>>>

9.3.10

BELGELERLE 28 ŞUBAT

Belgelerle Ergenekon'un ruhu olarak 28 Şubat...

Geçen hafta Perşembe günü TV 24'te yaptığım "Demokrasi Arşivi" programına konu olarak 28 Şubat'ı seçmiştim.

Hem 13. yıldönümü bir süre önce geride bırakıldığı için hem de hâlâ 28 Şubat'ın üstü örtülü ve açık etkileri siyasal sistemi kuşattığı için...

28 Şubat'ın üniversitelere getirdiği başörtüsü yasağı sürüyor. EMASYA Protokolü, malum, daha yeni kaldırıldı.

Ancak önemli diğer bir konu, 28 Şubat'ın operatör generallerinin daha sonraki dönemde de benzer faaliyetleri sürdürmeleri, 2002 sonrası AK Parti'yi alaşağı etmek için türlü faaliyet ve girişimlerde bulunmalarıdır.

2003 tarihli Balyoz Planı bunun en açık göstergesidir. 28 Şubat'ın Batı Çalışma Grubu Başkanı Çetin Doğan, Balyoz'un da başıdır.

Bu planı takip eden Sarıkız, Ayışığı darbe planları da devamlılığa işaret eder.

28 Şubat Ergenekon'un başlangıç noktalarından birisidir...

Peki nedir 28 Şubat?Bu soru pek çok kez soruldu ve pek çok kez yanıtlandı.

Ama hiçbir şey belgeler kadar iyi anlatamaz 28 Şubat'ı. Demokrasi Arşivi programında bunu yaptık...

Şimdi o belgelerden bir kaçını aktaralım, bırakalım konuşsunlar ve kendi başlarına 28 Şubat'ı tarif etsinler...


İLK BELGE:

2. Kolordu Komutanlığı'nın 14 Şubat 1997 tarihli emrine istinaden, 8. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'nın, 19 Şubat 1997 tarihli, "haber toplama" konulu yazısı.

1. Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Silahlı Kuvvetler'i iç ve dış tehditlere karşı koruma ve kollamak, her Türk vatandaşının olduğu kadar TSK personeli ve onların eş ve çocuklarının da en büyük milli görevidir.

2. Bu bakımdan Kara Kuvvetleri'nin tüm personeli ve aileleri birer haber toplama vasıtasıdır.

3. Tüm Kara Kuvvetleri personeli ve ailelerinin elde edeceği her türlü belge, bilgi ve haberi bu konunun üst komutanlık tarafından bilinip bilinmediği yorumunu yapmadan aileler yoluyla üst komutanlığa ulaştırması ve personelin bu hususta bilgilendirilmesi ilgi ile emredilmiştir.

İmza: Mahmut Sancar, Kurmay Albay Kurmay Başkanı


İKİNCİ BELGE:

Genelkurmay Başkanlığı'nın 16 Nisan 1997 tarihli, "Laiklik Aleyhtarı faaliyetler" konulu yazısı.

1. "Muhtelif kaynaklardan camilerimizde laiklik aleyhtarı vaazlar verildiği, bu vaazların içeriğinde kanunen suç teşkil eden ibareler olduğu, hutbe ve vaazların verilmesinde Diyanet Başkanlığı'nca yayınlanan dokümana uyulmadığı gözlenmiştir.

2. Garnizon komutanlılarınca öncelikle Cuma ve bayram namazları olmak üzere gayri muayyen zamanlarda verilen hutbe ve vaazların personel görevlendirmek suretiyle takibinin ve tespit edilen hususların yer ve zaman belirtilerek rapor edilmesinin laiklik aleyhtarı tutum ve davranışları önlemeye yönelik çalışmalar için faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

3. Konunun hassasiyeti dikkate alınarak görevlendirilecek personelin seçimi ve görevin icrasının, garnizon komutanlıklarınca bizzat takip ve kontrol edilmesi uygun mütalaa edilmektedir."

İmza: Çetin Doğan, Korgeneral Harekat Başkanı


ÜÇÜNCÜ BELGE:

Dz.KK'lığının 5 Mayıs 1997 tarihli, "Batı Çalışma Grubu Bilgi İhtiyaçları" başlıklı yazısı:

"Batı Çalışma Grubu faaliyetlerine yönelik olarak, ilgi ile gönderilmesi istenen bilgi ve raporlara ilave olarak, aşağıda belirtilen bilgilerin de derlenmesi ihtiyacı doğmuştur. İl ve ilçelerdeki;

a) Tüm dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları ve konfederasyonları

b) Yüksek öğretim kurumları (fakülte, yüksekokul ve enstitüler)

c) Yurtlar, (Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı, kurum ve kuruluşlara bağlı, özel yurtlar)

d) Üst düzey yöneticiler (vali, kaymakam, büyükşehir belediye başkanları, belediye başkanları) ile diğer mülki makamlarda bulunan görevlilere (müdür, daire başkanları) ait biyografiler, anılan şahısların siyasi görüş/yönleri

e) İl genel meclis ve belediye meclis üyeleri

f) Siyasi parti il ve ilçe teşkilatları yönetim kadroları,

g) Yerel TV, radyo, gazete, dergi ve diğer basın-yayın kuruluşları..."

İşte böyle...
Ali Bayramoğlu
alibayramoglu@tnn.net09 Mart 2010 Salı YENİŞAFAK

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ORAK EYLEM PLANI

Orak Azınlık Eylem planı

Türk jetinin düşürülmesi ve camilerin bombalanması gibi eylemlerle infial oluşturup darbeye zemin hazırlamayı öngören Balyoz Planı'nın diğer ayağı olan 'Orak Planı'nda ise hedef azınlıklardı. Azınlıkların tek tek fişlendiği 'Orak Planı'nda 2006'da öldürülen Rahip Santoro, 2007'de suikaste kurban giden Hrant Dink ile Etyen Mahçupyan ve Seven Nişanyan sakıncalılar' listesinde yeralıyor.

2003'te 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan ile 24 generalin katıldığı seminer toplantısında ele alınan 'Balyoz Darbe Planı'nın önemli ayaklarından biri daha belli oldu. 'Çarşaf' ve 'Sakal'la camilerin bombalanmasını, 'Oraj'la Ege'de Yunanistan'la gerginlik çıkarmayı hedefleyen 'Balyoz' yapılanmasının 'Orak Planı'yla da azınlıkları hedef aldığı ortaya çıktı.SANTORO'DAN HRANT DİNK'E

Dönemin İstanbul İl Alay Komutanlığı Jandarma Harekat Şube Müdürü Hanifi Yıldırım imzalı "Sivil Toplum Kuruluşlarına Yönelik Eylem Planı" başlıklı 'Orak Planı'nda tüm azınlıklara ait sivil toplum kuruluşları ile bazı gayrimüslüm gazeteci ve aydınlar fişlendi. Darbe öncesi ve sonrasında azınlıklarla ilgili yapılacak çalışmaların ve alınması gereken tedbirlerin yer aldığı belgede 2007'de öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazeteci yazarlar Etyen Mahçupyan ve Seven

Nişanyan "Darbe karşıtı Ermeni Basını" olarak yeralıyor.

RAHİP SONTORO ORAK'TA

2003 tarihli Orak'ta 2006'da öldürülen Rahip Santoro'nun Trabzon'daki kilisesi 'Santa Maira' ile ilgili ifadeler dikkat çekiyor. Aktüel Dergisi'nden Tuncay Opçin'in haberleştirdiği 'Orak Planı' belgelerine göre, Santa Maira Kilisesi'nde misyonerlik faaliyeti yapanlara karşı eylemler düzenlenmesi gerektiği belirtiliyor: "Son dönemde özellikle Trabzon Santa Maria Kilisesi tarafından, işsiz gençlere iş imkânı sağlayacağı vaadiyle Hıristiyanlık eğitimi verildiği tespit edilmiştir." Hatırlanacağı gibi Santoro 2006'da öldürülmüş, bu olayla birlikte gayrimüslimlere yönelik cinayetler dizisi başlamıştı. Santoro cinayetini Dink'in öldürülmesi ve Malatya'daki katliam izlemişti.

KARADENİZ PROVOKASYONA AÇIK

Orak planı içerisinde yer alan bilgilerde darbe sürecinde Karadeniz bölgesine ayrıca önem verildiği dikkat çekiyor. Karadeniz'deki azınlıkların tek tek listelendiği belgelerde, Pontus faaliyetlerinin hala devam ettiği belirtiliyor. Karadeniz halkı ise özelliklerine göre şöyle tanımlanıyor: "...Karadeniz insanı silaha düşkün, çabuk sinirlenen, aceleci, inatçı ve provokasyona açık yapısıyla tanınmaktadır. Karadeniz'de evlerde silah imal etme kabiliyeti mevcuttur. Bölge halkının bir kısmı kendini Türk olarak görmemekte 'Laz, Hemşin, Gürcü ve Rum' olarak görmekte..." Orak Planı'nın belgelerinde azınlıklara ait tüm kurum ve kuruluşların listelenmesi de dikkat çekiyor.


Balyoz'un Kafes'i

'Orak'ta el konulması ve kapatılması öngörülen azınlık kuruluşları, Poyrazköy soruşturmasında ortaya çıkan 'Kafes Eylem Planı'nına göre tehdit mektubu gönderilen derneklerle aynı. 'Kafes Eylem Planı'yla ilgili soruşturmada İstanbul'daki bazı Ermeni okul ve derneklerine mektup göndereren cunta yapılanmasının Ermeni vatandaşları 'tabutlarınızı sayarsınız' şeklinde tehdit ettiği ortaya çıkmıştı. Poyrazköy İddianamesinde yer alan mektubun gönderildiği derneklerin listesiyle 'Orak'taki el konulacak dernek listesiyle birebir örtüşmesi dikkat çekti.

12 AZINLIK DERNEĞİ LİSTEDE

'Orak' planında ismi geçen dernekler: Yeşilköy Ermeni Okulu'ndan Yetişenler Derneği, Dadyan Okulu'ndan Yetişenler Derneği, Esayan Okulu'ndan Yetişenler Derneği, Balıklı Rum Hastanesi'ndeki Yoksul ve İhtiyarlara Yardım Derneği, Zoğrafyan Lisesini Bitirenler Derneği, Sinagogları ve Dini Eserleri Onarma Derneği, Zapyon Lisesi'ni Bitirenler Derneği, Bezciyan Okulu'nu Bitirenler Derneği, Sahakyan Okulu'ndan Yetişenler Derneği, Türkiye Ermenileri Azınlık Okulları Öğretmenleri Yardımlaşma Derneği, Özel Feriköy Ermeni İlköğretim Okulu Koruma Derneği, Semerciyan ve Nersesyan İlkokulları Yardım Derneği.


Karadenizliler sıkıyönetimde Erdoğan'ın yanında yer alır

Belgede gerçekleştirilecek bir darbe sonrası Karadenizliler'in hemşerileri olan Başbakan Erdoğan'a destek çıkabilecekleri belirtiliyor. Belgede, darbecilerin, Erdoğan'ın Rizeli olması sebebiyle, ilan edilecek sıkıyönetime Karadenizliler'in direniş gösterebileceği korkusu içerisinde oldukları, bu nedenle güncellenecek EMASYA planlarında Karadenizliler'in yoğun olarak yaşadıkları bölgelere özel hassasiyet gösterilmesi gerektiği ifade ediliyor. Planda Karadeniz Bölgesi'yle ilgili analizler de dikkat çekiyor. Bölgedeki gençlerin azınlıklara yönelik faaliyetlerde etkin şekilde kullanılması öngörülen planda, eylemlerin ülke geneline yaygınlaştırılması hedefleniyor.

Orak Planı'nın, 'Karadeniz Bölgesi Tehdit Değerlendirilmesi' başlıklı bölümlerinde Karadenizlilerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim bölgelerinde ve Adapazarı gibi nüfus sahibi oldukları illerde PKK ve azınlıklara yönelik eylemler düzenlenebileceği ifade ediliyor.

Kaynak: Yeni Şafak


Devamını BURADAN okuyun...>>>

BAYAN ERUYGUR ÖTÜYOR

Mukaddes Eruygur Anlatıyor

Eruygur, dönemin komutanlarının hükümetle nasıl uğraştıklarını, Şener Eruygur'un jandarmadayken bu işi bitirmek istediğini söylüyor ve 2003-2004 darbe girişimlerinin perde arkasını bütün çıplaklığı ile anlatıyor.

Mukaddes Eruygur'a ait olduğu öne sürülen ses kaydında dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök hakkında da inanılmaz ifadeler yer alıyor.

ŞENER JANDARMADAYKEN ‘BİTİRELİM ŞU İŞİ' DEDİ


•Ayy bende anlamıyorum vallahi hiç. Devlet mevlet kalmamış.
• İşte jandarmayken, bütün orgeneraller bir toplantı yapıyor ayda bir.
•Hilmi Özkök paşanın zamanında biliyorum.
• Şener o zaman bitirelim şu işi demişti. Biz bu işi bitirelim dedi. Kimse sesini çıkartmıyor.O GÜNÜN BÜTÜN KOMUTANLARI HÜKÜMETLE UĞRAŞTI

•O günün bütün komutanları hükümetle Uğraştı. Fırtına paşa süperdiyani görevimiz çok zor geçti.
•Çok çetin geçti. Hükümetle uğraştı. Hilmi ile uğraştı. Hilmi'yi yola getirmeye çalıştılar.
•Tabii herkes az buçuk hem fikirdi. Dört kişiyi susturdu. Öyle bir güç var elinde. Yani herkes uğraştı. Yani bütün o günün komutanları bu hükümetle uğraştı. Yani uğraşmadı dersem günah olur. Herkes bu işin bilincindeydi.
• Fırtına paşa'da süper. Hepsi süper. Yani bir canım var diyor. O da gitsin ne olacak ölecem nasıl olsa.

HİLMİ ÖZKÖK, ŞENER'İ BİR KAŞIK SUDA BOĞACAKTI
•Hilmi Özkök ülkeye çok zarar verdi. Şener'i bir kaşık suda boğacaktı. Hilmi Özkök paşa zaten bunların fikrinde.
•Genelkurmay Başkanı olmak büyük bir ülkeye zarar verdi.
•Eee bunlar getirdi işte. Terfi etti. Bilinemedi.
• Nasıl ki bu hükümet tek başına gelince öyle çıktı ortaya.
• Yani Şener'i bir kaşık suda boğacaktı adam.
•Ama bu hükümetle iş birliği yapsaydı zaten belirli mevkideydi.

KIVRIKOĞLU ELİNDEN GELENİ YAPTI
•Kıvrıkoğlu, Hilmi'yi geç fark etti. Koalisyon olduğu için engelleyemedi.
•Kıvrıkoğlu paşa onlar getirdiler. Ondan önceki farketmedi mi? Ben anlayamadım.
•Kıvrıkoğlu paşa, (Hilmi Özkök) Genelkurmay Başkanı olmaması için elinden geleni yaptı biz şahidiz. Bunu fark etti ama geç fark edildi. Kara kuvvetleri komutanıydı zaten. Ee yok ki başka şey. Ne yaparlar dı Kıvrıkoğlu'nu uzatırlardı biraz. Onuda başarılı olamadı.
•Kıvrıkoğlu çok uğraştı. Şimdi Allah var. Ama yetemedi. Koalisyondu biliyorsun.
•Ecevit kabul etti. Bahçeli kabul etti ordan çıkmadı.

KOCA KUVVET KOMUTANLARI…
•Koca kuvvet komutanlarını paldır küldür götürüyorlar, Tedirginiz. Yani biz de tedirginiz paldır küldür götürüyorlar.
• Koca kuvvet komutanları yan yana geldikleri vakit iki laf edemeyecekler mi? Konuşuluyor bu memleketin hali ne olacak? Ne yaparız? Ne yapalım?
• Zaten MGK da bindiriyorlar bunlara. MGK da yapmadıklarını bırakmadılar.

HİLMİ PAŞA DA O KAFADAN
•Hilmi Paşa'da o kafadan. Bu rütbeye kadar nasıl gelmiş !!
Hilmi Paşa bunlara sıcak baktı. Hilmi Paşa bunlara dokunmadı. Bunları sevdi Hilmi Paşa. Çünkü oda aynı kafadan.
•Bu adam bu rütbeye nasıl geldi. İşte bütün Türkiye onun cezasını çekiyor.


- Click here for more amazing videos
aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ALİ KIRCANIN MARİFETLERİ

Bu Ali beni hiç şaşırtmadı!

Dinç Bilgin bombalamış: “28 Şubat sürecinde kendi gazeteme ve çalışanlarıma hâkim değildim...”

İnanırım...

İkinci bomba: “Medya 28 Şubat’ta karşı çıkabilirdi ama çok zordu bu. Başına 50 tane bela gelebilirdi. Tehditler vardı...”

İnanırım...

Üçüncü bomba: “Ben sürece şiddetle karşıydım ve karşı olduğumu da söylüyordum, bunun kavgasını yapıyordum, ama... Bir süre sonra gazete sahibi olarak, Sabah Grubu’nun bir numarası olarak benim de pek fazla gücüm olmamaya başladı. Gücümü kaybettim, sözüm geçmemeye başladı. Bir başka güç odağı geldi ve gazeteye hâkim oldu.”

İnanırım...Dördüncü bomba: “ATV’ye bantlar geliyordu. Bizim Ali Kırca ekrana çıkıyor, birden ses tonunu değiştiriyordu. Ve saçma sapan yazılar ekrandan akmaya başlıyordu.”

İnanırım...

Beşinci bomba: “Ali Kırca kasetlerle oynardı...”

İnanırım...

İhtimal ki, Dinç Bilgin’in anlatmaktan imtina ettiği başka marifetleri de vardır Ali’nin. Anlatmasın da zaten...

Kasetlerle oynaması başlı başına

“cürüm” zaten...
Kasetlerle oynaya oynaya, sonunda kendisi “kasetlik” oldu: Sanatsal görüntüleri insafsız ve vicdansız birtakım adamlar aracılığıyla internet ortamında dolaştırıldı... Ali, mahkemeden karar çıkarttırdı, bunların dolaştırılmasını engelledi. Bu konuda yapılan yorumlara yine mahkeme aracılığıyla yayın yasağı getirtti...

Çok iyi yaptı...

Peki, 28 Şubat sürecinde masuniyetiyle, mahremiyetiyle, hususiyetiyle oynadığı ve “savaşılacak unsurlar” olarak hedef tahtasına yerleştirdiği insanlar?

Onlar kimden şekvacı olacak?

Hangi mahkemeden karar çıkarttıracak?

Bu konuda Ali’nin bir özür borcu yok mu?

Döne döne özür dilese, kurbanlar kesse, adaklar adasa, demokrasi suyuyla kırk kez yunsa yeridir...

Daha önce de yazmıştım:

Başına getirilenlerden dolayı kendisine destek çıktım. Sanatsal görüntülerini dolaştıran adamlara karşı “mahremiyetini” savundum.

Benzer bir hadiseyle karşılaşsa yine savunurum.

Fakat, ben bu Ali’yi sevmedim arkadaş...

Kendimi zorladığım halde sevemiyorum...

Hesapçı kitapçı, içten pazarlıklı biriymiş gibi geliyor bana...

Empatisini “sahte” buluyorum.
Belki çok iyi bir adamdır da, nedense yapıp ettiklerinden o “çok iyi adam kokusunu” alamıyorum.

Kendisi, memleketi adım adım darbeye götüren ünlü “deniz subayları bildirisi”nin müellifidir. Eski bir askerdir anlayacağınız... Cuntacı olduğu gerekçesiyle orduyla ilişiği kesilmiştir.

Bugün de benzeri bir eyleme kalkışsa şaşırmam...

Nitekim, 28 Şubat’ta üstlendiği rol bunun teyididir... “28 Şubat sürecinde düğmeye ben bastım” demiş, diyebilmiş bir adamdır...

Benim Ali’de sevmediğim ve sürekli “şekva konusu” yaptığım ikinci husus şu:

Ne zaman memleketi darbeler, darbeciler, cunta heveslileri istila etse, Ali Kırca’mız susuyor ve “Siyaset Meydanı” dükkânının kepenklerini kapatıyor...

Bu kadar bomba, bu kadar andıç, bu kadar eylem planı... Pıtrak gibi ortalığa saçılan Balyoz’lar, Kafes’ler, Sarıkız’lar, şunlar bunlar... Hiçbiri Ali’deki gazetecilik reflekslerini harekete geçirmiyor...

Ne zaman “siyaset kurumu”nu zora sokacak bir fırsat çıksa, kepenkler açılıyor, ekranda “bıyık altı sahte arkadaş Âzem tebessümüyle” sırıtan, ellerini göğsüne kavuşturmuş Ali Kırca görüntüsü beliriyor...

Neden sevemediğimi anlatabildim mi?
Ahmet Kekeç
Star Gazetesi

Devamını BURADAN okuyun...>>>

4.3.10

ISLAK İMZA PERİŞANLARI

İmza Islanınca Suspus Oldular

Albay Çiçek'in ıslak imzalı belgesi için 8 ay boyunca 'sahte' diyerek dalga geçenler sus pus...

Türkiye gündemine 12 Haziran’da bomba gibi düşen ve “ıslak imza makinesi bile var” iddialarının ortaya atıldığı “İrticayla Mücadele Eylem Planı” tartışmasına son noktayı Genelkurmay Askerie Savcılığı koydu. TÜBİTAK, Adli Tıp, Emniyet Kriminal’in ardından Jandarma Kriminal’in de belge için “orijinal” raporu vermesinin ardından Genelkurmay Savcılığı’nın Çiçek’in tutuklanmasını istemesi belge ile ilgili tartışmaları bitirdi.

Belgenin Taraf Gazetesi’nde yayınlanmasının ardından 26 Haziran 2009’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “belge değil kağıt parçası” nitelemesi siyaset ve medya dünyasında karşılığını bulmuş ve pek çok isim belgeyi ‘kağıt parçası’ olarak değerlendirmişti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Adli Tıp ‘orijinal’ diyor” açıklamasını tatmin edici bulmayan çevreler, konuyla ilgili konuşma, yazı ve haberlerinde “kağıt parçası” ifadesini kullanmaya devam etmişti. İşte siyaset ve medya dünyasının ‘kağıt parçası’ dedikleri belgeyle ilgili tarihe geçecek ifadeleri:‘İMZAMI DEĞİŞTİRDİM’

Albay Çiçek, Cumhuriyet Savcılığı’na farklı imza verdiği ortaya çıkması üzerine, “İmzamı değiştirdim” açıklaması yapmıştı.

CHP LİDERİ DENİZ BAYKAL

Belgeleri teker teker çıkarın ambale olduk

26 Haziran 2009: Ortada komplo değil ciddi bir belge varsa bunu göster.

30 Haziran 2009: Akıl ve mantık dışı, garip bir iddia. Belge, Genelkurmayın yazı üslubuna, belge üretme tekniğine uygun değil. Amatörce, havai bir metin ve garip bir değerlendirme... Hem AKP’yi, hem bir cemaati, 4 sayfalık bir kağıdın içinde bitirecek. Ciddiyet yok

28 Ekim 2009: Bunun altında siyasi bir plan var. Kanun çıkıyor ardından ihbar mektubu geliyor. 3 yazı ortaya koyuyor. Kardeşim teker teker, ambale olacağız.

18 Kasım 2009: En somut iddia ıslak imza belgesiydi fos çıktı.

24 Ocak 2010: Geçerli geçersiz dayanaklar, belgele gibi şeylerle heyecan yaratılıyor, ama bir şey çıkmıyor. Bir, iki, üç, üst üste yığınla komplo çıktı.

MHP LİDERİ DEVLET BAHÇELİ

Gerçek mi sahte mi netleşmemiş belge

03 Kasım 2009: Siyasete müdahale heveslilerinin varlığı konunun ciddiyetle ele alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

• Yoğun bir bilgi kirliği altında, kimlerin servis ettiği bilinmeyen, gerçek mi sahte mi olduğu netleşmemiş belgeler üzerinden yapılan yorum ve değerlendirmelerin sağlıklı olamayacağı da açıktır.

• Suçlamalara maruz kalan kurumun TSK olması da konuya ayrı bir hassasiyet kazandırmaktadır. Kurum hakkında yorum beyan etmenin güçlüğü malumunuzdur.

• Türk siyaset ve demokrasi geleneğini de dayatmalara teslim edemeyiz. Türkiye artık bu arayışlarından mutlaka kurtulmalıdır.

MELİH AŞIK 

‘Islak imza makinesi’nin mucidi

28.10.2009: “Buyurun size ıslak imza makinesi... Amerika’da üretiliyor... Fiyatı bin dolar civarında. Albay Çiçek’in imzası böyle bir makineden çıkmış olabilir. Olmayabilir. Ama kesin olan bir şey var ki: Islak imza üretmek kolay... Bekir Coşkun’un dediği gibi “Elinde ıslak imzalısı varken neden kurusunu servise koydu?” Bir ihbarcı eliyle TSK’ya tuzak kurulmuş olabileceği ihtimali nedense görmezden geliniyor.”

27.06.2009: “...Türkiye bir kâğıt parçası yüzünden iki hafta zaman ve bir o kadar enerji kaybetti... Bu sahte planı ‘geçersiz bir fotokopi’ olduğunu bile bile kim sızdırdı? ... Davayı yandaş basın, sızdırma ve yalan haberlerle istediği gibi etkiliyor.”

28.06.2009: “TSK’nın ‘sahte’ tespitine inanmıyorsanız belgenin aslını bulup ortaya koyacaksınız”

ERTUĞRUL ÖZKÖK

Tartışmalı belgeler sindirme aracı

1 TEMMUZ 2009: “...Aslı ortaya konmamış, gerçek olup olmadığı tartışmalı bazı belgeler, sindirme aracı olarak kullanılıyor. Demokratikleşmeden çok bir sindirme planı uygulanıyor...”

2 TEMMUZ 2009: “...Askeri savcı, “Biz Albay’ı araştırdık. Hiçbir şey bulamadık. Dava açmaya gerek yok” ... Genelkurmay Başkanı canlı yayında “Bizim için bu bir kağıt parçasıdır” diyor. “Bunu siz yargılayamazsınız” diyor. ...Sivil savcı ise ‘Albay bu işi yapmıştır’ diyerek, tutuklanmasını istiyor. Mahkeme de isteğe uyuyor ve Albay’ı tutukluyor. Askerlerin belge olayını Milli Güvenlik Kurulu’na götürdüğü, bu olayı ‘Askere karşı asimetrik bir psikolojik harp’ olarak nitelediği ve bunun sorumlularının bulunmasını istediği gece. MGK’nın salı günü toplanacağı çok önceden belliyken tutuklama kararı neden böylesine kritik bir güne bırakıldı?”

27 EKİM 2009: “Bir albayın hazırladığı darbe belgesi için komutan kendini angaje edip ‘Kâğıt parçası’ diyor veya dedirtiliyor. Sonra belgenin aslı ortaya çıkıyor. Hangi ordu bu kadar vahim hatayı kaldırabilir?”

30 EKİM 2009: “Islak imza krizini nasıl sonuca bağlayacağız? Bir tarafta savaş tamtamları çalan ve intikam çığlıkları atanlar var.”

MEHMET TEZKAN

Kendimi kandırılmış hissediyorum

Milliyet gazetesi yazarı Mehmet Tezkan, Balyoz Eylem Planı soruşturması ve Dursun Çiçek imzalı İrticayla Mücadele Eylem Planı ile ilgili düşüncelerini değiştirdi. Kendini kandırılmış gibi hissettiğini söyleyen Tezkan, özetle şöyle konuştu: “Şimdi ilk gün Genelkurmay Başkanı çıkıp bu kağıt parçası dememeliydi. Ben kendimi kandırılmış hissediyorum. Ben Genelkurmay’ın, ordunun başka işlerle uğraştığını zannederken meğer onlar beni kandırarak veya birilerinden destek alarak başka işlerle uğraşıyor. Şimdi Balyoz’a da baktığımız zaman aynı şey ortada. Gerçekse darbedir, bunlar hepsi yargılansın etsin ama ortaya bir başka kandırılmışlık çıkıyor.

...Yani Genelkurmay düşünebiliyor musunuz birileri bu kanıtlandı, birileri çıkıyor ya gidelim de şuraya bir silah bırakalım diyor. Ondan sonra ona komplo çevirelim diyor... Bu ordunun içinde generaller, tuğgeneraller, albaylar düşünebiliyor musunuz dehşetin büyüklüğünü.”

YILMAZ ÖZDİL

Yaş mı? Kuru mu? Gayet net aslında

27.06.2009: “Belge” dedikleri, kağıt parçası çıktı... Kağıt mendil gibi buruşturun.

28.10.2009: “Yaş mı? Kuru mu? Gayet net aslında. Bazılarına yargısız infaz yapılıyorsa... Daha neyini merak ediyorsun, yaşın kurunun?”

UĞUR DÜNDAR

Masumiyet mektubunu Dündar yayınladı

Star TV Haber Genel Yayın Yönetmeni Uğur Dündar, Albay Dursun Çiçek’in masumiyetini anlatan mektubuyla ilgili haberin ardından “Albay Çiçek’i hayatımda göremedim, telefonla da konuşmadım” demişti.

ÖZDEMİR İNCE

İmza gerçek bile olsa, geçersizdir

27 HAZİRAN 2009: “Fotokopi üzerindeki imza Albay Dursun Çiçek’in gerçek imzası olsa bile metin geçersizdir. Sahte bir belge üzerinden işlem yapabilmek için sahte bir mahkemede, bir duruşma düzenlemek gerekecek. Ancak savcı ve yargıçların da sahte olması, sahte bir divan-ı harp kurulması gerekiyor.”

Ertuğrul Özkök (13 Haziran 2009): Gerizekâlılık örneği
Belgeyi okuyunca sadece iki şey söyleyebilirsiniz: Ya, "Vahim bir provokasyon." Ya da "Geri zekâlılık örneği"... Eğer bu belge gerçekse; ve yaşanan bunca olaya rağmen Genelkurmay'da birtakım insanlar hâlâ böyle planlar yapma cüretini gösterebiliyorsa, ne diyelim... Olay feci, sızmasına mani olamamak ise başka açıdan feci. Bir Genelkurmay düşünün ki, en gizli belgelerin sızdırılmasına mani olamıyor. Yani bu eylem planını hazırlamak suç. Sızdırılmasına mani olamamak da beceriksizlik. Vergi ödeyen vatandaşların şu soruyu sorma hakkı yok mu? Hâlâ bunları yapmaya hangi cüretle devam edebilirsiniz, nasıl mani olamazsınız? (...) Eğer gerçekse; bunun sorumluları hakkında ne işlem yapılacak?"

Oktay Ekşi (24 Haziran 2009): Ortada bir belge yok...
"Yol bizim bildiğimiz, eldeki nesnenin bilimsel metotlarla incelenip sonuçlandırılmasıdır. O sonuç alınıncaya kadar kimse "AKP'yi ve Fethullah Gülen'i bitirme eylem planı" başlıklı yazının bir 'belge' olduğunu -veya olmadığını- söyleyemez. 'Bu bir belgedir' dendiği anda artık ortada hukukun varsayacağı bir objeden söz edilebilir. Aksi halde kimsenin eldeki kâğıt parçası üzerinde hükümler inşa etmeye hakkı yoktur. (25 Haziran) Hukuk "şüpheye dayalı" hüküm vermez. Nitekim askerî savcılık da, "Belge yok, fail yok, suç yok" sonucuna vararak dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığı'na göndermiş. "Var diyen varsa buyursun" diyerek."

Can Ataklı (27 Haziran 2009): Hedef Türkiye Cumhuriyeti
İlker Başbuğ çok net konuştu; TSK'ya yönelik yıpratma kampanyasının 'devletin bekasını' etkileyeceğini söyledi... Peki komutanın altını çizdiği 'devletin bekasını' kim tehdit ediyor? (...) Şu anda devletin bekasını tehdit eden en önemli unsur 'Türkiye Cumhuriyeti'nin yerine bir İslam devleti kurma hayali içinde' yaşayanlardır. (31 Ekim 2009) Oynanan oyunun özü şu: Islak imza operasyonu kamuoyunda inandırıcı bulunmayabilir, olsun, sırada daha ne belgeler var? Bu belge olmazsa başkası çıkacak. O da mı olmadı, bu kez başkası. Taa ki Cumhuriyet ilke ve devrimleri tamamen ortadan kaldırılana, Türkiye bu kesimin zihniyetindeki bir devlete dönüştürülene kadar.

Mehmet Yakup Yılmaz (27 Haziran 2009): Önce sızdıranı bulmak lazım
Belge ile ilgili olarak üç olasılıktan söz edebiliriz: 1- Belge, gerçekten ordu içindeki bir grup tarafından hazırlanmış olabilir. 2- Belge, orduyu yıpratmak amacıyla belli bir çevre tarafından düzenlenmiş olabilir. 3- Ergenekon soruşturması kapsamındaki iddialara dayanak olan belgelerin değerini düşürmek için bir tuzak olarak hazırlanmış olabilir. Askerî savcılık, birinci olasılığın geçerli olmadığını tespit ettiğini bildirdiğine göre şimdi İstanbul'daki savcılığın diğer olasılıkları da göz önünde tutması gerekiyor. Yani belge sızdırılmadan önce ne yapılması gerekli idiyse, onun yapılması gerekli.

Bekir Coşkun (1 Temmuz 2009): Belge sahte, irtica gerçek
"İRTİCA belgesi... Bu tanımdaki 'belge' sahte çıktı. Peki 'irtica' sahte mi?.. Değil... Anayasa Mahkemesi'nin kararı var: "İrticai faaliyetlerin odağı iktidardadır..." İşte şimdi; gerçek olan irtica, gerçek olmayan bir belgenin hesabını soruyor sizden... "İrtica" var mı?... Var... Merkezi nerede?.. İktidarda... Peki "irtica belgesi" var mı?.. Yok... Ama ne yapacaksınız, Türkiye cinnet geçiriyor... Kimsenin aklına "Yani irtica yok da belgesi mi var?" diye bir soru gelmiyor..."
AKTIFHABER.COM

Devamını BURADAN okuyun...>>>

YOLUN SONU YAKLAŞTI

Yolun sonu yaklaştı

"Balyoz da neymiş?" küçümsemesiyle konuyu ele alan, Albay Dursun Çiçek imzalı belgeye sürekli dudak büken meslektaşlar zorda; Ergenekon'un yan vukuatı haline dönüşmenin eşiğindeler... Gazetecilik kuşkusuyla her söylenene inanmalarını kimse beklemiyor elbette, ancak askerin önünde sürekli hazırol halinde durmaları yok mu, onları yokoluşa doğru esas o halleri sürükleyecek...

Ertuğrul Özkök gibi geçmişte hep yanlışa oynayıp sergilediği binbir ric'atla kaşarlanmışları yeni duruma kendilerini derhal adapte ediverdi, ama askerin kendi bilirkişisi "Balyoz bir darbe hazırlığıdır" dediği ve Askeri Mahkeme de 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı' belgesinin altındaki ıslak imzanın Albay Dursun Çiçek'e ait olduğunu söylediği halde hâlâ hazırol durumlarını bozmayanlar var.

Onlar iflâh olmaz, şifa bulmaz tiplerdir; bu sebeple onlardan nedamet beklediğimiz yok...Dünyadaki gidişin istikametini doğru okuyanlar hayli zamandır kendilerini 'Yeni Türkiye' şartlarına ısındırmış durumdalar. En önemli örnek, 'zenginler kulübü' diye de bilinen TÜSİAD... Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de çoğu kez yeniliklere öncülük etmiş sermaye sınıfı, bir önceki yönetim döneminde, 'Ergenekon' konusuna da, iktidarın ülkeyle ilgili niyetlerine de yanlış teşhisler koymuştu. TÜSİAD yanlış yolda olduğunu tam zamanında gördü ve kabuk değişimini erkene alarak olan-bitene daha gerçekçi yaklaşan yeni bir kadroyu işbaşına getirdi.

Siyasetin ne kadar hantal olduğuna, sonunu getirecek olsa bile yanlıştan kolay dönemediğine de bir örneğim var: CHP... Deniz Baykal 'Ergenekon' sürecine ilk günden koyduğu yanlış teşhisinin kölesi haline dönüştüğünü hâlâ anlayabilmiş değil. 'Balyoz Darbe Planı' ile yüzyüze geldiği andan itibaren en alaycı tavrını takındı Deniz Bey; 'ıslak imza' için geliştirdiği dil mizah dergilerini aşan bir yıpratıcılığa sahip...

CHP liderinin yerinde başka kim olsa kendisini yanlışlarla bu denli özdeşleştirmekten kaçınırdı. 'Ergenekon' sürecini sahiplenmesi veya 'Balyoz Darbe Planı' haberleri çıkınca hemen ayılması, 'ıslak imza' tartışmasında erken davranması beklenmezdi belki, ne de olsa muhalefet muhalefetliğini yapar bizde; ancak yine de her türlü ihtimali gözönünde bulundurarak göğsünü Ergenekon'a, Balyoz'a ve ıslak imzaya siper etmesi gerekmezdi.

Kanıtlar ve belgeler ne derse desin gözünü ve kulağını gerçeklere kapatmış dar bir çev-reye hapsetmiş görünüyor Deniz Baykal; her yeni kanıt ve belgeyle sayıları biraz daha daralan bir çevreye... Şimdilik zevahiri kurtarsa bile, tavırları kısa süre sonra gülünç bir hal alacağı için, o çevre hiçbir siyasi kadroya itibar getirmez. Oysa, herkesin bildiği gibi, siyaset bir itibar mesleğidir.

Medyadaki yeminli Ergenekon-körleriyle her yeni gelişmeye gözünü ve kulağını tıkayan CHP yönetici kadrosunun ortak noktası, her iki kesimin de zamanın ruhunu kavrayamaması ve dünyadaki son gelişmelerin kendi varlık sebeplerini tehdit ettiğini hissetmeleridir. 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında oluşmuş olan siyaset ve medya düzeni çatırdıyor, bazı siyasiler ile mevcut medya düzeni sayesinde ayakta durduklarının bilincindeki bazı yazar ve medya yöneticileri kaderlerini giderek daha fazla birbirlerine bağlıyorlar.

Dayanışarak buradan gidebilecekleri başka bir yer yok; uyanmaları şart. Yolun sonu yaklaştı çünkü...

FEHMİ KORU
YENİ ŞAFAK
04.03.2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ISLAK MI KURU MU YILMAZ ?

Yaş mıymış kuru muymuş Yılmaz?

Adı “Yılmaz Özdil” olan İzmirli arkadaşı ilk kez muhatap alacağım... Dilerim son olur... Hakkında yazmak vakit kaybıdır. İsraftır. Günahtır.

Eskiden “fıkra muharrirleri” vardı.

Az lafla çok şey anlatan bu adamlar, çoğunlukla dolu adamlardı. Dünyayı izlerlerdi. Ülkelerini tanırlardı. Edebiyat, felsefe, tarih bilirlerdi.

Şinasi Nahit Berker böyle bir adamdı mesela. Bedii Faik, seveni az olsa da, böyle bir adamdı.

Bu tür yazarlığın son temsilcisi Rauf Tamer’dir.

Rauf abinin, Allah selamet versin, bir çırağı, bir mirasçısı, bir şeriki olmadı. Politik laf yuvarlamalarının arasına ustaca serpiştirdiği “eski İstanbul görüntülerleriyle” yıllarca aklımızı başımızdan aldı...

Onu okuduğunuzda, kulağınıza bir yerlerden tramvay çanı çalınır... Canınız yanar... Seyyar satıcı bağırtılarını, yoğurtçu çıngıraklarını, vapur böğürtülerini duyarsınız, üzülürsünüz... Bizim tanımadığımız, yetişemediğimiz İstanbul’dur bu...İzmirli arkadaşı “Rauf Tamer’in veliahtı” ilan etmişler.

Rauf Tamer kadar etkili, Bedii Faik kadar zekiymiş.

Humour duygusu yerli yerindeymiş.

İnceden geçiriyormuş.

Ben de “etkili” olduğunu düşünüyorum.

Zeki de...

Zekasını kimden aldı bilmiyorum ama, etkisini, biraz da “enter” tuşuna borçlu.

Bilgisayardan “enter” tuşunu kaldırsınlar, Yılmaz Özdil sudan çıkmış balığa dönecektir; tatsız tuzsuz, takır tukur, ne dediği anlaşılmayan yazılar yazacaktır. Muhtemelen, boşluğunu doldurduğu adamın akıbetine uğrayacak, kapının önüne konulacaktır.

Enter tuşu Yılmaz’a “az sözcükle çok şey anlatma imkânı” sunuyor.

Gelgelelim, dedikleri anlaşılmıyor. Daha doğrusu, bir şey söylemiyor.

Esasında bu çocuk neyi savunu
yor? Sağa sola “dangozlar, bidon kafalılar, kıçına hortum bağlanasıcalar, ulan nankörler, şerefsizler” diye şarlarken, bizi hangi ülke gerçekliğine uyandırıyor, hangi düşmana karşı tetik ve müteyakkız olmaya çağırıyor?

Zekâ nedir?

Bu zekâ humourla harmanlandığında nasıl bir şey oluyor?

Münasebetsizliğin dibini bulup Victor Hugo’ya “Victor” demek, müseccel faşist Mahmut Esat Bozkurt’u “hukukçuların en mühimi” ilan etmek, “Ben bunları kıçımdan uydurdum, Victor böyle bir şey söylemedi” demek zekâ belirtisi midir, humour mudur?

Humour buysa, müstekreh nedir?

Diyorum ya, enter tuşuna basarak sözcükleri alt alta diziyor, koca bir sütunu dolduruyor ama dişe dokunur bir şey söylemiyor. Vaktiyle Cem Uzan’ın himayesinde küfrettiği Aydın Doğan’ın işletmelerinden de eşek yüküyle para kaldırıyor.

Dün Şamil Tayyar üşenmemiş, arkadaşın zekâ ürünü bir yazısını arşivden çıkarıp yayınlamış.

Bu kez Dursun Çiçek mamulü “ıslak imzalı belge”ye sardırıyor zeki yazar Yılmaz Özdil.

Tabii yine esprili, yine “zekâ küpü” halleri içinde...

Diyor ki, “Bu sinsi tuzağı ne Genelkurmay bozabilir, ne MİT, ne de herhangi bir siyasi iktidar. Siz bozabilirsiniz. İnanmayın kardeşim. ‘Kim bu dangoz?’ diye sorun... ‘Belge’ dedikleri kağıt parçası çıktı. Bunları da kağıt mendil gibi buruşturun. Atın hayatınızdan. Netice itibariyle... Ne demiş Albert Camus? Ajan basın, bunu da yazın!”

Ne kadar zekice, görüyorsunuz değil mi?

Keşke “Albert” deseymiş, “kıçından uydurduğunu” filan ekleseymiş, humour daha da güçlenirmiş...

Şimdi ben de kalkıp, “yaş mıymış kuru muymuş Yılmaz?” desem, onun kadar etkili ve zeki bir yazar olur muyum?

Bakarsınız Rauf Tamer’in tahtına aday gösterirler... Belli mi olur!

AHMET KEKEÇ
STAR
04.03.2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ASKERCİ KALEMLRE ACIMAK

'Askerci' kalemlere acımak mümkün mü?

Tuhaf ama gerçek: Ne zaman İstanbul'dan az bir süre de olsa ayrılsam, mutlaka Türkiye'de bir maraza çıkar. Ya deprem olur ya siyasi kriz çıkar. Kente tedirgin, gergin, üzüntülü dönerim.
Bu kez de ayrılık öyle başladı. Bilhassa Şili depreminden sonra, küçük de olsa meydana gelen deprem daha da tedirgin etti. Acaba devamı gelir miydi?
Derken Türkiye'den öyle haberler ulaştı ki birden neşelendik. Keyfimiz yerine geldi.
Yıllardır mücadele ettiğimiz bazı konularda harika gelişmeler olmuştu:
Askeriye kendi üslubunca Balyoz'un bir darbe planı olduğunu, ıslak imzalı orijinali ortaya çıkan belgenin ise siyasete ve topluma müdahale hazırlığı olduğunu kabul etmişti.
Bu gelişme üzerine olayın üstüne gidenler, yıllardır halkı aydınlatmaya çalışanlar çok mutlu oldu.
Dedikleri çıkmıştı ve bir aksilik olmazsa darbecilerden hesap sorulacaktı.
***

Öte yandan, askeriyeden gelen itiraflar, Ergenekon dostlarını şoka uğrattı. Afalladılar.
Çünkü onlar yatırımlarını, yekpare bir bütün olarak gördükleri askeriyeye yapmışlardı.
Nasıl olsa sonunda askeriye "höt" diyecek, siviller de hadlerini bilecekti.
Bunlar da askeriyeden yana tavır almış kalemler olarak ortalıkta dolaşacak, "Biz söylemiştik ama dinlemediniz, keh keh keh" diyeceklerdi.
Şimdi ise yazılarda, ekranlarda "aldatıldık" diye ağlıyorlar.Evladım kimse sizi aldatmadı. Siz kendi kendinize gelin güvey oldunuz.
Kaleminizi ve vicdanınızı Ergenekoncuların, darbecilerin, otoriter rejim yanlılarının hizmetine sundunuz.
Demokrasiye dudak büktünüz. Hukukun üstünlüğünü hiçe saydınız. İnsan haklarını umursamadınız.
Hayır, kaleminizi ne kiraladınız, ne de sattınız. Siz "kullanışlı kalemler ve laf ebeleri" olarak zaten soysuzlar çetesinin parçasıydınız.
Onlar önce halkın iktidara getirdiği hükümeti devirecek... Sonra da sizin desteklediğiniz partileri koltuğa oturtacaktı...
Yalan mı? Planınız bu değil miydi?
***

Bu durum öncellikle Ergenekon dostu kalemlerinize ikbal sağlayacaktı.
Daha da önemlisi: Avantadan lavantaya alışmış olan "medyabaz" patronlarınız, kurulacak olan zayıf koalisyon hükümetine istediklerini yaptıracaktı.
Bu stratejinin temel mantığı, "asker izin vermez" fikrine dayanıyordu.
Türkiye'nin ve dünyanın değiştiğini... Bununla birlikte kurumların da kabuk değiştirdiğini göremediniz.
Evet, askeriye içinde darbe heveslileri çoktu. Ancak o darbecileri tasfiye etmek isteyenler de vardı. Çünkü darbeciler galebe çaldığında, diğerlerini temizlemekle kalmayacak, kurumun da canına okuyacaklardı.
***

Halbuki Org. İlker Başbuğ ve arkadaşları değişimi doğru okumuşlardı.
Onların Balyoz'u ya da ıslak imzalı fırıldağı hemen kabullenmemesinin ardında iki temel mesele vardı:
1) Kurum içindeki dengeler. (Yani Ergenekoncu kliğin etki alanı.)
2) Tasfiyenin sınırları. (Yani olay kendilerine dokunur mu?)
Yukarıdaki birinci madde güçler çatışmasıyla ilgili ve belli ki üst yönetimin Ergenekonculardan korkusu kalmamış.
İkinci madde ise "siyasi uzlaşma" ile ilgili. Cezalandırılacakların listesi belirgin hale gelmiş olsa gerek.
Görev gereği darbecilerle belli ilişkilere girmesine rağmen, planlarda aktif rol almamış olanlar liste dışında kalacak.
Peki, vesayet rejimi bitti mi? Hayır, çünkü en azından kapı gibi "taraflı yargı" var.
Şimdilik kesin olan şu: Yakın ve orta vadede darbe olmaz.

EMRE AKÖZ
SABAH
04.03.2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

CUNTA ÇİÇEK AÇTI

Cunta nihayet Çiçek açtı...

Millete ve demokrasiye ihanet belgesinin altındaki imzanın, Albay Dursun Çiçek'e ait olduğunu, nihayet Genelkurmay da kabul etti. Bu kabul, pek çok yönden askerî vesayet rejiminin surundaki en büyük gediktir.

Bu, statüko ile demokrasiden yana olanların mücadelesinde, bir havlu atmadır. "Buraya kadar" demektir. Bir dönüm noktasıdır. Ancak, bundan şu asla anlaşılmasın; asker içinde, yüksek yargıda, medyada, cuntacı barolardaki direniş sona erecektir. Ermeyecektir. Daha yolumuz var. Ama bu yol, demokrasi hedefinden geriye dönüşün olmadığı yoldur.

Şimdi alternatif medya ne güzel hatırlatıyor; ıslak imza tartışmalarında Genelkurmay Başkanı nasıl da "kâğıt parçası" deyivermişti. Baykal, nasıl da üstüne atlamış; "AK Parti, muhaliflerini sindirmek için belge uyduruyor." diye kasılmıştı. Hele o "medyada kullanılacaklar" listesinde yer alanların önde gidenleri, nasıl da, ama nasıl da kabalaşmıştı.

Şimdi... Ben sadece bir kişiden duydum; "bizi galiba kullanıyorlar" diyebilme insafını. Kullanılmak; vicdanı, onuru, karakteri, duruşu olanların ancak hatırlayabildiği bir pişmanlık ifadesidir. Ama "vazifeli" olanlar, bu vicdan sızısını hiç duymayacaklar, emin olunuz. Çünkü görevlerini yaptıklarına inanıyorlar. Pişkinliğin de bir derecesi olur diye düşünüyorsanız, bunlarda o yok. Boşuna beklemeyin, yüzleri asla kızarmayacak... Bunların görevleri, elinde kan bulunan cuntacılara arka çıkmaktır. Ben onun için; "Cuntacılar vicdansızdır, onları destekleyen, korumaya çalışan, arka çıkanlar da en az onlar kadar vicdansızdır." dedim.

Çünkü o darbe planlarında, o Balyoz'larda, o Kafes'lerde, o AK Parti'yi ve Gülen cemaatini bitirme planlarında, masumları katletme var. Sünni-Alevi çatışmasının, Türk-Kürt çatışmasının, laik-dindar çatışmasının kanlı senaryoları var. Tıpkı daha önce; Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, Bingöl'de, Başbağlar'da yaptıkları gibi. Tıpkı Danıştay saldırısında yaptıkları gibi...

Bunca yaşananlara rağmen, Abdi İpekçi'nin, Uğur Mumcu'nun evlatlarının, Doğan Öz'ün, Çetin Emeç'in eşlerinin; "dilimiz varmadı, devlete laf söyleyemedik, 'dinciler yaptı' demeyi tercih ettik" feryatlarına rağmen, o medya mahallesinin vazifelileri, kenarda köşelerde siperlerinde kalabildiler... Amma, şimdi iş değişecek. Genelkurmay'ın ıslak imza kabulü, şimdi onların defterini dürecek. Kullanıldıklarını kabul etmeyerek, cuntacıların, rıhtımda batmakta olan kanlı, paslı statüko gemisine binmeye devam edecekler. Belki de böylesi hayırdır. Birlikte batacaklar. Belli de olmaz. Belki de gemiyi önce onlar terk edecek...

Cuntacıların zehirli çiçekleri ise asla meyveye duramayacak. Çünkü o Çiçek Albay, Genelkurmay karargâhında o ihanet belgesine, imzayı tek başına atmadı. Ona emir veren daha yukarılarda birileri var. Biz onları da öğreneceğiz. Tıpkı, kanal kanal dolaşıp, bir zamanlar giydiği elbisenin onurunu hiç düşünmeden, yalan yere yeminler edenler gibi, yargı onları da çağıracak.

Askerî vesayet rejimi, sadece askerlerden ibaret değil. Bu sistem, Cumhuriyet ve demokrasi arkasına sığınırken, sivilleri, kurumları kullandı. Her darbe, kendi anayasasını boşuna yapmadı. Kendisini sağlama almak için kimleri kullandılarsa, kimler "kozmik adamlar" olmayı içlerine sindirdilerse, biz onları da öğreneceğiz. Mesela CHP içinde, MHP içinde, başka partilerde "kozmik siyasetçiler" var mı, onları da öğreneceğiz. Ne demişti eski Kara Kuvvetleri Komutanı e. Org. Kemal Yamak: "Ecevit, kendi partisindekileri biliyor mu acaba?" Evet, Sayın Baykal, biliyor mu acaba? Yoksa biliyor da, Genelkurmay kabul ettiği halde, "o da yetmez, kâğıtta Dursun Çiçek'in parmak izi var mı, sen asıl ona bakacaksın arkadaş" demesi ondan mı?

Limana dikkat edin: Satüko gemisi su alırken, demokrasi gemisi yanaşıyor. Onu karşılayalım...

HÜSEYİN GÜLERCE
ZAMAN
04.03.2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

LEVENT ERSÖZ SES KAYDI

ETÖ'nün kara kutusundan ifşaatlar

Aytaç paşa 19 mart 2003'te hepimizi sattı!
Orgeneral yalman ağır kaçacak ama 2003-2004 yılında komutanların hepsini vaktiyle de satan bir adamdır. Komutanları satan bir adamdır. Genelkurmay başkanına satan kişidir yani. Çok kirli bir adamdır. 19 Mart 2003, bu tarih çok kritik bir tarihtir Türk Silahlı Kuvvetlerinin. gidip Hilmi Özkök'e komutanların hepsini gammazladı. Şener Paşa, Hurşit Paşa, ben, efendime söyliyim Atilla, ondan sonra Kemal Yavuz paşa, Tuncer Kılınç Paşa, Erdal Paşa, hepsini sattı.

Cumhuriyeti koruma görevi verilmiş tek kuruluş Türk Silahlı Kuvvetleri'dir
Dedim ki, vaktiyle hep aynı tarafta olduğumuz savcıların, hazırladığı talihsiz bir iddianameyle bugün ben buradayım. Halbuki cumhuriyeti koruma onların dışında kanunla yetkilendirilmiş görev verilmiş tek kuruluş Türk silahlı kuvvetleridir, onun ben bir ferdiydim. 30 yıl ben bu işte çalıştım. Cumhuriyeti korumak için çalıştım. Ama şimdi ikimiz ayrı saflardayız, biri suçluyor, birisi suçlanıyor.HSYK krizinin perde arkası
Valla Ankara'dan gelen avukatın söylediği, bunlar fazla yaygara Yapıyorlar diyorlar, mutlaka bir şeyler var deniliyor. Şu andaki Başkan vekili (Kadir Özbek) hemşerisiymiş. Bu benim gelen avukat çok dürüst bir adam. O diyor alevidir ve gerçek bir hukukçudur diyor. Öyle kuru gürültüye pabuç bırakmayan bir tiptir diyor. Yoksa bu türlü başka türlü kilitlenmezdi bu dava diyor. Normal bir iki tane savcıdan dolayı kilitlenecek bir olay değil bu diyor. Eğer onlardan bir kişi değişirse diyor, bu olayın seyri değişir diyor. Bizimkiler Yargıtay Başkanı kadar olamadılar. Adam çatır çatır söyledi ona karşı hiç cevap veremediler.

Kent otel toplantılarına ben de katıldım, kimler yoktu ki!
Kent otelde 13 toplantı diyor, ben bir tanesine katıldım. Şener paşam vardı. Ankara'ya gelmişlerdi. Bir savcı arkadaş davet etti gittim. Şimdi o hakimler savcılar şeyi varya, o bir tane üyenin işte bu toplantılara katıldığı diye şey yapıyorlar, yaygara yapıyorlar. 2006'nın mayısında mı neydi yani. Şimdi böyle bir u masanın ve ya işte dikdörtgen masanın etrafında herkes oturmuş ortası boş bir masa, efendime söyliyim, hem yemek yeniyor hem de herkeş işte ülkenin konularıyla ilgili konuşmak isteyen alıyor mikrofonu eline konuşuyor. Ben yanımda hatta emekli bir binbaşı arkadaşım var hatta ofiste beraber çalıştığımız, ben onu da götürdüm beraber. Ben ağzımı bile açmadım zaten, konuşmadım. Çünkü baktım ki herkes hep aynı. Hatta daha sonra da çıkarken dedim ki İlhan'a ya bizim komutanlar gelmese bizim burada işimiz ne. Mesela benim gittiğimde Şener Paşa vardı, Hurşit Paşa vardı, efendime söyliyim, gazi üniversitesinin rektörü vardı. Sabih Kanadoğlu vardı, YARSAV Başkanı vardı, Sadettin Tantan vardı, eski şeylerden, Danıştay üyeleri, Yargıtay üyeleri, efendime söyliyim, Emin Çölaşan vardı, Balbay vardı. Yani; Aytaç Yalman Encümen-i Daniş üyesi olmakla birlikte o gün gelmedi. Şener paşa geliyor.





HABERVAKTİM.COM

Devamını BURADAN okuyun...>>>

1.3.10

ISLAK İMZA ÇİÇEK'İN

Jandarma Kriminal İmzayı Onayladı

Jandarma Kriminal de ‘İrticayla Mücadele Planı’ndaki imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunu onayladı. Genelkurmay’a giden raporun kamuoyuyla ne zaman paylaşılacağı merak konusu

Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı belirtilen “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” belgesinin ıslak imzalı hali ile ilgili Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nın yürüttüğü inceleme tamamlandı. Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nda yapılan incelemede, belgedeki ıslak imzanın “Dursun Çiçek’in eli ürünü olduğu” ifade edildi.

RAPOR NE ZAMAN AÇIKLANACAK

Islak imzalı belge üzerinde Adli Tıp Kurumu’ndan sonra Jandarma Kriminal Laboratuvarı tarafından ikinci bir inceleme yapıldı. Bu incelemede de belge üstündeki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu ikinci defa teyit edilmiş oldu. 23 Şubat 2010’da düzenlenen rapor Genelkurmay’a bildirildi. Karargahta deprem etkisi yaratan raporun, kamuoyundan gizlendiği belirtiliyor.TAKİPSİZLİK KARARI VERİLMİŞTİ

Ergenekon sanığı Serdar Öztürk’ün bürosunda bulunan fotokopi şeklindeki belge üzerine Genelkurmay Askeri Savcılığı soruşturma başlatmış ve “böyle bir belgenin mevcut olmadığı” ve imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğu konusunda yeterli delil olmadığı sonucuna varmıştı. Askeri Savcılık, “takipsizlik” kararı vererek, dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermişti. Ankara Başsavcılığı’ndan Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara gönderilen belge Adli Tıp Kurumu tarafından incelemeye tabi tutuldu. Adli Tıp Kurumu, belgedeki ıslak imzanın Dursun Çiçek’in “eli ürünü” olduğu sonucuna vardı.

ORİJİNAL HALİ DE ASKERE GİTTİ

Anayasa Mahkemesi’nin askerlerin sivil yargıda yargılanmasını öngören yasa değişikliğini iptal ettirmesi sonrasında belgenin orijinal hali Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderildi. Askeri Savcılık da belgeyi Jandarma Kriminal Laboratuvarına gönderdi. Buradan alınan raporda da belgedeki imzanın “Dursun Çiçek’in eli ürünü” olduğu bir kez daha ifade edildi.

SİVİL VE ASKERİ YARGIDA KAVGA KONUSU

Ergenekon savcılarının Dursun Çiçek imzalı “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” belgesi konusunda yürüttükleri soruşturmanın “güçlü delili” konumundaki ıslak imzalı belge konusunda Genelkurmay Adli Müşavirliği ile bir çekişmenin yaşandığı basına da yansımıştı. Genelkurmay Adli Müşavirliği, belgenin aslının Ergenekon savcılarından 3 kez istenmesine rağmen gönderilmemesini, basın önünde eleştirdi. Genelkurmay Askeri Savcılığı, İstanbul özel yetkili Cumhuriyet Savcılığından, Jandarma Kriminal incelemesi için belgenin orijinal halini istedi. “Yetki bende” diyerek soruşturmayı kendisinin yürüteceğini aktaran Ergenekon savcıları, Genelkurmay Askeri Savcılığı’na istediği belgenin renkli fotokopisinin “aslı gibidir” şerhi düşülen halini gönderdi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da basın toplantısı yaparak, fotokopi şeklindeki belgenin resmi bir yönünün bulunmadığını belirterek, belgenin bu anlamda “kağıt parçası” görünümünde olduğunu ifade etmişti.


Kaynak: Star

Devamını BURADAN okuyun...>>>



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License