31.7.08

KAOSTAN ÇIKIŞ: AKPARTİ'YLE YOLA DEVAM

Kaostan çıkış: AK Parti'yle devam

Ülke dün akşam üstü saatlerinde rahat bir soluk aldı. AK Parti kapatılmadı.

Türkiye bir kez daha bir "sandık sonucunun mahkeme kararıyla ortadan kaldırılması felaketi"ni yaşamadı. Siyasi ve toplumsal nitelikli değişim süreci kesintiye uğramadı. "Açık toplum anlayışı" ile "militarist bir düzen arayışı" arasındaki mücadelede "demokrasi cephesi" zemin kaybetmedi.

Korkulan olmayacak…

Erken seçim, yeni siyasi arayışlar, siyasi dizayn girişimleri, siyasi yasakları aşma gayretleriyle dolu bir Türkiye tablosuyla karşı karşıya kalınmayacak...

Ülke ideolojik nedenlerle ekonomik, sosyal ve siyasal kaosa sürüklenmeyecek...

Zor bir eşikten geçtik…

Siyasi normalleşme sürecinin kapısını açtık…Ülkeyi kuşatan "iki hayati dava"dan birincisinin demokrasi istikametinde sonuçlanması, "yargısal darbe sürecinin atlatılması", Türkiye'nin siyasi hayatına kopuş olmadan ve kaldığı yerden devam edecek olması tek kelimeyle "sevindirici"dir.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin, devletten gelen "kapat sinyali"ne istenilen tepkiyi vermemesi de, ülkenin demokratik gelişmesi açısından önemlidir…

Sonuç olarak bugün itibariyle ülke demokrasisi "derin yaşam soluğu" almış, yarına ilişkin "yargı-siyaset ilişkisi"ni değiştirebilecek kimi ilkesel girişim umutları doğmuştur.

Bununla birlikte, ülkenin "bu demokrasi sınavı"ndan çok parlak bir sonuçla çıktığını söylemek de kolay değildir…

Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 10'u siyasi iktidarın, "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olduğu kararını vermiştir. Bu 10 üyeden 4'ü partinin kapatılmadan cezalandırılmasını istemiş, 6'sı ise partinin kapatılması yönünde oy kullanmıştır.

Bizce bu bile "demokrasinin ruhu" açısından üzüntü vericidir…

Kanun hükmü açık. Kanun koyucu demokrasi ilkesine uygun olarak parti kapatmaları zorlaştırmıştır. Nitelikli çoğunluk olmadan, Anayasa Mahkemesi yargıçlarının çoğunluğun bir fazlası kapatılma istikametinde oy kullanmadan siyasi bir partiyi kapatmak mümkün değildir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın (kimilerinin yapmaya çalıştığı gibi) meşruiyet açısından tartışılacak hiç yanı bulunmamatadır.

Ancak gönül isterdi ki, bu dava oy birliğiyle reddedilsin, olmadı üyelerin çoğunluğu Ak Parti'yi laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak görmesin…

Orta not aldık bu sınavdan…

Değil mi ki Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç kararın bu oy dağlımıyla ortaya çıkmasının AK Parti'ye ciddi bir ihtar olduğunu söylüyordu.

Bizce bu bile "demokrasi" açısından düşündürücüdür…

Dün akşamüstü saatlerinde televizyon kanallarında onlarca gazeteci, kulislerde yüzlerce milletvekili, yabancı diplomat, iş ve evlerinde milyonlarca vatandaş Anayasa Mahkemesi'nden gelecek kararı bekliyordu.

Siyasi iktidar partisi, bundan 1 yıl önce yüzde 47 oy alarak iktidara gelmiş ülkenin en büyük partisi hakkında verilecek kararı bekliyordu.

Kararı 11 yargıç verecekti…

Bu durumun, bu bekleyişin demokrasi açısından ne ifade ettiği ortadadır…

Siyaset ve siyasi partilerin politikaları hakkında siyasi hükümleri toplumun değil, üyelerinin "rejim temsilcisi" bir cumhurbaşkanı tarafından atandığı bir mahkemenin verdiği bir düzen, "Türk demokrasinin kırık dökük hali"nin en açık örneğidir.

Bu ülkenin siyasi öyküsünün bir bölümü Anaya Mahkemesi'nin kapattığı siyasi partilerden, bir siyasi mezarlıkta yatmaktadır…

Devletin istemediği, beğenmediği sandık sonuçlarının darbeler ve mahkemeler yoluyla tashih edileceği günler bitsin artık…

Karar bu istikamette tüm ülkeye hayırlı olsun…

Yıllardır bu oluyor…

Hemen tüm Kürt partileri, 1995 bu yana RP ve FP olmak üzere İslami kesimden doğan muhafazakar siyasi partiler durmaksın kapatılıyor.
Ali BAYRAMOĞLU yenişafak 31/07/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

KARAALİOĞLUNDAN SERT ELEŞTİRİLER

KARAALİOĞLUNDAN SERT ELEŞTİRİLER

Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karalioğlu, mahkemeyi eleştirdi, CHP'yi uyardı!

Karaalioğlu'na göre mahkeme elinde yeterli delil bulunmamasına rağmen ağır bir karar verdi. Kararın altındaki gerekçe ise, oldukça siyasal! Mahkeme nabza göre şerbet verdi ama masada CHP'ye de koz dağıttı!

Mustafa Karaalioğlu, NTV'de yayınlanan "Yazıişleri" adlı programda, Anayasa Mahkemesi'nin kararını eleştirdi. Karaalioğlu'na göre mahkemenin kararı siyasal ve AK Parti'nin fanatik karşıtları dahi kapatma kararının ardından oluşabilecek enkazdan korktu! İşte Karalioğlu'nun açıklamalarından bazı satır başları;Karamsar bir yapım vardı iyimser oldum: Şimdi açıkçası dünkü karar çerçevesinde daha iyimserim. (...)Geçen süre zarfında; hem davanın açıldığı sürede hem de 5 Haziran'dan bugüne geçen zamanda şöyle bir duygunun gözlendiğini görüyorum. Bir kanaat vardı, herkes pozisyon almış durumda ve çözüm bulabilme durumumuz tamamen ortadan kalkmıştı. Şimdi bu karar, en azından bu konuda bir umudun olduğunu gösterdi.

Kapatma büyük zarar açarıdı: Bu kararı, Türkiye açısından büyük bir sıkıntıyı ortadan kaldırdı! Kararın kapatma konusunda bir karar verseydi, zararı görebilirdik...

Fanatikler hariç kapatmadan korktu: Bir çok kurum bazı yönleri ele alındığında siyasal kurumdur. Anayasa Mahkemesi'nin de böyle olduğunu düşünebiliriz. Dünkü AK Parti'ye verilen cezanın, herkesi memnun etmek için alınan bir karar olduğunu açık bir şekilde görülebiliyor! Şunu da söylemek gerekiyorsa AK Parti hiçbir şekilde kapatılamazdı, tersi bir karar Türkiye'nin kapısına kilit vurmak anlamı taşıyordu. Bir kısım fanatikler hariç, Ak Parti'nin kapatılması halinde ortaya çıkan enkazı ne yapacaklarını bence düşyünüyorlardı.

Karar ne olursu olsun çok ağır: Karar bana göre yine de çok ağır.Ak Parti mahkemenin siyasal denge kurbanı oldu. Biz ceza vermek zorundayız ve bu ceza herkesi mutlu etmek için verildi. AK Partiye haksızlık edildi.

Erdoğan çok akıllı davrandı: Erdoğan tüm seçenekleri dinledi! Şöyle bir garanti vardı ve AK Parti dava açıldığına göre kapanacaktı. Böyle bir bilgisi vardı. O da belli ki kapatılacağını düşünüyordu. Zaman içerisinde çok soğukkanlı davrandı. Elinde bir kaç seçenek vardı. Kararın etrafından hukuksal olarak dolanabilirdi; ama bunları yapmadı ve bir anlamda "kafamızı giyotine mi uzatacağız" söylentilerini, evet dedi ve bu mesajı verdi uzattı da...

Erdoğan hukuka güvendi: Dava süresini kısaltarak hukuka güvendiğini tam olarak gösterdi. İçeri de muhataplarına karşı onlarında anlayacağı bir mesajla ustalıkla anlattı. Bir tür gemiyi kurtaran kaptan rolünü üstlenirken kendisini de aştı. Bu kapatma davasında bir numaralı etken olduğunu düşünüyorum.

Erdoğan sevinmedi: Başbakanın konuşması, ikinci kararının kendisine yönelik bir haksızlık olduğunu gösteriyordu. Çok sevinmiş bir Erdoğan görüntüsü yoktu. Kapatma davası Türkiye'yi 21 Temmuz'a götürüyordu; ama şu anda 23 Temmuz'a götürdü bizi. Dün açıkça bunu söyledi ve açık bir mesaj verdi. Suçlamaları kabul etmediğinin altını çizdi.

CHP'ye koz verildi: Mahkeme CHP'ye önemli bir fırsat verdi. Bu gerilim üzerinden çok sığ bir siyaset yürütülebilir. Bunu merkez siyasette çözülmesi gerekir. Kapatılmadı; ancak bu gerilim devam eder. internethaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

30.7.08

ERGENEKONDA BAYKALDA VAR

Ergenekon şemasında Deniz Baykal da var


Geçenlerde, bu sütundaki bir yazıyı Taraf’ın manşetine taşımıştık.

11 Temmuz 2008 tarihli o yazının bir bölümü şöyleydi:

“Beş yıl kadar önceydi.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başbakanlığa ‘çok gizli’ bir yazı gönderdi.

Konusu Ergenekon...

MİT’in yazısı, devletin içine uzanmış Ergenekon çetesinin şemasını içeriyor ve bu örgütün araştırılmasını tavsiye ediyor.

2003 tarihli örgüt şemasında, Ergenekon mensubu siyasetçilerin, işadamlarının, gazetecilerin adları var.

Siyasetçiler arasında bir partinin genel başkanının ismi hemen dikkat çekiyor.Çeteci gazetecilerin listesinde bir büyük gazetenin genel yayın yönetmeni, Ankara temsilcisi ve çok popüler bir yazarı göze çarpıyor.

Ergenekoncu işadamları arasında sanayiciler de var, medya patronları da.

Bu şahısların adlarının bu belgede yer alması, bilerek ya da bilmeyerek Ergenekon için çalıştıklarının kanıtı sayılamaz.

Ama şunu gösterir:

Bugün siyaset sahnesinde, iş âleminde ve medyada hâlâ çok etkin konumlarda olan bir dizi isim, Ergenekon’la bağlantılı olabilecekleri iddiasıyla MİT tarafından Başbakanlığa rapor edilmiş.

Kimilerinin ‘efsane’ saydığı Ergenekon hakkında istihbarat toplayan MİT, bu istihbaratı ve şüphelerini beş yıl önce Başbakanlığa aktarıp araştırılması gereğini vurgulamış.

Kimseyi töhmet altında bırakmamak için bu belgedeki isimleri yazmayacağım.

Bu belgenin, 2 Temmuz 2008 tarihinde, Başbakanlık tarafından Ergenekon operasyonunun sorumlularına intikal ettirildiğini söylemekle yetineceğim.”

İDDİANAMEYE BÖYLE YANSIDI

Bu yazıdan ve bu yazıya ilişkin “MİT’te Ergenekon’un örgüt şeması var” manşetimizden tam iki hafta sonra Ergenekon iddianamesi açıklandı.

İddianamenin 49 ve 50. sayfalarında, “MİT Müsteşarlığı’nın Ergenekon Terör Örgütü Hakkındaki Yazısı” başlığı altında, Taraf’ın manşetine konu olan yazışmaya değiniliyor.

Kısaca, MİT Müsteşarlığı’nın 2002’de kendisine bilinmeyen bir kaynaktan intikal eden “iddia niteliğindeki bilgiler çerçevesinde hazırladığı kitapçığı” 2003’te önce Genelkurmay Başkanlığı’na, sonra Başbakanlığa ilettiğini yazan iddianame, aynı çalışmanın bir özetinin 2006’da tekrar Başbakan’a ve Genelkurmay Başkanı’na sunulduğunu kayda geçiriyor.

İddianame, aynı bölümde, MİT’in 2003’te Başbakanlığa ilettiği yazıdan geniş bir alıntıya da yer veriyor.

Bu alıntıda, “Sonuç” başlığı altında MİT’in şu mütalaası aktarılıyor:

“Mevcut bilgilerden hareketle, kesin belirleme yapılamamakla birlikte ‘Ergenekon’ adı kullanılarak yürütülen çalışmaların; bu aşamada Devleti/Rejimi hedef alan bir grubun kendi çıkarları çerçevesinde organize olma çabalarını içerdiği izlenimi edinilmiştir.

Ancak, iddia niteliğindeki bu bilgilerin, birbirinden müstakil değişik kanallardan gelmesi ve birbirini büyük ölçüde teyit eder olması, olaya dedikodu çizgisinin ötesinde bir anlam kazandırmakta ve yönlendirilmiş organize bir faaliyetin işaretlerini taşımaktadır.

Bu nedenle, konuyla ilgili mevcut bilgiler;

Asker orijinli yönlendirici bir kadronun kontrolünde,

Bazı Sivil Toplum Örgütleri (STÖ),

Siyasi Parti ve Medya kuruluşlarının kullanılması suretiyle,

Sivil idarenin örtülü biçimde denetime tabi tutulması ve yeni bir yapı altında yeni bir yönetim biçimi yaratılması amacına dayalı... olduğu değerlendirilmektedir.”

İddianamenin ilgili bölümü, savcıların “Bizzat MİT Müsteşarlığı’nca da Ergenekon’un illegal bir yapılanma olduğu tespit edilip resmi raporla kayıt altına alındığı görülmüştür” değerlendirmesiyle sona eriyor.

MİT’İN İLETTİĞİ İSİMLER

Dün Taraf’ın yazıişlerinde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın grup konuşmasını tartıştık.

“Derin” bir avukat gibiydi; sığ bir savunma yapıyordu.

Ergenekon savcılarını doğrudan hedef alıyor, iddianameyi küçümsüyordu.

Konuşmasının bir yerinde “İddianameye göre, Ergenekon çok köklü bir örgüt ama MİT’in haberi yok” gibilerinden alaycı bir ifade de kullandı.

Aslında Baykal’ın sözleri, Ergenekon davasını karalamaya çalışan diğer gönüllü çete avukatlarının yazıp çizdiklerinden pek farklı değildi.

Yine de, “devletçi” bildiğimiz bir siyasi parti liderinin, devletin MİT ve Genelkurmay dahil birçok kurumunun, araştırılmasında yarar gördüğü bir örgütlenmeyi böylesine fütursuzca sahiplenmesine anlam vermekte zorlandık.

Baykal’ın “devlet”i değil, “derin”i savunduğunu düşündük.

Bu düşüncelerle, bugünkü birinci sayfamızı hazırlarken, Ergenekon iddianamesinin 1 ağustosta açıklanacak eklerinde, benim 11 temmuzdaki makaleme konu olan MİT yazısının da yer alacağını öğrendik.

Söz konusu 2003 tarihli yazının ekindeki şemalardan “Ergenekon” başlıklı olanında, örgütle bağlantılı politikacılar arasında adı hemen dikkat çeken siyasi parti genel başkanının Deniz Baykal olduğunu hatırladık.

Baykal’ın ve cuma günü kamuoyuna açıklanacak olan MİT yazısındaki diğer isimlerin Ergenekon’la bağlantısı var mı bilmiyoruz.

Ama 11 temmuzda yazdığım gibi, “bugün siyaset sahnesinde, iş âleminde ve medyada hâlâ çok etkin konumlarda olan bir dizi isim, Ergenekon’la bağlantılı olabilecekleri iddiasıyla MİT tarafından Başbakanlığa rapor edilmiş” diyebiliyoruz.

İddianamedeki ayrıntılar sayesinde, bu iddianın MİT’e bilinmeyen bir kaynakça aktarılmış olabileceğini de öğrendik.

İddianın aslı belki de yok, ama şurası kesin ki 2003’te MİT, bu isimleri içeren bir şemayı Başbakanlığa iletme gereği duymuş.

Hatta aynı çalışmanın bir özetini 2006’da Başbakan’a yeniden göndermiş; Genelkurmay’a da 2003 ve 2006’da benzer raporlar iletmiş.

İnsan ister istemez merak ediyor:

Acaba bu raporlardan, bu şemalardan, bu listelerden haberli Ergenekon savcıları dün Deniz Baykal’ın ağır salvolarına hedef olunca ne düşündüler?

Ve acaba, Baykal Ergenekon’un avukatlığına soyunurken, kendisini Ergenekon’la bağlantılandıran belgeler olduğunun ne kadar farkındaydı?


Devamını BURADAN okuyun...>>>

ERDOĞAN KARARI DEĞERLENDİRDİ

ERDOĞAN KARARI DEĞERLENDİRDİ

Anayasa Mahkemesi'nin kararından sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yaptı...

Büyük bir belirizlik ortamının sonuna gelindi.

Milletimize bedel ödetmeyecek şekilde süreci yönettik.

Gelecek kaygısı ve belirsizlikleri en iyi şekilde idare ettik

AK Parti olarak dava sürecini bir fırsata dönüştürmeyi tercih ettik

Milletimizi daha ağır bedeller ödemek zorunda bırakılmayacak şekilde süreci tamamlamış olmaktan mutluyuz. Hiç bir zaman Lakiklik karşıtı olmayan AK Parti, Cumhuriyetimizin temel niteliklerine sahip çıkmaya devam edeceğiz.

Herkese, her kuruma sorumluluklar düşmektedir.

Sadece AK Parti değil Türkiye bir büyük ayıptan ve haksızlıktan kurtulmuştur.

Ülkemizin dış görünümü güven ve istikarımız ciddi bir badireyi geride bıraktı.

DURMAK YOK YOLA DEVAM

Gerekçeli kararı en iyi şekilde değerlendireceğiz.

Önceliğimiz toplumsal barışı güçlendirmektir.

Hangi görüşte olursa olsun herkese saygımız sonsuzdur.

Bu inançla karar hayırlı olsun diyoruz

Devamını BURADAN okuyun...>>>

KAPATMA DAVASINDA KİM NE OYU VERDİ?

KAPATMA DAVASINDA KİM NE OYU VERDİ?

Anayasa Mahkemesi, AK Parti hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından açılan kapatma davasında kararını verdi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, dava sonucunda AK Parti'nin kapatılmadığını, ancak 6 üyenin kapatılma, 4 üyenin de Hazine yardımından yoksun bırakılması kararına vardığını, partinin son yıl aldığı Hazine yardımından 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar verildiğini bildirdi.

AK Parti hakkında açılan kapatma davasında kim ne oyu kullandı

Red Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç

Kapatılsın diyenler Paksüt, Erten, Özler, Apalak, Ayla, Pektaş

Hazine yardımı kesilsin diyenler Adalı, Akyalçın, Özgündür, Kaleli

İşte kararı veren Anayasa Mahkemesi'nin üye profili Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç: Özal tarafından 1990'da üyeliğe seçildi.

- Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt: Sezer tarafından 2005'te atandı.

- Üye Sacit Adalı: Özal tarafından 1993'te seçildi.

- Üye Fulya Kantarcıoğlu: Demirel tarafından 1995'te atandı.

- Üye Ahmet Akyalçın: Sezer tarafından atandı.

- Üye Mehmet Erten: Sezer tarafından 2002'de seçildi.

- Üye Serdar Özgüldür: Sezer, 2004'te Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kontenjanından atadı.

- Üye Abdullah Necmi Özler: Sezer tarafından Askeri Yargıtay üyeliğinden 2004'te üyeliğe atadı.

- Üye Şevket Apalak: Sezer tarafından Danıştay üyeleri arasından 2005'te atandı.

- Üye Serruh Kaleli: Sezer tarafından 2005'te atandı.

- Üye Ayla Perktaş: Sezer tarafından 2007'de seçildi.

- Yedek üye Mustafa Yıldırım: Sezer tarafından Malatya Valisi iken 2003'te yedek üyeliğe seçildi.

- Yedek üye Cafer Şat: Sezer tarafından atandı.

- Yedek üye Ali Güzel: Sezer tarafından atandı.

- Yedek üye Fettah Oto: Sezer tarafından atandı.


30.Temmuz.2

Devamını BURADAN okuyun...>>>

AKPARTİ KAPATMA DAVASINDA KARAR ÇIKTI

AKP DAVASINDA BERAAT KARARI ÇIKTI

Anayasa Mahkemesi, AKP'nin kapatma davasında kapatılmama yönünde karar verdi.

Anayasa Mahkemesi, AK Parti'nin kapatma davası hakkında kararını verdi. Yüksek Mahkeme'den AK Parti'nin kapatılmamasına ancak hazine yardımının yarısının kesilmesine dair karar çıktı.

-Kılıç: Ak Parti kapatılmamıştır

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, AK Parti'nin kapatılmadığını belirterek, "Ancak 6 arkadaşımız kapatılması yönünde oy kullanmış, 5 arkadaşımızdan 4'ü Hazine yardımından yoksun bırakılması sonucuna varmış, 1 kişi de reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bütün bunlardan 6 arkadaşımızın kapatılma, 4 arkadaşımızın da Hazine yardımından yoksun bırakılması kararını birlikte düşündüğümüzde siyasi partiye Hazine yardımından yani son yıl aldığı hazine yardımının 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar verilmiştir" dedi.Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi'nin 3 gündür süren görüşmelerinin ardından davayla ilgili kararı açıkladı. Kılıç, şunları kaydetti:

"AK Parti'nin kapatılmasıyla ilgili açılan davanın sonucunda AK Parti kapatılmamıştır. Ancak 6 arkadaşımız kapatılması yönünde oy kullanmış, 5 arkadaşımızdan 4'ü hazine yardımından yoksun bırakılması sonucuna varmış, 1 kişi de reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bütün bunlardan 6 arkadaşımızın kapatılma, 4 arkadaşımızın da hazine yardımından yoksun bırakılması kararını birlikte düşündüğümüzde siyasi partiye hazine yardımından yani son yıl aldığı hazine yardımının 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar verilmiştir.

Ben bu sonucun çok iyi tahlil edileceğine, değerlendirileceğine, analiz edileceğine ve ilgili siyasi partinin buradan alması gereken mesajı alacağı temennisinde bulunmak istiyorum. Burada kapatma kararı çıkmamıştır Anayasa'daki bu sayıyı yani 7 sayısını tutturamamış olmasından dolayı kapatma kararı çıkmamıştır ama bu kararın sonucunda bu partiye bir ihtar kararı çıkmıştır, ciddi bir ihtar kararı çıkmıştır. Bu sonucun değerlendirileceğini ve gereğinin de yapılacağını umut ediyorum, tahmin ediyorum." aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

28.7.08

YARSAV BAŞKANI ERGENEKONCULARLA YEMEKTEYMİŞ

Savcı ile sanıklar aynı yemekte

İşçi Partisinde ele geçen belgelerden'Yargıtay ile ilgili notlarım' başlıklı bir belge Ergenekon iddianamesine de girdi.

Ergenekon soruşturması çerçevesinde İşçi Partisi'nde ele geçirilen bir CD'deki 1 Şubat 2008 tarihli “Yargıtay ile ilgili notlarım” başlıklı notta YARSAV Başkanı ve Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun, Ergenekon tutuklusu yazar Ergün Poyraz ve 6. dalga operasyonu öncesinde Rusya'ya kaçan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile buluşacağı bir yemekten söz ediliyor.


ABDÜLKADİR SELVİ ANKARA
Ergenekon iddianamesinde İşçi Partisi Genel Merkezi'nden çıkan belgeler önemli yer tutuyor. Başta Genelkurmay olmak üzere devletin birçok gizli belgesi, İşçi Partisi'nde ele geçirilen evraklar, CD'ler ve bilgisayar kayıtlarında bulunduğu için burada şaşılacak bir şey yok.
Yargıtay'a saldırı krokileri de yine İşçi Partisi'nde ele geçirilen dokümanların arasından çıkmıştı.İşçi Partisi'nde ele geçirilen ve Ergenekon iddianamesinde yer alan 4 No'lu CD'de Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı ve Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun da adı geçiyor. CD'de 01 Şubat 2008 tarihini taşıyan “Yargıtay ile ilgili notlarım” başlıklı 'word' belgesinde Eminağaoğlu ile komplo yazarı Ergenekon sanığı Ergün Poyraz ve 6. dalga operasyonu öncesinde Rusya'ya kaçan eski Jandarma İstihbarat Başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün buluşacağı bir yemekten söz ediliyor: “AKP dosyasını Eminağaoğlu'na iletelim, görüşünü alalım. Limandaki yemeğe yetiştirelim. Yemeğe Eminağaoğlu dışında E.Poyraz'la Levent Ersöz Paşa da gelecek.”

YALÇINKAYA'NIN BABASI

Bu 'AKP dosyası' nedir, kapatma davası mı? Yoksa İşçi Partisi'nin AKP dosyası mı bunu kısa nottan anlamak mümkün değil. Notun ilerleyen bölümünde, “Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın babasının durumuna bakılsın. Acil” yeri alıyor. Aynı belgede, “İlhan Selçuk'un yemeği en son ne zaman oldu. Silahçıoğlu en son ne zaman katıldı. Sabih Bey, YARSAV Başkanı katılıyor” diye bir not da yer alıyor.

EMİNAĞAOĞLU HAZIRLADI

İddianamede yine İşçi Partisi'nde bulunan CD'de “A. Gül. Emiağaoğlu hazırladı” başlıklı bir dosya ile Ergün Poyraz'ın bazı jandarma üst düzey görevlilerinden yaptığı işlere karşılık para aldığına ilişkin tutanaklar word belgesi olarak bulunuyor. Yargıtay Savcısı, ülkenin Cumhurbaşkanı hakkında bir doküman hazırlamış ve bu doküman ya doğrudan İşçi Partisi'ne verilmiş veya İşçi Partisi bir şekilde bu dokümandan yararlanmış.

Aynı CD içerisinde Veli Küçük, Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan'dan elde edilen ve Ergenekon'a ilişkin örgütsel dokümanlar ile Ergenekon'un örgüt şeması, Fırat Üniversitesi'ndeki bazı öğretim üyelerinin “Siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine, ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgiler” olduğu tespit edildi.

70 KİŞİLİK SEÇKİN TOPLULUK

İddianamede İP Genel Başkanı Perinçek'in 'Bedri' isimli bir kişiyle 7 Mart 2008'te yaptığı bir konuşmadan da söz ediliyor. İP Genel Başkan Yardımcısı Bedri Gültekin olması muhtemel kişi Perinçek'e katıldığı bir toplantıyı telefonda şu şekilde aktarıyor: “Benim beklemediğim bir katılım vardı. Herkes oradaydı. İlhan Selçuk, Hurşit Tolon, Şener Eruygur,YARSAV Başkanı, Danıştay, Yargıtay ve üniversitelerden bayağı seçkin 70 kişilik bir topluluk vardı. Bayağı da uzun sürdü 7'de başladı 11'de bitti. Şener Eruygur 'ulusalcıların birleşmesi gerekir' dedi. Biraz da halkı suçladı, 'Cumhuriyet mitinglerinde toplandı bu kadar kalabalıklar ne oldu bir şey çıkmadı' diye bir konuşma yaptı.”

YENİ ŞAFAK

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ERGENEKONCU POLİSLER DEŞİFRE

Ergenekoncu polisler deşifre oldu

Ergenekon'un Emniyet içindeki kolları deşifre oldu. İşte Ergenekoncu polisler...

Emniyet teşkilatıyla irtibattaki Ergenekon sanıkları operasyonla ilgili bilgi sahibi olmuş, gizli soruşturma belgelerine ulaşmış ve polis muhataplarından “Emrin olur” gibi cevaplar almış. Ergenekon dinlemelerine Emniyet mensuplarının da takıldığını gösteren iddianame “örgüt üyelerinin emekli ve aktif emniyetçilerle görüştüğünü, işlerini takip ettirdiğini, operasyonlarla ilgili bilgilenip ‘Emrin olur’ cevabı aldığını” saptıyor.

İddianamede Ergenekon-Emniyet bağlantısına ilişkin bulgulardan en dikkat çekicisi, sanık Emin Gürses’in emekli Orgeneral Eruygur’a operasyon yapılacağını “Paşa hakkında dosya hazırlanıyor” diye Eruygur’a önceden haber salması. Veli Küçük ve Hayrettin Ertekin’in emniyet genel müdür yardımcılığından emekli N.A. ile irtibatını da yazan iddianame, sanıkların polis başmüfettişi A.R.A. ile yemek yediğini, gizli bir emniyet belgesinin İşçi Partisi merkezinden çıktığını belirtiyor.Ergenekon İddianamesi’nde yer alan bilgilere göre örgüt üyelerinin Emniyet Teşilatı’ndan bazı kişilerle irtibat kurmuş. İddianamede, “Ergenekon terör örgütü üyelerinin yaptıkları telefon görüşmeleri incelendiğinde, örgüt üyelerinin emniyet teşkilatından emekli olmuş veya halen çalışmakta olan kişilerle irtibat kurdukları, bazılarının işlerini takip ettirdikleri, bazılarının ise emniyet mensuplarıyla tanışmak için uğraştıkları, bir kısmının da Ergenekon terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturma kapsamında yapılan operasyonlarla veya yapılacak operasyonlarla ilgili bilgi aldığı görülmüştür.” deniyor.

“EMRİN OLUR”

İddianamede bir görevlinin Cumhurbaşkanlığına tayin olabileceğini şüpheli Hayrettin Ertekin’e bahsederek kendisine fikir sorduğu, bir kısmının ise Ergenekon terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturma kapsamında yapılan operasyonlarla veya yapılacak operasyonlarla ilgili bilgi aldığı bu görüşmelerde, ‘Emret, Emirlerini bekliyorum, Emrin olur’ gibi cevaplar verdikleri; şüpheliler Veli Küçük ve Hayrettin Ertekin’ in Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’ndan 2008 yılı başında emekli olan N.A. ile irtibatlarının olduğu görülmüştür” deniyor. Ayrıca İşçi Partisi Genel Merkezi’nde elde edilen resmi belgenin Emniyet Genel Müdür yardımcıları “M. Akdeniz ve İ. Selvi” paraflı suretinin örgüt elinde bulunduğuna dikkat çekildi.

ERUYGUR’A HABER

Ergenekon iddianamesinde yer alan telefon kayıtlarına göre Emin Gürses’in “Yalnız şeyi unutma, eğer imkan varsa Şener Eruygur Paşa’ya haber gönderin, “Emniyet teşkilatında onunla ilgili dosya hazırlanıyor” diyor. İddianamede bu telefon kaydının örgütün, emniyet teşkilatı içindeki irtibatlarını ve ayrıca çok gizli yürütülen soruşturmanın içeriğinden dahi bilgi sahibi olduğunu gösterdiğine dikkat çekiliyor.

BİLİŞİM SUÇLARI

İddianamede emniyet içindeki “Bilişim Suçları” masasından bazı görevlilerle örgüt üyeleri arasındaki ilişkilere de dikkat çekiliyor. Örgüt üyelerinden Erkut Ersoy’un “Valla Bilişim suçlarında daire başkanı; şey daire başkanı bir tane Başkomiser vardı İlker Bey; o vardı işte, Mesut Bey diye bir, oradan arkadaş vardı. Yani işte çok olumlu ama bunlar, tabii resmi görevli olduğu için herkese güvenemiyorlar, şimdi teşkilattan filan bizim hakkımızda olumlu referanslar almışlar bunlar” dediği de iddianamede yer aldı.

Taraf

Devamını BURADAN okuyun...>>>

GÜNGÖRENDE HAİN SALDIRI

İlk Bomba Tuzaktı İkincisi Vurdu

Dün gece Türkiye'nin gördüğü en hain saldırılardan biri yaşandı. Olay "daha çok nasıl insan öldürülür" biçiminde kurgulanmış ve iki aşamalı plan yapılmış.

Güngören’deki patlamalardan ilki bir telefon kulübesinin yakınında meydana geldi. Bu küçük patlamayı izlemek için toplanan kalabalığın arasında 15 dakika sonra ikincisi patladı.

İlk patmalada neredeyse kimse zarar görmedi. Ancak meydana bine yakın insan toplandı ve hain planın ikinci aşaması gerçekleştirildi. İnsan selinin ortasında ikinci bomba patladı ve ortalık kan gölüne döndü.

İlk patlama dün gece saat 21:45 sıralarında Güngören Güven Mahallesi, Menderes Caddesi üzerinde trafiğe kapalı alanda meydana geldi. Telefon kulübesinin yakınındaki patlamayı izlemek için çok sayıda kişi olay yerine toplandı. Meraklı kalabalık ne olup bittiğini öğrenmeye çalışırken 15 dakika sonra daha büyük bir patlama oldu.Şiddetli patlama camları indirdi

İkinci patlamanın şiddetiyle ortalık kan gölüne döndü. Civardaki binaların camları kırıldı, çöp kutuları konserve kutusu gibi ezildi. Çok sayıda kişi kanlar içinde yere yığıldı.

Bir buçuk saat sonra 3’üncü bomba ihbarı

Polis “3’üncü bomba var” diyerek kalabalığı dağıtıp olay yerini boşalttı. Ancak birkaç saat sonra üçüncü bombanın olmadığı açıklandı. Polisin kalabalığı dağıtmak için böyle bir açıklama yaptığı tahmin ediliyor. İstanbul Valisi Muammer Güler, ilk açıklamada patlamanın bir terör saldırısı olduğunu söyledi. İncelemeye alınan MOBESE kameralarının kaydettiği görüntülerde şüpheli paketlere rastlandı.

Jammer’la cep telefonları kesildi

Olay bölgesine cep telefonu sinyalini karıştıran jammer getirilerek cep telefonları kesildi. Uzaktan kumandalı olası bombaların patlamasının engellenmek amacıyla sinyallerin güvenlik nedeniyle kesildiği sanılıyor.

Polis: Bombaların ikisi de zaman ayarlı

Polis her iki bombanın da zaman ayarlı olduğu ihtimali üzerinde duruyor. Olaydan hemen sonra ikinci patlamaya canlı bombanın neden olduğu tahmin edilmişti. Ancak canlı bomba olmadığı açıklandı.

Üçok ve Kışlalı’yı öldüren RDX bombası

Bombaların ‘gizli servis bombası’ olarak anılan RDX tipi olduğu açıklandı. Daha önce bu tip bombalar Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kışlalı’nın suikastlarında ve 14 Temmuz 2004’te 2 turistin öldüğü Sultanahmet’teki patlamada kullanılmıştı.

Etkisi TNT’den 1.5 kat daha fazla

RDX, patlayıcıların en etkililerinden biri olarak değerlendiriliyor. TNT’den 1.5 kat daha güçlü ve ateşlenmesi çok daha kolay olan RDX, ağır tahriplere neden oluyor. 1.55 gram RDX’in, tek başına saniyede 8.5 kilometre hızla patladığı hesaplanıyor. Bu da ses hızının 30 katı olarak açıklanıyor. Son dönemlerde özellikle PKK’nın RDX patlayıcı kullanarak eylemler düzenlediği biliniyor.

Korkudan saklanan 3 kişi gözaltına alındı

Polis olaydan sonra 3 kişiyi gözaltına aldı. Ancak şüphelilerin patlamadan korkup saklandıkları anlaşıldı.

GÜNGÖREN’İN EN KALABALIK CADDESİ

Patlamanın olduğu Menderes Caddesi, tıpkı İstiklal Caddesi gibi trafiğe kapalı ve halkın eğlence için geldiği bir cadde. Caddenin bu özelliği patlamadaki can kaybını artırdı. Patlamanın ardından olay yerine gelen Güngören Belediye Başkanı Şakir Yücel Karaman, “Burası Güngören’in en kalabalık caddesi, insanlar aileleriyle akşam saatlerinde bu caddede geziyorlar, oturuyorlar. İlk patlama olduktan sonra etraftaki vatandaşlar da toplandı ve o sırada ikinci patlama meydana geldi” dedi. Patlamanın ardından terörü lanetleyen ve protesto eden vatandaşlar, evlerinin camlarına ve balkonlara Türk bayrakları astı. aktifhaber.com

Erdoğan'dan Saldırı Açıklaması


Güngören'de patlamaların meydana geldiği yerlerde incelemelerde bulunan Başbakan Erdoğan, konuyla ilgili bir açıklama yaptı..

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Gün birlik günüdür, beraberlik günüdür. Teröre karşı milletçe ne kadar bir ve beraber olabilirsek, ne kadar dayanışma içerisinde olabilirsek, ne kadar terörü yalnızlığa itebilirsek o kadar başarılı oluruz" dedi.

Başbakan Erdoğan, Güngören'de patlamaların meydana geldiği yerlerde incelemelerde bulundu. Erdoğan, bombalı saldırıların gerçekleştirildiği Menderes Çıkmazı Sokağı üzerinde hasar gören dükkanlara tek tek girerek, sahiplerine ve bölgedeki vatandaşlara geçmiş olsun ve başsağlığı dileğinde bulundu.

Başbakan'ın gezisi sırasında özel korumaları, uzun namlulu silahlarla geniş güvenlik önlemleri aldılar.

Erdoğan, incelemenin ardından yaptığı açıklamada, dün akşam saat 21.45-21.55 civarlarında 2 ayrı patlama sonucunda 17 vatandaşın hayatını kaybettiğini hatırlatarak, "Bu vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Ailelerine sabırlar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun diyorum. 154 yaralımız vardı. Bu yaralı vatandaşlarımızın da 50'si dışında diğerleri taburcu edildi. Tedavileri yapıldı. 50 kadar vatandaşımız çeşitli hastanelerde tedavi altında. 7 kadar vatandaşımızın durumu ağır. Kendilerine şifalar diliyoruz, ailelerine sabırlar diliyoruz" diye konuştu.

Terör konusunun her zaman dile getirildiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

"Terörü her zaman dile getiriyoruz. Terör, dini, milleti, vatanı, ırkı olmayan bir olay, bir fenomen. Türkiye 30-35 yıldır terörle mücadele ediyor. Terörle mücadele biter mi? Bu terörle mücadele şüphesiz ki kökü kazınana kadar devam eder. Peki bugüne kadar bunu bitiren oldu mu? Şu anda başta dünyanın en büyük ülkeleri olmak üzere ABD'den tutun da İngiltere, İspanya, İtalya'ya kadar bütün bu ülkelerde terörle mücadele halen devam etmektedir. Bu mikrofonlarda siyaset yapılmaz. Ölüm üzerinden, kan üzerinden siyaset yapılmaz.

Şunu söylemek durumundayım; gün birlik günüdür, beraberlik günüdür. Teröre karşı milletçe ne kadar bir ve beraber olabilirsek, ne kadar dayanışma içerisinde olabilirsek, ne kadar terörü yalnızlığa itebilirsek o kadar başarılı oluruz."

(AA)




Devamını BURADAN okuyun...>>>

27.7.08

BEKİR ÇOŞKUNUN KAYIĞI SU ALIYOR

Bekir Coşkun'un kayığı su alıyor

Gazete okurları arasında bir 'test' yapılsa, gündemi sadece Hürriyet'ten takip edenler son sıralarda yer alır.
Halbuki iyi para kazandığı için bu gazetenin geniş bir haber ağı var.
Ayrıca bürokrasiye hep yakın durduğu için devlet içinden bolca haber gelir Hürriyet'e.
(Hoş bazen, utanç verici bir biçimde kullanılır ve kandırılır ama olacak o kadar.)
Ancak, diğer haber kaynaklarına başvurmayan Hürriyet okurları, son dönemde fena halde geri kaldı.
Olan biteni anlamadan koca bir yılı geride bıraktılar.
Niye böyle oldu?
Çünkü gazeteleri 'maymunlaşmıştı'. Yani Ergenekon gibi, cumhuriyet tarihinin en çarpıcı soruşturması sürerken, Hürriyet "görmüyorum, duymuyorum, konuşmuyorum" pozisyonundaydı.Her konuda fikri olan köşe yazarları, Ergenekon meselesini görmemek için bin takla atıyordu.
Hürriyet'in manşetleri "Kadehle içki satışı yasaklanıyor" gibi yalan haberlerle dolduruluyordu.
Mızrak çuvala sığmaz hale geldiğinde, yani Ergenekon'u görmemek mümkün olmadığında ise ikinci fasla geçtiler: Fareleştiler.
Ergenekon haberlerini 'tırtıklamaya', yani karalamaya çalıştılar. Bu çaba da fayda etmeyince seçimlerden beri demediklerini bırakmadıkları Başbakan Erdoğan'dan aman dilediler.
Yani, çoktan tahmin ettiğimiz gibi, artık 'dansözlük' safhasına geçtiler.
Hürriyet okurunun halini düşünebiliyor musunuz?
"Ne tuhaf bir durum" diyordur başı dönen, aklı karışan okur, "düne kadar Başbakan bizim gazetenin boy hedefiydi, şimdi birinci sayfanın yıldızı oldu."
Ancak bu tip olaylar asla "birinci sayfa politikasının" değişmesiyle bitmez.
Bir yıl boyunca Ergenekon hakkında susmuş ama mesela "laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor" diye atıp tutmuş köşe yazarlarına yeniden ayar vermek gerekir.
Peki ayar nasıl verilir?
Emin Çölaşan, Hürriyet'ten çıkarıldığında bu işin nasıl yapıldığını öğrenmiştik.
Şimdi de sırada Bekir Coşkun var. Sansürle ilgili dünkü yazısını okumalısınız.
Belli ki Emin Çölaşan'a yapılan ona da yapılmış:
"Aman Bekirciğim, etme eyleme" denmiş, "ne olur Tayyip'e fazla giydirme, bak tam aramızı düzeltme aşamasındayız, hem sonra biliyorsun patronun şu İddaa işi filan da var. Anla artık."

Emin Çölaşan işten çıkarıldığında gözler Bekir Coşkun'a dönmüştü. O ne yapacaktı?
"Biz bir kayıktaydık. Kürek arkadaşımı dalgalar aldı" diye başladığı 16 Ağustos 2007 tarihli yazısını şöyle bağlamıştı:
"Ne yapmalıyım. Asılsam mı küreklere? Avuçlarım kanasa da, hırsımdan ağlasam da, o yere doğru tek başıma kalsam dahi çekmeli miyim kürekleri? Yoksa, vaz mı geçsem kürek çekmekten?"
Aslında boş laflardı onlar.
Çünkü Hürriyet tam o dönemde hükümet karşıtı kampanyaya başladığı için, Bekir Coşkun'un vazgeçmesi filan gerekmiyordu.
Bir yıl kadar kafasına göre kürek çekti. Başbakandan fırça yediği için, Gazeteciler Cemiyeti'nden ödül bile kazandı. (Geçelim o maskaralığı.)
Ama artık hava değişiyor. Hürriyet'in birinci sayfasında başlayan dalgalanma iç sayfalara da yansıyacak. Bakalım kayıkçı ne yapacak? EMRE AKÖZ SABAH 27/07/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

İDDAİNAMEDKİ YAPILANMA

İşte iddianamedeki DEHŞET yapılanma

13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen ''Ergenekon Soruşturması''na ilişkin iddianamenin içeriği yavaş yavaş belli olmaya başladı. İşte iddianamenin ayrıntıları.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde yaptığı basın açıklamasında, ''Ergenekon Soruşturması''na ilişkin soruşturmanın önemli bir bölümünün tamamlandığını ve iddianamenin hazırlanarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildiğini belirtti.

İşte 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen iddianamenin satır aralarından bazı başlıklar

TİT, İBDA/C VE HİZBULLAH ANLATILIYOR

Türk İntikam Tugayı'nın anlatıldığı iddianamede, İBDA/C ve Hizbullah'ın eylemlerine de yer verildi. İddianamenin bazı yerlerinde ise Necip Hablemitoğlu cinayetine değinildiği belirtildi. Ayrıca, bugüne kadar bilinmeyen ve açıklanmayan bir çok olaya ilişkin bilgilere de iddianamede yer verildi.TARİKATVARİ ÖRGÜT

Elde edilen bazı belgelerde örgütün bir tarikatvari olup 600 yıllık geçmişe dayandığı ve tarikatın isminin Agarta yani Ergenekon olduğu ifade edildi. Ayrıca devam eden soruşturmada birçok olay üzerinde çalışma yapıldığı ve şu ana kadar yapılan tespitlerde olayların Gazi olaylarına kadar uzandığı ve bunun somutlaştırılmaya çalışıldığı kaydedildi. Örgütün finansörlerinin bir kısmının tutuklandığı bir kısmının da hala yakalanamadığı öğrenildi. Bazı şüphelilerin bilgisayarlarında çıkan belgelerin darbe günlüğü ile aynı olup bazı yerlerinde farklı bilgiler olduğu da tespit edildi.

ÇETE LİDERLERİNİ KULLANIYORLAR

Çete lideri olmak suçundan tutuklu olan Alaattin Çakıcı'nın tanık olarak yer aldığı iddianamede, soruşturma sürecinde ifadeleri alınan çete liderlerinin Ergenekon örgütü tarafından kullanıldığı tespitine yer verildiği de kaydedildi.

ÖRGÜT DEPARTMANLARDAN OLUŞUYOR

İddianamede örgüt şeması, telefon irtibat şeması ve bir krokiye yer verildiği ifade edildi. Örgütün hücre yapılanması şeklinde örgütlendiği örgütün medya, mafya, istihbarat gibi farklı yaklaşık 20 departmandan oluşup her departmanın başında bir başkan ve bir yardımcının bulunduğu iddianamede yer ald�.

KEMALİZMİ ARKALARINA ALIYORLAR

İddianamede örgütün Kemalist ve Atatürkçü ideolojinin arkasına saklanarak, bu ideolojilerden farklı hareketler yaptıkları tespitine de yer verildiği kaydedildi. İddianamede Kuvayi Milliye Derneği'nin de detaylı bir şekilde anlatıldığı ifade edildi.

BEHİÇ AŞÇI'YI ÖLÜM ORUCUNDAN KÜÇÜK VAZGEÇİRDİ

Soruşturma sürecinde bir kişinin ifadesinde ölüm oruçlarının Veli Küçük'le ilgili olduğu, şüphelilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarında ele geçirilen belgelerde derin devlet olduklarına yer verildiği de tespit edildi. Öte yandan iddianamede ölüm orucuna başlayan Avukat Behiç Aşçı, Veli Küçük'ün vazgeçirdiği de belirtildi.

HER SANIĞA FOTOĞRAFLI DOSYA

Her sanığın emniyet veya cezaevinde çekilmiş son halini yansıtan fotoğraflarının kendilerine ait dosyaların üzerine konulduğu ifade edildi. Böylece dava sürecinde yoğun olan evrakların içinde kişilerin dosyaları ayırt edilebileceği belirtildi.

GENELKURMAY'IN HER ŞEYDEN HABERİ VAR

Soruşturma süresi boyunca bütün Genelkurmay Başkanlığı ile yazışma halinde bulunularak gerek görevde gerekse emekli olan askerlere ilişkin bilgilendirmenin yapıldığı öğrenildi. Genelkurmay'ın da bu yazışmalara cevaplarda bulunduğu öğrenildi. Verilen bu bilgilendirmeler sonucunda askeri mahkemede Fikret Emek hakkında "gizli evrakları ele geçirmek ve askeri malzemeleri gizlemek", Oktay Yıldırım hakkında "askeri malzemeleri zimmete geçirmek" suçlarından dava açıldığı ifade edildi. Yıldırım ve Emek hakkındaki iddianamelerin İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na bilgilendirme amacıyla gönderildiği belirtildi.

SAVCI TEHDİT EDİLMİŞ

Öte yandan soruşturma savcısı Zekeriya Öz'ün bir hafta önce tehdit aldığı ortaya çıktı. Bir hafta önce emekli bir cezaevi müdürünün, Veli Küçük'ün arkadaşı olduğunu belirterek Öz'e tehdit mektubu gönderdiği, ardından aynı içerikli telgraflar çektiği ortaya çıktı. Bu kişi hakkında soruşturma başlatıldı.

TUNCAY GÜNEY ZANLI

Soruşturmada ismi tartışma konusu olan ve yurt dışında bulunduğu iddia edilen Tuncay Güney hakkında sığınma talebinde bulunmaması için yakalama kararı çıkarılmadığı belirtildi. Güney'in ifadesinin alınabilmesi için Türkiye'ye getirilmeye çalışıldığı öğrenildi. Güney'in Kanada'dan gelmek için savcılardan tutuklanmaması için garanti istediği, ancak bu isteğe sıcak bakmadığı öne sürüldü.

Ergenekon soruşturmasının Güney'in ifadeleri olmadan yapıldığı ve ardından Güney'in ifadeleri incelendikten sonra soruşturma kapsamında ele geçirilen belgeler ve ifadelerle Güney'in ifadelerinin örtüştüğü ortaya çıktı.

GİZLİ TANIKLAR

Bugün açıklanan iddianamede çok sayıda gizli tanığın ifadelerinin yer aldığı öğrenildi. Bu tanıklardan bazılarına numara bazılarına da isim takıldığı kaydedildi.

İki gizli tanığa "Tanık İsmet" ve "Tanık Dilovası" kod adı verildi. Bu tanıkların ifadelerinin Türkiye'yi sarsacak bilgiler içerdiği ileri sürüldü. "Dilovası" kodlu tanığa bu ismin Gebze'deki olaylarla ilgili aktardığı bilgiler nedeniyle verildiği belirtildi. Tanık Dilovası'nın Veli Küçük'ün bir dönem çalıştığı Kocaeli bölgesindeki faaliyetleri ile ilgili bilgiler verdiği ileri sürülüyor.

SEDAT PEKER DE SANIK

Sedat Peker'in de iddianamede sanık olarak yer aldığı öğrenildi. Ergenekon terör örgütünün yöneticisi olduğu iddia edilen emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün, Peker'den avukat giderleri için havuz oluşturmasını istediği öne sürüldü.

samanyoluhaber.com

25.Temmuz.2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

İDDİANAMEDEN BAŞLIKLAR

İDDİANAMEDEN ÇARPICI BAŞLIKLAR

Ergenekon soruşturmasına ilişkin 2455 sayfalık iddianamenin içeriği açıklandı.

İşte iddianamede yer alan çarpıcı bölümler

- Cumhuriyet Gazetesi'ne saldırı Muzaffer Tekin'in talimatıyla yapıldı

- Alparslan Arslan'ın Muzaffer Tekin ile bağlantısı var

- 2005 yılında Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a suikast hazırlığı yapıldı

- Örgütün TSK ve MİT ile ilişkisi yok

- Ergenekon, NATO tesislerine saldırı hazırlığı yapıyordu

- İP Genel Merkezi’nde Genelkurmay'a ve MİT'e ait belgeler bulundu

- Örgütün yöneticileri; İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek, Mehmet Karadağ ve Sevgi Erenerol

- Cumhuriyet'e atılan bombaları Muzaffer Tekin, Alparslan Arslan ve Oktay Yıldırım'a verdi.

- Ergenekon, Hizbullah ile bağlantılı

- Ergenekon örgütü PKK ile işbirliği planlıyordu- Ergenekon örgütü DTP yöneticilerine suikast planlıyordu

- Osman Yıldırım Cumhuriyet'e saldırıyı Veli Küçük'ün talimatıyla yaptığını beyan etti

- Ergenekon mafyayı kendi amaçları için kullanmayı planlıyordu

- Danıştay saldırısının ardından Alparslan Arslan'ın ailesinin hesaplarında artış tespit edildi

- Ergenekon Başbakan Erdoğan'ın 4 danışmanının ailelerini fişledi

- Veli Küçük, Gazi mahallesindeki kahvehanenin taranması ve adam öldürme emri verdi

- Ergenekon örgütü naylon terör örgütleri kurmayı planlıyordu

- Kuvayi milliye derneği cinayetler planlıyordu

- Muzaffer Tekin’in kod adı Zafer.

- Zirve Yayınevi saldırısı

- YÖK Başkanı Teziç’e yönelik saldırı

- Ümraniye bombalarının nerede kullanılacağı tespit edilemedi.

- Gazeteci Fehmi Koru ve yazar Orhan Pamuk'a suikast hazırlığı yapılıyordu...

- Susurluk ile Ergenekon arasında bağlantılar var

- Ergenekon Terör Örgütü'nün sivil unsurları da oluşturuldu.

- Ergenekon Yargıtay Başkanlığı'nda üst düzey yöneticiye suikast hazırlığı yapıyordu.

- Cumhuriyet gazetesi ulusal medya merkezinin üssü...
samanyoluhaber


25.Temmuz.2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

BİR VURAL SAVAŞ REZALETİ

Vural Savaş Türkiye'yi Rezil Etti

Vural Savaş Avusturya'nın Tiroler Zeitung gazetesine şok demeçler verdi. Öyle sözler söyledi ki Türkiye'yi ve İslam dinini resmen rezil etti.

Hep başkalarını Türkiye'yi şikayet etmekle suçlayan Ulusal Cephenin önde gelen ismi Vural Savaş, Türkiye'yi şikayet etmekten beter etti, demediğini bırakmadı.

----------------------

Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, 'vatansever güçleri' AK Parti'ye karşı verdikleri mücadelede yalnız bıraktığı için Avrupa Birliği'ni yerden yere vurdu.

Avusturya'nın Tiroler Zeitung gazetesine, AK Parti hakkındaki kapatma davasıyla ilgili konuşan Vural Savaş, "AB'nin canı cehenneme.'' dedi. Avrupa'da gerçek demokrasi olmadığını ve AB'nin Türkiye'nin düşmanı olduğunu savunan Savaş, "Seçimle iktidara gelen bir partinin kapatılmasına yönelik kapatma istemi demokrasi karşıtı değil mi?" sorusuna kızarak, "Sizin gibi konuşan biri ya Türkiye'yi hiç bilmiyor, ya da tedavi edilemeyecek kadar saf.'' dedi.Avusturya gazetesinde geçtiğimiz hafta yayınlanan röportajda Vural Savaş'a kapatma davasının nasıl sonuçlanacağı yönünde sorular soruldu. "AKP Türkiye'de İslam'ın hakim olması için çalışıyor. Çocukların beyninin yıkandığı Kur'an kurslarına göz yumuluyor. Bu yolla Türkiye'yi yok etmek isteyen bir nesil yetiştiriliyor." diyen Savaş, "Vaktiyle Erbakan'ın Refah Partisi'ni şeriat istediği için kapattırmıştım. Devamı olan Fazilet Partisi'ni de aynı gerekçeyle kapattırdım. Erdoğan ve taraftarları, planları hep sonuçsuz kaldığı için strateji değiştirdiler. Batı'nın desteğini almak için alçaldıkça alçalıyorlar."şeklinde konuştu.

Böyle bir gelişmeye Batı'nın neden destek verdiğinin sorulması üzerine eski başsavcı, "Türkiye'de Batı'nın önünde diz çöken ve halkın isteklerini hiçe sayan 'ılımlı İslam'ın hakim olmasını istiyorlar." dedi. "Türk elitlerinin çoğu Türkiye'nin AB'ye girmesini istemiyorlar mı?" sorusuna ise Vural Savaş, "Hayır! Daha birkaç yıl öncesine kadar nüfusun yüzde 95'i AB üyeliğine destek verirken, şimdi bu oran yüzde 40'a düşmüş durumda. İki yıl sonra AB üyeliğini isteyen bir parti Meclis'e bile giremez. Türk halkı uyandı ve artık 'AB'nin canı cehenneme' diyor." karşılığını verdi. Muhabirin, "AB'nin canı cehenneme mi?" diye tekrar etmesi üzerine, Savaş, "Evet, biz bu konuda böyle düşünüyoruz. Türkiye'nin gerçek düşmanı AB'dir. AB'de gerçek demokrasi yok. Türk halkı AB'ye güvenmiyor. Zaten Türkiye hiçbir zaman AB üyesi olmayacak." ifadelerini kullandı. "Demokratik bir seçimle iktidara gelen bir partinin kapatılmasına yönelik kapatma istemi anti-demokratik değil mi?" sorusuna sinirlenen eski başsavcı, "Sizin gibi konuşan biri ya Türkiye'yi hiç bilmiyor, ya da tedavi edilemeyecek kadar saf. Avusturya'da Jörg Haider'in partisi unutulmaya terk edildi. Bizde de aynı yöntem kullanılsa, parti kapatılmasını ben de istemem." dedi.

"AB, gerektiğinde devreye giriyor. AK Parti hakkındaki kapatma davasını eleştirdiler." hatırlatması üzerine ise Savaş, AB'nin ikiyüzlü olduğunu, vaktiyle Refah ve Fazilet partilerinin kapatılması karşısında sessiz kaldığını, çünkü bu partilerin "AB uşağı" olmadığını öne sürdü. Ordunun Kemalizm'in korunmasıyla ilgili rolünün sorulması üzerine Savaş, Türkiye'de iki darbenin dış güçlerin telkinleriyle gerçekleştiğini, 28 Şubat öncesinde de ABD ve AB'nin orduyu darbe yapmaya zorladığını; ancak kendisinin kapatma davasıyla bunun önüne geçtiğini savundu. Savaş, Türkiye'nin sorunlarını askerî darbe olmadan çözebileceğini öne sürdü.

Muhabirin, "Avusturya'da radikal İslamcı eğilimler var..." demesi üzerine de Vural Savaş şöyle konuştu: "Avrupa ve Avusturya'da camilerin, radikal İslamcıların, şeriatçı eğilimlerin çok daha fazla olmasını isterim. Böylece belki yöneticileriniz tehlikenin farkına varır. AKP'nin göz boyama çalışması Avrupa'da başarılı olmuş görünüyor. Onlara da başarılar dilerim. Hem de Türkiye dışında her yerde başarılar dilerim." aktifhaber.com


Devamını BURADAN okuyun...>>>

DARBELERE KARŞI SES ÇIKARDILAR

Darbelere Karşı Ses Çıkar..

Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Platformu, 'Ankara'yı çok başıboş bıraktık' sloganıyla Başkent'te darbe karşıtı miting düzenledi..

Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Platformu'nun eylemlerinin adresi bu kez Ankara oldu. Sıhhiye Köprüsü'nden yürüyüşe geçen darbe karşıtı grup, Kolej kavşağına geldi. Burada düzenlenen mitingte "Meclis'e, demokrasiye, özgürlüğüme dokunma" mesajı verildi.

Genç Siviller ile 15 sivil toplum örgütünün oluşturduğu 'Darbeye Karşı 70 Milyon Adım Platformu', Ankara'da 'demokrasi' çağrısı yaptı. Daha önce İstanbul'da geniş katılımlı miting düzenleyen darbe karşıtları, 'Ankara'yı çok başıboş bıraktık. Şimdi darbelere karşı çıkma zamanı. Darbeye karşı ses çıkar' sloganıyla yürüdü
Miting, Ergenekon davasında yargılanan Doğu Perinçek'in genel başkanlığını yaptığı İşçi Partisi Genel Merkezi'nin önünde başladı. Sıhhiye Köprüsü'nden yürüyüşe geçen beyaz eldiven ve flamalı 2 bin kişi, alkışlarla tempo tuttu; protesto düdükleri çaldı. 'Darbeye karşı ses çıkar' yazılı pankartlar taşıyan grup, 'Darbelere dur de', 'Biz bu darbecileri durdurabiliriz' ve 'Darbeye hayır' şeklinde sloganlar attı. Yürüyüş esnasında grubun önünde bulunan araçtan konuşan tertip komitesi üyesi, "Biz buraya çocukların ölmemesi, yetim kalmaması, başbakanların asılmaması için geldik." dedi.

Genç Siviller, Mazlum-Der, DSİP gibi sivil toplum örgütlerinin düzenlediği mitinge, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu ile milletvekilleri Zeynep Dağı ve Burhan Kayatürk de katıldı. Konuşmaların yapıldığı sahneye büyük boy Hrant Dink posteri asıldı. Ardından şu mesaj verildi: "Darbeler, muhtıralar, derin örgütlenmeler, faili meçhul cinayetler, parti kapatmalar, idamlar, işkenceler hep Ankara'da konuşuldu, Ankara'da planlandı. Tüm bunlar olurken biz Ankara'yı çok başıboş bıraktık. Ankara da bu ülkede 70 milyon insan yaşadığını çoğu zaman unuttu. Şimdi darbeye karşı, Ergenekon çetesine ve parti kapatmalara karşı ses çıkarmak zamanıdır."

Mitinge katılanlar arasında dikkat çekenlerden biri de 70 yaşındaki Ömer Karaduman'dı. 1960'ta Diyarbakır'da askerken darbeyle tanışan Karaduman, hiç istemediği halde görev yaptığını belirtiyor. 48 yıl sonra, halkın özgürlüğüne müdahale etmenin üzüntüsünü yaşıyor. 'Adnan Menderes ve arkadaşlarının asılmasını' unutamamış. Karaduman, 'Darbeye hayır' sloganı atarken şunları kaydediyor: "Ayağımızda ayakkabımız yokken, bizi sıkıntılardan kurtaran Menderes'in asılmasını unutamadım." aktifhaber

Devamını BURADAN okuyun...>>>

25.7.08

AYM ÜYELERİNE AÇIK MEKTUP

Anayasa Mahkemesi üyelerine açık mektup

Sayın Üyeler, Biliyorum, birçoğunuz benden hoşlanmıyorsunuz. Sizleri ve aldığınız bazı kararları ağır şekilde eleştirmemden rahatsız oluyorsunuz. Lâkin beni değerlendirirken, sadece bu eleştiriler çerçevesinde kalmamanızı; ömrünü devlet hizmetinde geçirmiş, yargı ile siyaset arasındaki uçurumlara köprü olmuş ve Anayasa Mahkemesi ’ne de hizmet etmiş, tecrübeli bir devlet adamı olarak görmenizi rica ediyorum.
Sayın Üyeler,
Hepinizin de benim gibi vatansever olduğunuzdan eminim. AK Parti ’nin kapatma dâvasında meseleye bu vatanseverce duygularla bakacağınızdan hiç şüphem yok. Her ne kadar eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk , ‘Hukukçu vatan kurtarmaz, hukuku uygular’ diyorsa da, bu nevi siyasî dâvalarda pozitif hukuka kimsenin aldırmadığını hepimiz biliyoruz. Zaten bu yüzden sizlere hukuktan, Anayasa’dan, yasadan değil vatanseverlikten bahsedeceğim.
Vatanseverlik anlayışlarımızın bir hayli farklı olduğunu biliyorum ama arada mutlaka kesişen ortak noktalar vardır.Sayın Üyeler,
Büyük çoğunluğunuzun vatanseverlik anlayışında ‘lâiklik’ çok önemli bir yere sahip. Mensup olduğunuz sosyal çevredeki, moda deyimle ‘mahalle baskısı’, sizlere Türkiye’nin süratle Humeynî İranı’na doğru gittiğini, ‘türban’ın lâik ve çağdaş yaşam bakımından tehlike oluşturduğunu ve AK Parti’nin bu gidişin baş sorumlusu olduğunu telkin ediyor. Üniversitelerde ve toplumun yönetim seviyesinde ‘türbanlı’ları görmeye tahammül edemiyorsunuz. Bu yüzden elinize fırsat geçmişken AK Parti’yi kapatma kararı vererek ‘Cumhuriyeti irticadan kurtarıp’ vatanseverce davranmayı tercih edeceksiniz. Böylece Türkiye’nin Humeyni İranı’na ya da Malezya’ya dönüşmesine ‘vatanseverce’ engel olacaksınız.
Sayın Üyeler,
Geliniz sloganların ve fobilerin ötesine geçerek bu durumu beraberce değerlendirelim.
Siz AK Parti’yi kapatınca neler olacak?
1. Türkiye’nin dış itibarı bir anda sıfırlanacak. AB müzakereleri dondurulacak; belki de AB üyeliği tümüyle reddedilecek. Türkiye’nin, 12 Eylül’de olduğu gibi, Avrupa Parlamentosu’ndan ihracı gündeme gelecek. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi seçilmesi hayâl olacak. Türkiye, kısa zamanda bir Üçüncü Dünya Ülkesi durumuna düşecek.
2. Türkiye’de büyük bir ekonomik kriz başgösterecek. Millî Gelir ve Servet yüzlerce milyar dolar azalacak. Borsa dibe vuracak ve enflâsyon hızla yükselecek. Türkiye’de, kısa sürede önlenmesi mümkün olmayan bir ekonomik istikrarsızlık dönemine girilecek.
3. İç siyaset istikrarsızlaşacak. Darbeciler ve çeteciler cesaret bularak faaliyetlerini arttıracaklar. Önce, AK Parti’nin siyasi yasaklı olmayan kısmının başına bir emanetçi getirilecek; sonra da seçimlere gidilecek. Bu arada AK Parti’den sonra DTP ’nin de büyük bir ihtimalle kapatılması sonucunda, Güneydoğu halkı temsil edilemez duruma düşürülecek. AK Parti’nin Güneydoğu ’da bölücülere karşı uyguladığı
başarılı politika sona erecek. Terör örgütünün ekmeğine yağ sürülecek.
4. 27 Mayıs’ta DP kapatılınca yerine AP kuruldu ve DP’den daha muhafazakâr bir politikayla yıllarca iktidarda bulundu. 12 Eylül’de kapatılan AP’den sonra ANAP, bütün engellemelere rağmen iktidara geldi. RP ve FP’nin kapatılmasından sonra kurulan AK Parti de tek başına iktidar oldu. 2007’deki haksız ‘367 Kararınız’, AK Parti’nin oylarını en az 10 puan arttırarak onun tekrar iktidar olmasını sağladı. Şimdi de AK Parti’yi kapatırsanız, bu defa da yerini alacak parti ilk seçimlerde yüzde 50’den fazla oy almayacak mı?
O zaman, lâiklik uğruna soyunduğunuz bu ‘vatanseverlik’ boşa gitmeyecek mi?...
Sayın Üyeler,
Niyetim kararınızı etkilemek değil. Tam aksine, sizlere kapatma konusunda baskı yapanlar karşısında bir başka pencere açmaya çalışıyorum. Bu pencere, demokrasiye, hukuka, modernleşmeye, Türkiye’nin gerçekten ışıklı olan istikbaline açılıyor.
Açıkçası pek fazla ümidim yok ama vatanseverlik ufkunuzu genişleterek bu pencereden bakınız ve Türkiye’nin geleceğini karartmayınız.
Saygılarımla.
24/07/2008
hcelalguzel@yahoo.com RADİKAL

Devamını BURADAN okuyun...>>>

BUNLARI KİM YETİŞTİRİYOR.?

Bunları kim yetiştiriyor?

Geçen gün şöyle yazdım: "Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül, kimin tavuğuna kış dedi de, psikiyatri profesörü Aysel Ekşi, Times gazetesine, 'O kadından nefret ediyorum' diyebiliyor?"
Bazı okurlarımız, şöyle bir gerekçeyi öne sürdü: "Çünkü Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) şikâyet etti."

Eğitim seviyesi düşük vatandaşlarımız bunu söylese; anlarım, hoş görürüm.
Ancak o gerekçeyi öne sürenler arasında üniversite öğrencileri de var.
İnanılır gibi değil!
Bilgiye ulaşma imkanlarının bu kadar geliştiği bir çağda, hem de eposta göndererek (yani interneti kullanabiliyorlar) bunu söyleyenleri affedemem. Üniversitede okudukları için kendilerini matah bir şey sanıyorlar, mezun olduklarında dolgun ücretle iş talep ediyorlar ama en basit bilgileri dahi araştırmadan, "papağanlık" ediyorlar.
Biraz kafası çalışan bir üniversite öğrencisi, internete girerek, Anayasa'nın 90'ıncı maddesine bakabilir.
Ve görür ki AİHM yabancı bir kurum değil, "bizim" mahkememiz. Zaten bu yüzden orada bir de Türk yargıç var.
Nasıl bir mahkemenin verdiği kararın yanlış olduğunu düşünerek, Yargıtay'a başvurabiliyorsak; benzeri şekilde AİHM'ye de başvuruyoruz.
Bazı şapşikler (hem de üniversite öğrencileri) bunu "Türkiye'yi yabancılara şikayet etmek" diye algılıyor.
Bu zihniyette olanlara, akıllarının alamayacağı bir örnek verelim. Aşağıdaki satırlar Umur Talu'ya ait:
"Bakın, ülkenizde ne oldu?
On binlerce 'asker emeklisi'; görevdeki on binlerce 'asker' adına da, 'Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitti.
Bir daha söylüyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli on binlerce asker adına, dernekleri; görevdeki on binlerin hakkının da gözetilmesi için, 'insan hakları' namına, AİHM'ye başvurdu. '40 yıllık bir adaletsizlik'e karşı, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği TEMAD, 'iç hukuk yollarının tükenmesi'nin ardından, AİHM'de adalet arıyor. 'Silahlı Kuvvetler mensupları'nın en az yüzde 70'i için." (Sabah, 17 Eylül 2007)

Gördüğünüz gibi astsubaylar "bile" (!) haklarını aramak için AİHM'ye başvuruyor.
"Bile" kelimesine bir de ünlem ekledim çünkü bu yanlış bir yaklaşım.
Ne demek "bile"?
Şartlar gerektirdiğinde AİHM'ye başvurmak hepimizin Anayasal hakkı.
Ama Türk yargı sisteminin çağ dışı kalmasını isteyenler, mesela takoz zihniyetli ulusalcılar, sadece ve sadece kendi siyasi çıkarlarını korumak için AİHM karşıtı propaganda yapıyor.
Ailelerin adam olsun, dünyayı öğrensin diye dişinden tırnağından ayırdığıyla üniversiteye gönderdiği bazı öğrenciler de onlara kanıyor.
Tüh onlara!
Yarın başınız sıkıştığında, hakkınızı aramak için koşa koşa gideceksiniz AİHM'ye (ki doğrusu da bu.) Ama başkaları aynı şeyi yaptığında, hakkını aradığında, kabahatli olacak. Öyle mi?
Tüh size!

EMRE AKÖZ SABAH 25/07/2008
Devamını BURADAN okuyun...>>>

SİYASİ MÜSTEŞAR!

Siyasi müsteşar!

Öyle saçma şey olur mu demeyiniz, Türkiye'de olmuştur.
Çok kişi bilir, 5 Şubat 1937 tarihinde Türkiye'de bir anayasa değişikliği yapıldı.
O zamanlar anayasa değişiklikleri çok kolaylıkla yapılabiliyordu, çünkü bunları denetleyecek, gerekirse engelleyecek yüce bir Anayasa Mahkemesi yoktu. Atatürk böyle bir kuruma gerek görmemişti!
("O görmediyse siz neden gördünüz, ne biçim Atatürkçülük bu?" sorusunu sormayalım da kimse utanmasın.)
Gene çok kişi, bu değişiklikle Cumhuriyet Halk Partisi'nin "umdeleri" olan "altı okun" anayasa metnine geçirildiğini de bilecektir...
Tek partiyle devlet arasındaki çizgiler ortadan kaldırılıyor, ikisi birbirine yapıştırılıyordu... Daha önce, 1936 yılının haziran ayında da, her ilin valisi aynı zamanda tek partinin de il başkanı yapılmış, içişleri bakanı da partinin genel sekreteri olmuştu!Bu model, Mussolini İtalyası'nın modeliydi.
Mussolini'den bir başka ilham daha alındı:
1937 yılının şubat ayında yapılan anayasa değişikliğiyle, bakanlıklara, bildiğimiz, normal "idari müsteşarın" yanı sıra, birer de "siyasi müsteşar" atandı!
Bu müsteşarlar, bakanlık memurları arasından falan değil, TBMM üyeleri arasından, yani milletvekillerinden oluşturuldu.
Böylece yasama ile yürütme de iyice içiçe geçiyor, partili mebus bakanlığa el koyuyor, orayı doğrudan denetimine alıyordu. (Bakana kartvizit göndermeye, "ricacı" olmaya falan, yani dolambaçlı yollardan nüfuz ticaretine artık gerek kalmıyordu!)
Bu düzenleme öyle "yönetmelikle" falan yapılmadı, resmen anayasaya kondu.
Koyanlar, İsmet İnönü ile Recep Peker.
Rauf Orbay, hatıralarında, "İnönü ile Peker'in İtalya'ya gittiklerini ve oradaki sistemi tetkik ettiklerini" söyler.
Bu arada, TBMM'nin dışında ve üstünde bir "Konsey" de oluşturmak istemişlerdi. (Bu tür adamlar "Konsey" severler... Gran Consiglio del Fascismo Italiano gibi... Milli Güvenlik Konseyi, Basın Konseyi falan gibi...)
Bütün bunları Atatürk'ün gözünün önünde, burnunun dibinde nasıl yapabilmişlerdi?
Çünkü Atatürk hastaydı, hayatının son yılını yaşıyordu... Fakat son bir gayretle bu adamlara "höt" dedi ve 20 Eylül'de İnönü'yü başbakanlıktan kovdu. (Ele güne karşı bunun kılıfı, "aşırı çalışmaktan dolayı sürmenaj nedeniyle izin" olarak uyduruldu.)
28 Eylül günü, Tan Gazetesi, anayasanın yeniden değiştirileceğini ve seçimlerin de yenileneceğini yazdı, on gün süreyle kapatıldı.
İnönü, 25 Ekim günü bu kez "gerçekten" istifa etti.
21 Kasım'da da, yeni kurulmuş Celal Bayar hükümeti, siyasi müsteşarlıkları kaldırdı! Bu kepazeliğin daha fazla sürmemesini sağladı. Bu da elbette, tıpkı Tan Gazetesi'nin söylediği şekilde, anayasada yapılan yeni bir değişiklikle hemencecik mümkün oldu.
Kıssadan hisse:
İsmetçi basın, bunu da yazın. Engin Ardıç 25/07/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

DARBENİN KOÇU DEMİREL

Darbenin koçu Demirel


Yeni Aktüel Dergisi’nin bugün çıkan sayısında yer verdiği Özden Örnek’in günlüklerinin yayınlanmamış bölümlerine göre, Süleyman Demirel, 2003-2004 yılında darbe hazırlığındaki paşalara akıl hocalığı yapmış. Günlüklere göre Demirel, darbecilere “Kıbrıs’ta en iyi yol çözümsüzlük” mesajı göndermiş. Denktaş ise “Ergenekon’a beni de katacaklar” dedi

Yeni Aktüel Dergisi’nin bugün piyasaya çıkan sayısında eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek tarafından yazıldığı öne sürülen Darbe Günlükleri’nin bazı yayımlanmamış bölümleri yayımlandı. Tuncay Opçin imzasıyla yayınlanan “Ayışığı’nın karanlık tarafı Darbe Günlükleri 2” başlıklı haberde günlüklerde ismi M.Ö olarak geçen ve eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yakınlığıyla tanınan Mustafa Özkan’ın darbeciler ile Demirel arasında kurye görevi yaptığı iddia ediliyor. Günlüklere göre cuntanın akıl hocalığını üstlenen Demirel, Kıbrıs konusunda da darbecilere “En iyi yol çözümsüzlüktür” mesajı göndermiş. DEMİREL’İN HAS ADAMI • Süleyman Demirel’in “Has adamı” olduğu belirtilen Mustafa Özkan’ın darbecilere medya desteği sağlamak için Aydın Doğan ile paşalar arasında mekik ördüğü bilgisi yer alıyor. Gazeteci kökene sahip Özkan 1988 yılına kadar Adalet Partisi ve devamı olarak Doğru Yol Partisi’ne yakın çizgideki “Son Havadis” gazetesini çıkarmış. Uzun bir süre ortalıklarda görülmeyen Özkan’ın AKP’nin kurulup iktidara gelmesinin ardından tekrar sahneye çıktığına dikkat çekiliyor.

CUNTA ADINA İLK MESAJ • Yeni Aktüel Mustafa Özkan’ın ilk mesajını darbecilerin isteği üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan’a en yakın isimlerden biri olan Cüneyd Zapsu’ya ilettiğini yazdı. Özkan’ın bu görüşmede askerlerin meslek liselerinin üniversiteye girişteki kat sayı düzenlemesi ve Kur’an kursları ile ilgili yeni yönetmelikten duyulan rahatsızlığı aktardı. Bu görüşmeler Özkan tarafından tüm detayları ile o dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’e aktarıldı. Örnek paşa, komutanlar ile Özkan’ın temas noktasıydı. Bu trafik 2003 Eylül’ü ile 2004 başı boyunca artarak sürdü.

DEMİREL’İN KIBRIS MESAJI • Dergideki Darbe Günlükleri’ne göre başını görevdeki dört kuvvet komutanının çektiği “Cunta”nın akıl hocalığını ise eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yapıyor. Bu günlüklere göre Mustafa Özkan ise Paşalar ile Demirel arasında kuryelik yaptı. Demirel Paşalara, “Kıbrıs’ta en iyi yolun çözümsüzlük olduğunu” belirterek, halkı, medyayı yanına almayan bir darbenin başarılı da olmayacağı haberini göndermiş. Örnek Paşa’nın kaydettiği günlüklere göre Demirel şöyle akıl hocalığı yapmış: “Durum dışarıdan nasıl görünüyordu? Süleyman Demirel ülkenin süratle bir felakete doğru gittiğini ve askerin yalnız kaldığını, hemen tedbir alınması gerektiğini söylemiş. Askerler tezkerede hata yaptılar ve 50 yıllık dostumuz ABD’yi reddettiler. Dolayısıyla bugüne kadar arkalarında olan Pentagon desteğini kaybettiler. Tersine bu adamlar ABD ve AB’yi arkalarına alarak istediklerini yapmaya başladılar. Üniversiteler, basın ve halk desteği olmadan asker bir şey yapamaz. Bu nedenle zor da olsa bu ilişkiyi kurmaları lazım ve ABD ile soğumuş olan ilişkilerin en kısa zamanda düzeltilmesi gerekir demiş...”

DENKTAŞ: PAŞALAR AZİZ DOSTLARIMIZ • KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, kendisini Ergenekon operasyonuna dahil etme gayretlerinin boşuna olduğunu söyledi. Denktaş şöyle konuştu: “Beni dahil etmeye çalışıyorlarmış, boşuna gayret. Biz Türkiye âşığıyız, Kıbrıs meselesi de anavatana pahalıya mal olmasın diye, anavatanın söylediği doğrultuda yürütülmüştür.” Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’la, tutuklanmalarının ardından herhangi bir teması olmadığını da söyleyen Denktaş, “Ama bunlar bizim aziz dostlarımız” dedi. Atatürk ilkeleri, Kıbrıs sorunu, türban meselesi gibi konulardaki görüşlerini aktarmaya devam ettiğini belirten Denktaş, “Biraz fazla karışıyorum galiba, onun için susturulmam lazımsa icabına bakacaklar” dedi. TARAF 24 temmuz 2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

KONYADA ERGENEKON İZİ

Konya'da Ergenekon izi

Ergenekon soruşturması sürerken dün 5 ilde eşzamanlı operasyonlar yapıldı. Mahkemenin talimatıyla gerçekleşen operasyonda gözaltına alınan 26 kişi Konya'da sorgulanıyor. Zanlılar 'kaos ortamı oluşturmak, isyana teşvik ve hükümeti yıkmaya teşebbüs'le suçlanıyor. Ergenekon terör örgütüyle ilgili soruşturmaya dün yeni bir operasyon eklendi. Konya, İstanbul, Kocaeli, Mersin ve Elazığ'da eşzamanlı düzenlenen operasyonlarda 26 kişi gözaltına alındı. 'Kaos ortamı oluşturmak, ruhsatsız silah bulundurmak, adam kaçırmak, hürriyeti tahdit, halkı isyana teşvik ve hükümeti yıkmaya teşebbüs'le suçlanan zanlılar arasında İşçi Partisi yöneticisi Prof. Dr. Uçkun Geray, Ulusal Kanal'ın Akdeniz Temsilcisi Yusuf Buldu ve Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül de var. Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatıyla harekete geçen emniyet güçleri, zanlılarla birlikte 3 ruhsatsız silah ele geçirdi. Bilgisayar ve çok sayıda dokümana da el konuldu.Alınan bilgilere göre, dün sabah 06.00'da başlayan operasyonun hazırlık aşaması yaklaşık 1,5 yıl sürdü. Gözaltıların temelinde Ergenekon soruşturmasında ele geçirilen belge ve bilgiler var. Diğer bir gerekçe ise Milli Çözüm Dergisi odaklı bir grubun, Saadet Partisi Konya İl Başkanlığı ve Gençlik Kolları yönetimini ele geçirmeye çalışması. Söz konusu grubun, suç örgütü tarzında eylemler yaptığı duyumunu alan güvenlik güçleri, zanlıların telefonlarını dinlemeye aldı. Teknik takip sonucunda, Milli Çözüm grubunun bazı İşçi Partisi yöneticileriyle temas kurduğu anlaşıldı.

Ergenekon soruşturmasının son dalgasında Konya, İstanbul, Kocaeli, Mersin ve Elazığ'da eşzamanlı operasyonlar düzenlendi. Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nin talimatıyla dün 06.00 sularında gerçekleştirilen operasyonda Konya'da 13, İstanbul'da 5, Kocaeli'de 6, Elazığ ve Mersin'de ise birer kişi gözaltına alındı. Şüpheliler Konya'ya getirilerek, sağlık kontrolünden geçirildi. Zanlılar arasında İstanbul Üniversitesi'nden emekli olan İşçi Partisi Merkez Karar Kurulu üyesi Prof. Dr. Uçkun Geray, Ulusal Kanal'ın Akdeniz Temsilcisi Yusuf Buldu ve Ulusal Kanal'ın Reklam Müdürü Nuran Gökdemir, Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül de bulunuyor. Zanlılar, Ergenekon soruşturmasında olduğu gibi, 'bir siyasi partinin yönetimini ele geçirmek için silahlı örgüt kurmak, halkı silahlı isyana teşvik, kaos ortamı yaratmak, ruhsatsız silah bulundurmak, adam kaçırmak, adam dövmek, hürriyeti tahdit, tehdit ve bıçakla adam yaralamak'la suçlanıyor. İstanbul Adliyesi'nden akşam saatlerinde yapılan açıklamada operasyonun Konya adli mercilerince yürütüldüğü, 'Ergenekon' soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılarının talimatıyla yapılmadığı kaydedildi.

Soruşturma Konya İstihbarat Şube Müdürlüğü ekiplerinin, Milli Çözüm Dergisi odaklı bir grubun Saadet Partisi Konya İl Başkanlığı ve Gençlik Kolları Başkanlığı yönetimini ele geçirmeye çalıştığı iddialarına ulaşmasıyla başladı. Yapılan ön soruşturmada grubun suç örgütü tarzı eylemler yaptığı yönünde önemli duyumlara ulaşıldı. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturmada Milli Çözüm grubu ile İşçi Partililerin telefonları dinlemeye alındı. Telefon takibinde Milli Çözüm grubunun SP'nin Konya İl Başkanlığı ile Gençlik Kolları'nı ele geçirmek için çalışmalar yaptığı saptandı. Milli Çözüm grubunun İP'li bazı yöneticilerle yakın temasta bulunduğu belirlendi. Soruşturmaya, SP Gençlik Kolları'ndan üç kişinin bıçakla yaralanması olayı üzerine hız verildi. Bir suç örgütü gibi yapılanmaya girdikleri anlaşılan oluşumun adam kaçırma, darp gibi eylemlerde de bulunduğu görüldü.

Konya ve Silifke Terörle Mücadele ekipleri, Yusuf Buldu'nun, Göksu Mahallesi'ndeki evinde arama yaptı. Polisler, 4 saat süren aramadan sonra içerisinde ne olduğu belirtilmeyen poşetlerle evden çıktı. Emniyet Müdürü Mehmet Yüceli, Buldu'nun Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındığını söyledi.

Operasyon hazırlığı 1,5 yıl sürdü

Hazırlık aşaması 1,5 yıl süren operasyonlar kapsamında 3 ruhsatsız silah ele geçirildiği, inceleme için çeşitli dokümanlar ile bilgisayarlara el konulduğu bildirildi. Prof. Dr. Uçkun Geray'a yönelik operasyon da yine sabah erken saatlerde yapıldı. Geray ve eşinin Şile'de olması üzerine telefonla ulaşan polisler Geray'ı eve çağırdı. Aile gelene kadar işlem yapılmadı. Geray'lar geldikten sonra ev 15 sivil polis tarafından arandı. Geray ailesi medyanın sorularına cevap vermedi. Levent'teki OYAK Sitesi'nde ikamet eden Geray'ın komşuları, 1. Ordu Komutanlığı'ndan emekli subaylardan oluşuyor. Milli Çözüm Dergisi Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül de Elazığ'da gözaltına alındı.

Milli Çözümcüler, Ergenekon zanlıları ile 'Lobi' yi tartışmış

Konya'daki operasyonda gözaltına alınan şahısların Ergenekon Operasyonu'nda gözaltına alınan kişilerle düzenli olarak görüştükleri tespit edildi. Milli Çözüm Dergisi Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül'ün Doğu Perinçek, Kemal Alemdaroğlu ve Prof. Dr. Uçkun Geray ile görüşmelerinin polis takibine takıldığı öğrenildi. Polisin teknik takip sırasındaki ortam dinlemelerine bu görüşmelerin ayrıntıları da takıldı. Zanlıların bu görüşmelerde Ergenekon'un işleyiş departmanı olarak bilinen 'Lobi' üzerine fikir alışverişinde bulundukları öne sürüldü. Ufuk Köroğlu, İstanbul

'Milli Çözüm'cü Akgül'den Ulusal TV'de sahur programı

Konya'da gözaltına alınan Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül'ün, Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan Doğu Perinçek'e yakınlığıyla bilinen Ulusal TV'de programlar yaptığı ortaya çıktı. Geçen yıl Ramazan ayında da aynı kanala sahur programları hazırlamış. Konya'da 'Kuvva-i Milliye' konferansları vermiş. Akgül'ün, Aydınlık grubu ile ilişkisi bununla da sınırlı değil. İşçi Partisi'nin öncülüğünde Berlin'de düzenlenen Talat Paşa eylemine de katılmış.

Konya'da gözaltına alınan Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül'ün, Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e yakınlığıyla bilinen Ulusal TV'de programlar yaptığı ortaya çıktı. Söz konusu televizyonda 2006'dan itibaren 'Ayın Aynası' adlı bir güncel siyasi program yapan Akgül'ün geçen yıl Ramazan ayında da sahur programları hazırladığı öğrenildi. Kanalda çeşitli siyasî programlara da konuşmacı olarak katılan Akgül, Konya ve değişik yerlerde 'Kuvva-i Milliye' konferansları da vermiş.

Edinilen bilgilere göre, Saadet Partisi'yle, Akgül'ün arası 28 Şubat sürecini izleyen günlerde açıldı. Akgül grubunun 'Elaziz' adında bir gazete çıkararak, bazı kesimleri hedef alan haberler yayınlaması Necmettin Erbakan'ı kızdırdı. Grup, zamanla ulusalcı bir çizgiye kaydı. Akgül, parti tarafından dışlanınca Milli Çözüm adında bir hareket başlattı. Bunun üzerine Erbakan ve Saadet Partisi yöneticileri 13 Kasım 2007'de bir basın bildirisi yayımlayarak, 'Milli Çözüm' grubuyla partinin hiçbir ilgisinin olmadığını açıkladı. Akgül ve grubu, Erbakan'ın da Mehdi olduğuna inanıyor. Ahmet Akgül'ün ayrıca "Bizim Atatürk" isimli 688 sayfalık bir de kitabı bulunuyor. Akgül, çalışmasında, Atatürk'ün dehasını ve üstün başarılarını övüyor. Akgül'ün Aydınlık grubu ile ilişkisi bununla da sınırlı değil. Akgül, İşçi Partisi'nin öncülüğünde Berlin'de düzenlenen Talat Paşa eylemine de katıldı. Akgül, 18 Mart 2006 tarihinde İşçi Partisi tarafından organize edilen "Ermeni Katliamı Yalanına Son" mitingi ve yürüyüşünde de hazır bulundu. Milli Çözüm Dergisi'nin sahibi Mehmet Deniz, Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül, Yazı İşleri Müdürü Tevfik Bala, Haber Müdürü Bayram Yönem.

Saadet Partisi: İlişkimizi 1985 yılında kestik

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan, Milli Çözüm Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Akgül ile Milli Görüş çizgisinin 15 yıldır birbirinden ayrı olduğunu söyledi. Akgül'ü ilk olarak 1979 yılında seçim çalışmaları esnasında tanıdığını belirten Kazan, "Bu arkadaşların ölçüsüz davranışlarını tespit ettik. Kendilerini bu davranışlardan vazgeçmeleri, vazgeçmezlerse bunun kendileri için hayırlı olmayacağı konusunda uyardık. Ancak bizim uyarılarımıza aldırış etmediler ve biz de 1985 yılında bu arkadaşlarla ilişkimizi kestik." dedi. Partinin Genel Başkan Danışmanı Oğuzhan Asiltürk ise "Ahmet Akgül, hiçbir zaman Milli Görüşçü olmadı. Fakat dışarıya kimliğini bu şekilde yansıtıyor." diye konuştu.

Farklı görüşteki insanlar ortak amaç için birleşmiş

Konya Emniyet Müdürü Salih Tuzcu, operasyonda gözaltına alınanların Ergenekon örgütü ile bağlantılarının araştırıldığını açıkladı. Tuzcu, "Bu bir terör örgütü operasyonudur. Sorgunun ardından her şey daha netlik kazanacak.'' dedi. 'Gözaltına alınan birbirinden farklı gibi görünen kişilerin ortak amaçlarının söz konusu olduğunu' aktaran Tuzcu, ele geçirilen dokümanlar ve yapılan incelemelerin buna işaret ettiğini anlatarak, grubun ciddi amaçlarının bulunduğunu anlattı. Bu arada, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, aralarında İstanbul'un da bulunduğu çeşitli illerde gerçekleştirilen operasyonun Konya Emniyet Müdürlüğü'nce düzenlendiğini bildirdi.

Erkan Acar, Orhan Fırat, Aydın Hızlıca, Hasan
24 Temmuz 2008, Perşembe

Devamını BURADAN okuyun...>>>

OLUP BİTENE DAİR...

Olup bitene dair: Kimileri için yeni baştan…

Olup bitenin açık ve keskin bir iktidar mücadelesine işaret ettiğine şüphe yok. Adını nasıl koyarsanız koyun, hangi sıfatı kullanırsanız kullanın, açıktır ki, kavga, “vesayetçi bürokrasi modeli”ni korumak isteyenlerle, “açık toplum istikametinde bir değişim”i temsil ve arzu edenler arasında yaşanıyor.

Direnç ve değişim aktörleri arasındaki kavga, son gelişmelerle en kesif ve en açık biçimini aldı.

Bir yanda AK Parti'ye yönelik kapatma davası, hukukun devletleşmesini, devletin siyasi alana egemen olmasını, değişimin her anlamda ve her alanda dinginleşmesi ifade eden bir adım olarak atıldı ve direnç aktörlerin en gözü dönmüş ve en keskin hamlesi oldu.Bu hamlenin yeni bir otoriterleşme dalgasının temelini oluşturduğu açıktır.

Öte yanda aksi istikamette bir süreç yaşanıyor.

Bu süreci başlatan ise Ergenekon soruşturması ve bu soruşturmanın etrafındaki siyasi sorgulamalar ve tartışmalar oldu.

Gerek hukuki soruşturmanın gerek siyasi sorgulama ve tartışmanın darbe girişimlerini, karanlık siyasi tezgâhları, topluma dönük psikolojik harekâtları konu ve hedef aldığı ortadadır.

Ve bu açıdan Ergenekon süreci açık bir şekilde değişim yanlılarının, vesayetçi rejime karşı tavır alanların, siyasi cinayetlerin hesabını talep edenlerin ve siyaseten sıkıştırılmış siyasi aktörlerin en önemli dayanak noktası haline gelmiştir.

O zaman “nihai teşhis”i koymak gerek:

Bu iki “dava” etrafında yaşanan “siyasi karşılaşma” hem bir zihniyetler mücadelesinin, hem asker-sivil çatışmasının ana manevilalarıdır.

Kapatma davası da Ergenekon da, kendi kapladıkları alanın ötesinde, büyük ve uzun soluklu bir iktidar kavgasının aşamalarını ifade etmektedirler.

Böyle olunca ne AK Parti'nin kapatılması demokrasi çabalarının sonunu ifade edecektir, ne de Ergenekon davasının sonuç vermesi sivil demokrasinin mutlak tesisine işaret edecektir…

Bununla birlikte bizim açımızdan özellikle Ergenekon davası, iktidar kavgalarının ve arkasındaki asıl dinamiğe, başka bir deyişle “sivilleşme ve demokratikleşmeye doğru hamle yapan bir Türkiye”ye gönderme yapmaktadır:

Elbet yol uzundur.

Elbet karşı hamleler gelecektir…

Derin militer sistemlerin değişmesi dünyanın her yerinde çok uzun süreler almıştır. Ancak Avrupa'da, Latin Amerika'da, Doğu bloğunda, her derin militer sistemlerinin değişmesini tetikleyen tarihsel ve siyasal bir gelişme bulunur.

Umarız Ergenekon davası da Türkiye açısından böyle bir başlangıç noktasını ifade eder….

Edip etmeyeceği önümüzde aylarda yaşanacak gelişmelere bağlıdır.

Sonuç nasıl tecelli ederse etsin, bilin ki sadece Ergenekon davasının varlığı bile, geri dönülmez bir referans noktası, bir demokrasi olacaktır.

Bu dava siyasi cinayet ithamlarını içermektedir.

Bu dava darbe girişimlerini kapsamaktadır.

Bu dava devletin içinde varlığını sürdüren vurucu ve gayri meşru bir gelenekle hesaplaşmayı ifade etmektedir.

Bilin ki dünyanın hiçbir yerinde “böyle bir davaya demokrasi kavramını kullanarak karşı çıkan, siyasi iktidara ya da ona veya buna yarıyor diye karşı duran bir toplum” olmamıştır.

Bu davayı sulandırmaya çalışan anlayışı bir kalemde geçiniz…

Dün Ziverbey gibi başlıklarını atıyorlardı, bugün Agarta başlıkları atıyorlar…

Onlar sadece kendilerini sulandırmakla meşguldürler…

Asıl yaptıkları iş ise şu ya da bu noktada şu ya da bu düzeyde, direnç sürecinin tarihsel parçası olmaktan başka bir şey değildir.

Türkiye değişiyor ve değişecek…
Ali Bayramoğlu
alibayramoglu@tnn.net17 Temmuz 2008 Perşembe

Devamını BURADAN okuyun...>>>

24.7.08

VELİ KÜÇÜK BENİ İŞTEN KOVDURTTU

Veli Küçük beni işten kovdurttu

Tuncay Güney'in ifadelerinde “K.Irak'a silah götürürken yanımızdaydı” dediği gazeteci Ayşe Önal, Güney'in doğrulara senaryo kattığını söyledi. Önal, Küçük'ün ise kendisini 19 arkadaşıyla işten attırdığını ifade etti.
Tuncay Güney'in ifadelerinde söz ettiği ve “Kuzey Irak'a silah götürürken yanımızdaydı” dediği Ayşe Önal, Güney için şunları anlattı: “Tuncay'la Samanyolu Televizyonu'nda ana haber spikeri olduğu 1994'ün Nisan ayında tanıştık. Başörtüsü konularında sıcak mesajlar verdiğim için sıcak davranıyorlardı. Hatta bir seferinde, Cengiz Çandar ve Nur Vergin'lerle birlikte bir iftara gittik. Bizi Fethullah Gülen'le tanıştırdı. Sanıyorum 22 yaşlarındaydı. Bu kadar genç ve deneyimsiz olmasına rağmen böylesine güçlü olması beni çok şaşırtmıştı”TUNCAY'I KUTLUYORUM

“Tuncay doğruları, içine inanılmaz senaryolar ekleyerek anlatıyor. Bunu neden yapıyor anlayamıyorum. Zavallı görünmesine rağmen güçlü olması bana tuhaf gelmişti. Samanyolu'nun en güçlü adamıydı. 'Ayşe abla sen beni küçümsüyorsun ama ben çok iyiyim' diyordu. Birileri bununla silah kaçırıyorsa Tuncay'ı kutluyorum. Silah kaçırmışım, 'Cantürk'ü öldürmeyin' demişim. Çağırsınlar beni, Tuncay'ı alsınlar karşıma, konuştursunlar.”

VELİ KÜÇÜK'LE TARTIŞTIK

1994 Mayıs sonunda, Ercan Arıklı tarafından, Nokta'dan Sabah Grubu'nun çıkaracağı Ateş dergisini hazırlamak için 20 kişilik ekiple transfer edildiklerini anlatan Önal, “Derginin hazırlıklarını yapıyorduk. Editör arkadaşlarımdan biriyle Sapanca'ya gidiyorduk. Güney beni aradı ve Kocaeli'ye gittiğini belirterek, 'Birlikte gidelim' dedi. Ben 'Ne kadar kalbin temiz Tuncay, biz de Adapazarı'na gidiyorduk' dedim. Arabamla gidiyorduk. Öğle vakti, İzmit'te bir yere uğrayacağını söyledi. Jandarma kışlasının önünde durduk. 15 dakika sonra Tuncay geri geldi ve 'Abla Paşa seninle tanışmak istiyor' dedi. İçeri girdik. Tuncay, 'Paşam size Ayşe Önal'ı getirdim' dedi. O zaman Küçük'ü hiç kimse tanımıyor. İçeride on dakika kadar oturduk. Küçük başladı, 'Şu, bu Ermenidir, hem bizim bir istihbarat örgütümüz var' diyerek, insanların aleyhinde atıp tutmaya. Benim en iyi arkadaşlarım Ermeniler, adını verdiğiniz kişilere anlatacağım, hakkınızda dava açacağım' dedim. Sinirlenerek oradan ayrıldık” dedi.

JİTEM'İ İLK BEN AÇIKLADIM

Daha sonra bu olayı anlattıkları Ercan Arıklı'nın kendisine, 'Bu diyalogları yaz' dediğini ve Ateş Dergisi'nin 2 Temmuz 2004'da çıkan ilk sayısının Editör köşesinde kaleme aldığını anlatan Önal, bunun üzerine işten atıldıklarını anlattı: '3 Haziran 1994'te dergi dağıtıldı. Güzel bir dergi olmuştu. Gece Ercan Arıklı beni çağırdı, ekipten bazı arkadaşları toplayıp gittim. Ercan Bey ağlamak üzereydi, çok üzgündü. 'Malesef seni ve arkadaşlarını kovmak zorundayım. Dinç Bilgin de Zafer Mutlu da çok üzgün' dedi. 20 kişiyi o gece kapının önüne koydular. İlk kez Küçük ve JİTEM adlarını zikreden gazeteciyim ben. Bu kadar insanın bundan zarar göreceğini bilsem, bunu yapar mıyım. Arkadaşlarımın çoğu işsiz kaldı.'

IRAK'TA PEŞİME TAKILDI

Güney'in, “Ünal Erkan'la sınır geçişini ayarladı. Ergenekon Irak'ta PKK'ya silah götürürken yanımızdaydı. Konteynerlerde silah olduğunu öğrenince tartışıp geri döndü” iddiası için Önal şunları söyledi: “Ben belki 200 kez K.Irak'a gittim. Talabani ile röportaj için gidiyorduk. Kuyruklarda beklememek için Erkan yardımcı oluyordu. Silopi'de Güney'e rastladık, kötü bir arabası vardı. 'Abla ben de geliyorum' dedi. Ayrı arabalarda gittik. Ben silah milah görmedim. Selahattin'e gittik, Tuncay bizi yaşlı bir Türkmenin evine götürdü. Adam bize güzel sofra hazırladı. Tuncay'la Irak'taki irtibatımız bundan ibaret.”




24.07.2008 yenişafak

Devamını BURADAN okuyun...>>>

"KUTSAL PROVAKASYON"

"Kutsal provokasyon"

Bugünlerde "kutsal bir dava uğruna yapılan her şey, başvurulan her yol mübahtır" anlayışının gelip dayandığı en iğrenç noktayla yüzleşiyoruz: "Kutsal" bir provokasyon çeşidi bu; aynı fikirden, aynı saftan olduğun kişileri provokasyon uğruna öldürtmek...

Cinayetin her türlüsü alçakçadır. Ama bu durum insanın alçalabildiği en derin nokta galiba...

Dost bildiğin, seni dost bilen, belki bir gece önce birlikte kafa çektiğin, "Türkiye nasıl kurtulur" diye kafa patlattığın bir insanın, ertesi sabah arabanın patlayacağını ve paramparça olacağını bile bile, güle güle diye sırtını sıvazlayıp seni evine yollayabilmesi nasıl bir şeydir?

Nasıl adamlardır bunlar?Öldürttükleri dava arkadaşlarının cenazesine gidip gözyaşı da dökerler mi? Onun için dua eder, bir kürek toprak da onlar atar mı? Cenazede kurbanın zavallı eşine sarılıp onun omuzlarında ağlamasına izin verirler mi?

O ağlarken iki damla yaş da onların gözlerinden süzülür mü?

Ölenin ardında bıraktığı çocuklara sarılıp "Artık onun çocukları benim de çocuklarım sayılır, başınız her sıkıştığında mutlaka bana gelin" derler mi?

Nasıl adamlardır bunlar?

Kendilerini yaptıkları işin doğruluğuna inandırabilirler mi?

Öldürdükleri arkadaşlarının "davaya hizmet için ölmesi gerektiğini, bunun da bir nev'i şehadet olduğunu" düşünüp avunabilirler mi? Bütün bunları yaparken bir gün kendilerinin de örgüt tarafından provokasyon aracı olarak seçilebileceği korkusuyla titrerler mi?

Ölen öldü, onlar artık ne şaşabilir böylesi bir alçaklığa, ne de üzülebilir. Ama şimdilerde en büyük acıyı dava arkadaşları tarafından öldürülen bu insanların yakınları yaşıyor. Gerçi birçoğunun içine çoktan gelip çöreklenmişti o korkunç şüphe.

Ama bu şüphenin hep şüphe olarak kalması için elerinden geleni yapıyor, dosyaların arasında bölük pörçük sızan acı gerçeğe gözlerini kapatarak yaşamaya devam etmeye çalışıyorlardı. Şimdi artık inkarın çok zor olduğu bir noktaya geldiler. Bu acıya dayanmak için onlara güç veren en önemli manevi destek ellerinden alındı.

Düşmana karşı mücadele içinde ölümün de bir avutucu tarafı vardır; eğer bir dava insanının eşi, çocuğu iseniz, bu tehlikeyle iç içe yaşar ve başınıza geldiğinde acınız ne kadar büyük olursa olsun, o acıyı gururla taşırsınız.

Ama sevdiğiniz o insan yüzünü döndüğü "düşmanlar" tarafından değil, arkasını dayadığı dostları tarafından öldürülmüşse, üstelik de o sevgili beden basit bir provokasyon aracı olarak kullanılmış, göz kırpmadan harcanmışsa, buna nasıl dayanırsınız?

Size dayanma gücü veren tüm değerleriniz, inançlarınız altüst olduktan sonra geriye dayanacak ne kalır?

İşte ben şu aralar en çok onları düşünüyorum, onların kahroluşunu taa yüreğimde hissediyorum. Bundan böyle ölüm yıldönümünlerinde anma töreni yapmak bile istemeyecekler. Çünkü o törenlerde söyleyecek bir sözleri bile kalmadı. Yazar E-Posta: gokturkgulay@yahoo.comHaber Tarihi: 23 Temmuz 2008 BUGÜN

Devamını BURADAN okuyun...>>>

...TATLI SU DEMOKRATLARI

Kriz zamanları toz olan tatlı su demokratları!

AKP’li ya da değil. AKP’yi seviyor, sevmiyor. AKP’nin hatası var, yok. AKP’nin günahı az, çok...
Hepsi olabilir, nasıl isterseniz.
Ama asıl mesele bu değil.
Mesele, demokrasi...
Mesele, hukukun üstünlüğü...
Mesele, insan hakları...
Mesele, özgürlükler düzeni...
Bu yollarda yürüyebilecek miyiz?
Türkiye, aynı zamanda bir AB projesi olan demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan hakları düzenini en sonunda gerçekleştirebilecek mi?
Yoksa sınıfta mı kalacağız?..
Güncel soru ve sorun bu.
Ve şimdi bu çerçevede iki dava ön plana çıkıyor:
Ergenekon davası...
AKP’yi kapatma davası...
Bu iki dava, Türkiye’de demokratik hukuk devleti açısından birer dönüm noktasıdır. Çünkü bu iki davayla ülkemizde askersel ve yargısal darbeler dönemi bir daha açılmamak kaydıyla kapanabilir.Ergenekon davasıyla Türkiye’de darbelerden, darbecilerden, askeri muhtıralardan, siyasal cinayet ve kumpaslardan, devlet içinde çeteleşmelerden kurtulabiliriz. Ergenekon davası bu yolun kapısını açabilir.
Devlet, demokratikleşebilir.
Devlet, hukukla tanışabilir.
İster silahlı, ister silahsız hiçbir bürokratın kendini hukukun üstünde göremeyeceği gerçeği bizim devlet düzenimize de damgasını sonunda vurabilir.
Şunu hiç unutmayın:
Türkiye 2002 yılı sonundan beri bir darbe süreci içinde.
Hedef, AKP’den kurtulmak...
Ergenekon, bu darbe sürecinin en önemli halkası. Çünkü hem Türkiye’yi askersel bir darbeyle AKP’den kurtarmayı, hem de Türkiye’nin sırtını ABD’ye, özellikle AB’ye dönerek Doğu’ya doğru başka sulara çekmeyi amaçlıyor.
Ama enselendiler.
Yalnız yakayı ele vermekle kalmadılar, aynı zamanda halkın tokadını yediler 22 Temmuz’da, seçim sandığında...
Ama umutlarını yitirmediler.
Bu devirde artık açık askersel darbenin pek öyle mümkün olamayacağını görenler, 22 Temmuz genel seçimlerinden sonra bu kez yargısal darbe için düğmeye bastılar.
Bir başka deyişle:
Anayasa Mahkemesi’nde karar aşamasında olan AKP’yi kapatma davası, 2002 yılı sonundan beri yaşanmakta olan darbe sürecinin yargısal ayağıdır.
Şu da söylenebilir:
Bir askersel darbeyi bu devirde artık kimsenin yemeyeceğini görenler, yargı yoluyla darbeyi dünyaya hukuk diye yutturabileceklerini sanıyorlar.
Ama fena halde yanılıyorlar.
Yine de denemek istiyorlar.
Tıpkı 367’de olduğu gibi. Tıpkı 27 Nisan Muhtırası’nda olduğu gibi.
Ama ikisi de tutmamıştı. Hem seçim sandığında ‘halkın muhtırası‘nı yemişler, hem ‘Çankaya yolu’nu kesememişlerdi.
Şimdi Türkiye, tıpkı bir yıl önceki gibi son derece kritik bir dönemeçte!
Ve malum sorular:
Türkiye, darbecilerle hesaplaşacak mı? Türkiye, siyasal cinayetlerin, komploların hesabını sorabilecek mi? Türkiye, siyasal hesaplaşmaları askersel ya da yargısal darbelerle değil, seçim sandığında milletin oyuyla yapabilecek mi, bunu öğrenebilecek mi?
Biliyorum, hep aynı sorular.
Ve bu soruların altında, gerçek odağında AKP yatmıyor.
Demokrasi yatıyor.
Hukukun üstünlüğü yatıyor.
Özgürlük düzeni yatıyor.
Halkın oyu, seçim sandığı yatıyor.
Onun için de burada kafayı AKP’ye takmak değil, demokrasi ve hukuk mücadelesine takmak gerekir. Yukarıda da belirttiğim gibi, burada referans AKP değil, AKP’nin günahları, sevapları değildir. Demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür asıl referans...
Bu ülkede eğer ‘zamanın ruhu’nu gerçekten yakalamak istiyorsak, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk yolunda değişimi için kavga vermekten başka çaremiz yoktur.
Demokrasi ve hukuk çıtasını örneğin AB düzeyine yükseltemeyen bir Türkiye doğru dürüst kalkınamaz, aş ve iş sorununu çözemez ve bunca yıl olduğu gibi refah yolunda nal toplamaya devam eder.
Bu nedenle Ergenekon davasına dudak bükenler, AKP’yi kapatma davasına hukuk adına boyun bükenler, şunu iyi bilsinler ki, Türkiye’nin geleceğine iyilik yapmıyorlar.
Bizim gibi ülkelerde zamanının ruhunu yakalamak, tatlı su demokratları gibi kriz zamanları ortadan toz olmaktan değil, ne kokar ne bulaşır tavırlar almaktan hiç değil, büyük bir kararlılıkla verilecek demokrasi ve hukuk mücadelesinden geçer.
Her ülkede böyle oldu.
Bizde de farklı olmayacak. Hasan Cemal
h.cemal@milliyet.com.tr 24/07/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

23.7.08

HÜRRİYETİN YALANLARI (A.ALTAN)

Hürriyet’in yalanları...

Hem gazete çıkarıp hem de gazetecilik yapmazsanız, sonunda sığınacağınız yer alçaklığın o karanlık mağarası olur.

O mağaraya girer ve yalanlar söylemeye başlarsınız.

Bizim gazetenin yayınlanması, birçok gazetenin aslında gazetecilik yapmadığını ortaya koydu.

Biz, “Paksüt-Başbuğ” buluşmasını açıkladık.

Hürriyet gazetesi, “Biz de haberi öğrendik ama doğrulatamadık” dedi.

Taraf gazetesi olmasaydı siz o haberi hiçbir zaman Hürriyet’te okuyamayacaktınız.

O buluşmadan haberiniz olmayacaktı.

Ya niyetleri olmadığından ya da eksik gazetecilik yaptıklarından haberi vermeyeceklerdi.

Peki, bizim yayınladığımız “lahika” haberini Hürriyet’te okuyabilir miydiniz?

Biz olmasak Hürriyet o haberi verir miydi?Biz o haberi belgesiyle verdiğimiz halde bile Hürriyet meseleyi “Genelkurmay açıklaması” açısından gördü.

Ergenekon haberleri için de aynı durum geçerli.

Taraf gazetesi olmasa, okuyucular Hürriyet gazetesinden bu konuda ne öğrenecekler?

Ne öğrendiler?

Hemen hemen hiçbir şey.

Onların saklamaya çalıştıklarını biz açığa çıkartıyoruz ve belli ki bu onların canını sıkıyor.

Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş bir yazarları var.

Adı Mehmet Yılmaz.

O, bu sıkıntıyı yalanlar söyleyerek açığa vuruyor.

Bizim gazeteyle ilgili aynen şöyle yazdı dün:

“Hatta bir kamu bankasından 10 trilyon lira borç istendiğini, ancak kredi talebine beklediği hızda yanıt alamayan gazete için ‘yukarıdan gelen bir emir’ ile özel bir uygulama yapıldığını da biliyorum.

Kredi talebi bankanın yönetim kurulunda beklerken bölge müdürlüğü onayıyla bir acil nakit akışı sağlanmış.”

Eğer Yılmaz’ın bir nebze haysiyeti, utanması, onuru varsa şu yazdıklarını tek tek açıklasın.

Hangi bankadan 10 trilyon kredi istemişiz?

“Yukarıda” olan kimin emriyle “özel” bir uygulama yapılmış?

Hangi bölge müdürlüğünün onayıyla acil nakit akışı sağlanmış?

O nakit akışı kaç paraymış?

Açıklasın bunları.

O açıklasın biz gazeteciliği bırakacağız.

Açıklayamaz, çünkü yazdıklarının hepsi utanmazca yalan.

Peki, açıklayamazsa Yılmaz gazeteciliği bırakacak mı?

Bırakmayacak çünkü yalan söylemeye alışkın.

Daha önce Milliyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni'yken de benimle ilgili böyle yalan bir haber yapmış, dokuz sütuna manşet atmıştı.

Almanya’da yaptığım bir konuşmada hiç söylemediğim sözleri söylediğimi iddia etmişti.

O sözleri söylemediğimi açıklamıştım.

Yalancı şahitler bulmuştu.

“Bunlar böyledir, hem söyler hem de kıvırırlar” türünden bir yazı yayınlamıştı.

O toplantıya katılan bir okuyucumun banda kaydettiği konuşmayı Milliyet’e göndermiştim... Bant, iddia ettikleri sözleri söylemediğimi kanıtlıyordu.

Aldırmamıştı.

Bir hafta boyunca televizyon televizyon dolaşıp Milliyet’in yalan söylediğini anlatmıştım.

Sonunda özür dilemek zorunda kalmışlardı.

Yalancılığı tescilli biridir.

Aydın Doğan ve Vuslat Doğan, yalan söylediği kanıtlanan Yılmaz’ın “yalan ve iftira performansından” memnun oldukları için mi onu Hürriyet’e yazar yaptılar, bilmiyorum.

Yoksa arada bir tane de rahatlıkla “yalan” söyleyebilen birisi mi olsun diyorlar?

Bu tür yalanlarla, Taraf’ın bankalardan kredi almasını engellemeye mi çalışıyorlar?

Biz, hak ettiğimiz halde hiçbir bankadan kredi alamıyoruz.

“Yukarıdan” gelen emirler bize kredi verilmesini değil, verilmemesini sağlıyor.

Keşke kredi alabilsek, biraz daha rahat ederdik.

Yılmaz, Taraf’ın kamu bankalarına olan borçlarını açıklamasını da istiyor.

Olur.

Biz hazırız.

Aydın Doğan’la aynı gün karşılıklı olarak kamu bankalarından aldığımız kredileri ve borçlarımızı açıklarız.

Var mısınız?

Siz razı olun, hemen yarın birlikte açıklayalım.

İsterseniz karşılıklı olarak “kaçan namerttir” diye başlık da atalım.

Hadi...

Siz yalan söylüyorsunuz.

Hürriyet gazetesinin yönetimi ya bu yalanların yazarın görüşü olduğunu ve kendisinin bunları paylaşmadığını söylemek ya da bu yalancılığı yazarıyla birlikte sırtlamak zorunda.

İşinizi yapmadığınız için başkaları da yapmasın istiyorsunuz ama yalanlar söyleyerek amacınıza ulaşamazsınız.

Bizimle dürüstlük yarışına da giremezsiniz.

Çünkü siz dürüst değilsiniz.

Biz dürüstüz.

Sizi her seferinde dizlerinizin üstüne çökertiriz.

Bir seferinde Aydın Doğan’la bir kahve içmiştik benim Milliyet’teki odamda, o kahvenin hatırına kendisine eski bir Anadolu deyişini de hatırlatayım.

“Yanlış havlayan köpek sürüye kurt getirir.” Ahmet Altan - 23.07.2008 taraf

Devamını BURADAN okuyun...>>>



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License