27.2.10

ÇETİN DOĞAN KODESTE

Çetin Doğan Cezaevine kondu

Balyoz darbe planının hazırlayıcısı olduğu iddia edilen eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile emekli Korgeneral Engin Alan tutuklandı.
Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinde, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılarınca sorgulanan emekli Orgeneral Doğan ile emekli Korgeneral Alan, sevk edildikleri İstanbul Nöbetçi 10. Ağır Ceza Mahkemesinde hakim karşısına çıktı.

Mahkeme, emekli Orgeneral Doğan ile emekli Korgeneral Alan'ın tutuklanmasına karar verdi.

Bu arada, muvazzaf subaylarla birlikte adliyeye getirilen ve sivil memur olduğu belirtilen bir kadın, savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı.

DOĞAN İLE ALAN, CEZAEVİNE GÖTÜRÜLDÜ

''Balyoz Planı'' iddialarına ilişkin soruşturma kapsamında tutuklanan eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan ile emekli Korgeneral Engin Alan, cezaevine gönderildi.

Emekli Orgeneral Doğan ile emekli Korgeneral Alan, haklarındaki tutuklama kararının ardından Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince sivil plakalı bir midibüsle Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesinden Metris Cezaevine götürüldü.Doğan ile Alan'ın araca bindirilmesi sırasında, adliye kapısı önünde bekleyen yakınlarının alkışladığı görüldü.

Emekli Orgeneral Doğan'ın avukatı Celal Ülgen, gazetecilere yaptığı açıklamada, ''yoğun bir hukuk uğraşısından sonra Çetin Doğan ve Engin Alan'ın tutuklanmasına karar verildiğini'' söyledi.
Türkiye'de ciddi hukuki sorunlar olduğunu ve hukukun ciddi bir biçimde tehlike altında bulunduğunu iddia eden Ülgen, şöyle konuştu:

''Ülkemizin başta gelen sorunu, yargının bağımsızlığıdır. Bu konuda ciddi sorunlar var. Yargılamanın içeriğini etkilememek için bu aşamada herhangi bir şey söylemiyoruz, ama kamuoyunun bilmesi gereken bir şey var; ortada iki tane plandan bahsediliyor. Birisi sahte, kurmaca ve belli bir merkez, belli bir oligarşik güç tarafından hazırlanmış plan. Diğeri resmi, Genelkurmayın bilgilerinde olan plan. Bu iki plan arasında birtakım benzerliklerden yararlanılarak birtakım sorularla karşılaştık, ancak içten, samimi, ayrıntılı açıklamalarımıza karşın bir sonuç alamadık.''

Tutuklanan müvekkili emekli Orgeneral Doğan ile emekli Korgeneral Alan'ın 1. Ordu bünyesinde görevli olduklarına dikkati çeken Ülgen, 1. Ordu'nun görev alanının Trakya'dan Adapazarı'na kadar olduğunu, isnat edilen ''hükümeti cebir ve şiddet yoluyla devirmek'' suçunun, Tekirdağ'dan İstanbul'a kadar olan bölgeden Ankara'yı devirmek anlamına geldiğini belirtti. Ülgen, ''Böyle bir şey olabilir mi?'' diye sordu.

Ülgen, ''Demokratik çabamızla mücadelemizle tüm halkın demokrasiye olan sevdasıyla Türkiye mutlaka aydınlık günlere ulaşacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın'' dedi.

''Doğan'ın sorguda ne dediği'' yönündeki soruyu da Ülgen, ''Ne savcılıkta, ne de sorgu sırasında kendisine karşı somut bir suçlama, yalnız Çetin Doğan'a değil, Engin Alan arkadaşımıza, komutanımıza karşı da somut bir suçlama yok. 'Siz şunu dediniz, siz şunu yaptınız' yok. Sadece ve sadece 'falan şunu, filan bunu demişti' gibi laflar var'' diye yanıtladı.

Bir gazetecinin, ''Genelkurmayda onaylanan bir belgeden söz ettiniz. Hangi belge bu?'' sorusuna karşılık da Ülgen, ''Onaylanan değil, Genelkurmay kayıtlarında olan resmi jenerik plandan bahsediyoruz. Seminer... 'Balyoz' diye bir plan yok. 'Balyoz' diye plan kurmaca, sahte. 11 sayfalık belge, işte 'Balyoz' dedikleri kurmaca belge. Onun altında şöyle bir imza var; 'Balyoz Sıkı Yönetim Komutanı' ve bizim müvekkilin ismi var. İmza değil, isim'' diye konuştu.

''ISLAK İMZA VE SES KAYDI ÖRNEĞİ ALINMADI''

Emekli Orgeneral Doğan'ın tutuklanma gerekçesi olarak ''kuvvetli suç şüphesinin'' gösterildiğini aktaran Avukat Celal Ülgen, sorgulamada ıslak imza ve ses kaydı örneği de alınmadığını belirtti.

Avukat Ülgen, ''askeri savcıdan sorgulama savcılığına gönderilen bilirkişi raporuna'' ilişkin soru üzerine de ''Askeri savcıdaki bilirkişi raporunun sadece sahte olan 'Balyoz' planıyla ilgili olduğunu söyleyeyim. Bugün de televizyonlarda aynı konuda açıklama yaptılar'' dedi.

Türkiye'de ciddi hukuk sorunu olduğu görüşünü yineleyen Ülgen, ''Savunmaya ne kadar az şey gösterirsek, o kadar yararlıdır düşüncesi var. Bize hiçbir belge, hiçbir şey gösterilmedi'' diye konuştu.

Ülgen, tutuklama kararıyla ilgili itirazda bulunacaklarını ve hukuku sonuna kadar zorlayacaklarını ifade ederek, sorguya İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı'nın girmediğini de söyledi.
Sorguda 100'den fazla sorudan yaklaşık 60'ının sorulduğunu bildiren Ülgen, Çetin Doğan'ın tutuklandığını öğrendiğinde, ''Mücadele şimdi başladı'' dediğini ifade etti.

1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın oluşturduğu bilirkişi heyetinin raporunda Balyoz Harekât Planı'na ilişkin çarpıcı değerlendirmelerin yer aldığı ortaya çıktı
Balyoz Güvenlik Harekât Planı'nıyla ilgili 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın 24 Şubat'ta İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'na gönderdiği bilirkişi raporunda söz konusu planın "Hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu" belirtildi. Balyoz Güvenlik Harekât Planı'nıyla ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda çarpıcı bilgiler yer aldığı ortaya çıktı.

Askeri savcılığın özel kurye ile Balyoz soruşturmasını yürüyeten Özel Yetkili Cumhuriyet savcılarına gönderdiği bilirkişi raporunda, 'Balyoz Güvenlik Harekat Planı'nın sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbirleri ve faaliyetleri içeren bir plan olduğu" vurgulandı. Rapordaki en çarpıcı ifadeler ise "Hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu" şeklindeydi. Balyoz Güvenlik Harekat Planı soruşturmasını yürüten Özel Yetkili Cumhuriyet savcıları 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'ndan planla ilgili bilgi istedi. İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı ile eş zamanlı olarak Balyoz planıyla ilgil soruşturma başlatan Askeri Savcılık Taraf Gazetesi'nden 3 DVD ve bir CD'den oluşan belge ve ses kayıtlarını istemişti.

YETKİSİ DIŞINA ÇIKTI

Askeri savcılıkça oluşturulan bilirkişi heyeti de bu belgeleri inceledi. Hazırlanan bilirkişi raporu da özel kurye ile cumhuriyet savcılarına geçen Çarşamba günü ulaştırdı. İddiaya göre raporun sonuç bölümünde Balyoz Planı'yla ilgili şu çarpıcı tespitler yer aldı: nSıkıyönetim Komutanlığı tarafından hazırlandığı anlaşılan Balyoz Harekat Güvenlik Planı'nın, sıkıyönetim uygulama esaslarının ötesinde tedbirleri, faaliyetleri içerdiği ve hükümeti devirip devlet idaresine el koymayı öngören bir plan olduğu vurgulanıyor.

Seminer planının Balyoz Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 'Balyoz Güvenlik Harekat Planı' adıyla hazırlanmış bir plana ait olduğu ve bu planın basında yer alan Balyoz darbe planı'na benzediği ifade ediliyor.

Plan seminerinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın karşı çıkmasına rağmen, Balyoz planın hazırlandığı ortaya çıktı.

Balyoz planın seminer başlangıcında ortaya konulan amaçlarından uzaklaşılarak yapıldığı tespit edildi. Seminerde yapılan bir sunumda bazı siyasetçilerin fotoğraflarının gösterildiği ve silahlı kuvvetlerin yetki alanı dışına çıkan konuşmalara rastlandığı belirlendi.

5-7 Mart 2003 tarihleri arasında yapılan seminere 29'u general toplam 147 subayın katılımıyla gerçekleştirildiği ifade edildi.

SABAH
27 Şubat 2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

25.2.10

DARBEYE HAZIRLIK SES KAYDI

Balyozcu Paşa'nın Ses Kaydı

Balyoz'cu generallerden Tümg. Metin Yavuz Yalçın, emrindeki genç subayları darbeye böyle hazırlıyor. İşte METACAFE'de yayınlanan o ŞOK ses kaydı...

Çotartışılacak bir ses kaydı daha yayınlandı. Bu ses kaydında Balyoz'cu generallerden Tümg. Metin Yavuz Yalçın'ın, emrindeki genç subayları nasıl darbeye hazırladığı yer alıyor.

İşte ses kaydındaki şok eden ifadelerden bazı başlıklar:

MUHAFET MEDYAYI BOŞ BIRAKTI TEHLİKELİ BİR YERDEYİZ....

TSK HAKKINDA KONUŞAN EŞEK OĞLU EŞŞEKLER BAŞKA BİR ŞEYLE UĞRAŞSIN....

ORTAM 1980'LERDEKİ GİBİ DEĞİL HERŞEYİ HESAP VERİYORUZ...

TAYİP ERDOĞAN'IN TÜRK OLDUĞUNA İNANMIYORUM...

AKP GELDİ DEVLETİN ŞAHSİYETİ KAYBOLDU...

ARKADAŞLAR MEHMETÇİK GİBİ BİR HAMMADDE ELİMİZDE İYİ İŞLEYİN...

ORTADA BÜYÜK BİR TEHLİKE VAR OHAL İLAN ETMELİYİZ....

ŞEREFSİZ BİR ÜLKE OLDUK....

BİRGÜN BİZE GÖREV DÜŞE BİLİR...
Video METACAFE'den alınmıştır





İŞTE O ŞOK SES KAYDININ DEŞİFRESİ:

BALYOZCU TÜMG. METİN YAVUZ YALÇIN EMRİNDEKİ GENÇ SUBAYLARI DARBEYE HAZIRLARKEN

Kırılma noktasına doğru yanaşıyoruz

Biz özgürlük, insan hakları bilmem ne furyası ile AB'nin kapısında ne hale geldiğimizi artık herhalde hepimiz görüyoruz. Böyle bir şey olamaz arkadaşlar. Böyle bir ülke düşünemiyorum, artık belli bir kırılma noktasına doğru yanaşıyoruz.

Muhalefet meydanı boş bıraktı tehlikeli bir yerdeyiz

Meydanı boş buldular. Bunların karşısında kimse yok. Var diyen elini kaldırsın, yok! Birisi (deniz Baykal) Antalya'da gayet güzel yüzüyor, öbürü (devlet bahçeli) otağlarda oturuyor kımız içiyor, öbürü hırlı mı, hırsız mı mafya mı nedir o belli değil.. Yani ilerde hükümet değişikliği olsa dahi bu pisliği temizlemek bile ayrıca iki üç sene sürer. Bu da ülkenin gerilemesine yol açıyor. Tarif edilemeyecek kadar tehlikeli bir yerlerdeyiz.


TSK hakkında konuşan eşşekoğlu eşekler başka şeyle uğraşın!

Adamlar artık hiçbir şey söylememeye gayret ettikleri türk silahlı kuvvetleri hakkında konuşmaya başladılar. Ona bakacağınıza eşşekoğlu eşşekler dünya kadar problem var, onlarla uğraşın. Onlarla ilgilenin. Muhalefet, ohh yat para tıkır tıkır alıyor, hiç yapıcı bir muhalefet gördünüz mü? O da yok.. Yapıcı muhalefet olmadığı takdirde piyasa bunlara kalır. Bunlar da her geçen gün artan biçimde terbiyesizlik yapmaya başladılar. Bunu arttırabilirler.

Ortam 1980 gibi değil her şeyi hesap ediyoruz

Diyeceksiniz ki biz niye sesimizi çıkarmıyoruz? Şu konuda müsterih olmak gerekiyor: genelkurmay karargahı, kuvvet komutanları onlar hepsini, her şeyi ince ince hesaplıyorlar. Sıkılıyorsunuz ama hesapları iyi yapmanız gerekiyor. Şimdilerde ortam eskisi gibi değil. Yani 1980'deki gibi de değil. Her şey çok farklı. Her şeyin hesabını tutmanız gerekiyor. Çünkü karşımızdakiler bu şerefsiz hükümetle gizli gizli bu işleri yürütüyorlar.

Tayyip Erdoğan'ın Türk olduğuna inanmıyorum

Bakın size söylüyorum bak: ben birçoğunun Türk olduğuna dahi inanmıyorum. Adam Rizeliyim diyor, benim Rizeli arkadaşlarım var.. İşte emir subayım biliyor, 15 yaşında gelmişler İstanbul'a. Adam hala o laz lehçesini kullanıyor, o güzel lehçesi hala duruyor. Bunda hiçbir şey durmuyor, hanımı da Arap.. Yok, Türk kadını, kadınını bunlar temsil edemez ya! Geldiler koskoca Türkiye cumhuriyetini idare ediyor, daha ne rezillikleri var, daha neler var neler.

AKP geldi devletin şahsiyeti kayboldu

Efendim son seçimlerden sonra, yönetime meydanı boş bulan AKP geçmiştir. Mecliste çok büyük bir çoğunluğu var. Arkadaşlar, devletimiz şahsiyetini kaybetti. Şahsiyet kaybı var, çok büyük çapta.. Şimdi İngiltere'nin demokrasisi ile Türkiye'nin demokrasisi arasında fark olması gerekmiyor mu? Demokrasi adına yazılmış her hangi bir kitap gördünüz mü? Varsa elini kaldırsın, yok.. Ya böyle şey olur mu ya! Şimdi Danimarka'nın bulunduğu coğrafi yapı ile benim bulunduğum coğrafi yapı aynı mı? Benim çevrem ile onun çevresi aynı mı? O zaman onun çizgilerini iyi çizmek lazım, biz çizemediğimiz için bu hale geldik.

Arkadaşlar: Mehmetçik gibi hammadde elinizde, iyi işleyin!

Biz ayakta durduğumuz sürece hangi model hükümet gelirse gelsin Türkiye cumhuriyetinin şekli ile kesinlikle oynayamazlar. Dert biziz.. Onun için yıpratma devam ediyor. Ulan polis teşkilatına ver bak ne oluyor güvenliğini! Eğitimlerinizi yaparsınız arkadaşlar, elinizde kitabınız dokümanınız her şeyiniz var, bir de çok önemli olan elinizde hammadde var: Mehmetçik var. Mehmetçiklere bunu çok iyi işleyin. Yurt sevgisi eğitimlerinden önemli daha bir eğitim yok.. Giden görevlerinizi yaparsınız, hammadde elinizde duruyor her zaman şeye bırakmayın, uzmana astsubaya bırakmak yok. Subay olarak sizin bilginiz kültürünüz onlardan çok daha yüksektir. Siz etkin olacaksınız.
Abdullah gül askeri şurada şerh koydum diyor, yalan söylüyor!

Arkadaşlar, askeri şuradan, ordudan ilişiği kesiliyor personelin, adam çıkıyor diyor ki dışarıda: şerh koydum diyor. Ulan ne şerhi ya, şerh merh bir şey yok ki, şerh ne demek ya! Şerh merh koymuyorlar ha.. Ben bizzat açıyorum buradayken de açıyorum telefonu; ne şerhi ya, yalan söylüyor eşşekoğlu eşşek diyor, yalan. OHAL çok önemli arkadaşlar. OHAL şartlarında, ohalin geçerli olduğu ortamda görev yaptım, onun güvenlik komutanlarına verdiği çok büyük bir şey var, avantaj var. Bu adamlarla kenefe bile gidilmez. Yalnız kalıyoruz, bir tane dayanağımız var o da kim? Cumhurbaşkanımız (Ahmet Necdet Sezer).

Ortada büyük tehdit var OHAL ilan etmemiz gerekir

Ortada çok büyük bir tehdit var, gel OHAL ilan edelim? Askeri komutanı yetkilendirmediğiniz takdirde ama yasal yetkiyi veremediğiniz takdirde askeri komutanın başarısı az olur. Ama gerek OHAL bölgesinde gerek sıkıyönetim yetkisiyle donatırsanız o zaman askeri komutan çok daha başarılı olur. Şimdi orda bir tane ben hiç hatırlamıyorum teröristi alıp efendim mezarlığa falan gömdüğümü ben hatırlamıyorum.
Şerefsiz bir ülke olduk

Milli güvenlik kurulunda başbakan genelkurmaya çağrılarak gerekli ortamda gereken her şey söyleniyor. O kadar şerefsiz bir ülke olduk ki biz: ne ülke ne kimse yasalar gereği bu adam bu yayını dahi durduramıyor. Yok, herkes almış başını gidiyor. Bugünün resmini konuşuyorum ben... Tek güç, Türkiye'deki en organize güç Türkiye'deki silahlı kuvvetlerdir. Bunun üstünde başka kuruluş yoktur. Polis teşkilatı bilmem ne! Vatan millet, cumhuriyetin bekçisi falan yok öyle bir şey yok. Yok! Tek biz varız. Ha onlar bizim yanımıza gelir, yamacımıza koltuğumuzun altına girerler o usulden beraber gider. Tek, Türk silahlı kuvvetleridir.

Bir gün bize görev düşebilir

Uğraşılan, yıpratılmak istenen biziz.. Ben de sizin komutanınız olarak gelmişim diyorum ki: birlik bütünlüğünüzü muhafaza ediniz, bir gün bize bir görev düşebilir diyorum. Ve de çok önemlisini söylüyorum çocuklarımızın geleceği için bu bütünlüğün her zamankinden daha üstün olması gerekiyor. Önemli olan onlar. Biz belli yaşa-maşa pardon, siz gençsiniz, biz belli yaşa kadar geldik önemli olan onlar. Hiç kimse hiçbir şekilde Türkiye cumhuriyetinin mevcut yapısını de-ğiş-ti-re-mez....
Türban takıp gelen kenelere acımayın, yoksa yara dağılabilir

Son olarak bir şey daha söyleyeyim: baştan söyleyecektim unuttum. Eeee şimdi maiyetinizdeki personelin aile yapılarını inceleme göreviniz var değil mi? Buna çok dikkat edin arkadaşlar. Eee bizde oldu takip ediyorlar, türban takıp lojmanların girişinden önce çıkarıp içeri girip içeride takanlar o modelde insanlar da var. Hiç acımayın arkadaşlar, hiç acımayın. Hiç kimse silahlı kuvvetlerin sırtında, o neydi o yapışan şeyler söyle. Kene gibi bilmem ne gibi yok, hiç acımayın. Bu söylediğim birlik bütünlüğü tehlikeye atabilecek, her hangi bir harekette bulunan personele acımayın. Bir anda yara başka yerlere dağılabilir. Sonuçta biz silah arkadaşlarıyız, arkadaşlar.. Şimdi burada bir tane teğmen kalksın bir teğmen, ben senin silah arkadaşınım değil mi? Silah arkadaşlığı çok kutsal bir şeydir arkadaşlar. En uçtaki Mehmetçik de benim silah arkadaşım.

Genç subay arkadaşlarım yasalar her türlü yetkiyi size vermiş

Yasalar size her türlü yetkiyi vermiş, görüşlerinizi duydukça insanın içi de rahatlıyor. Çok yakından takip ettiğiniz olayları takip ettiğiniz değerlendirdiğiniz izlenimini aldım: ona da memnun oldum. Tekrar tekrar tekrar söylüyorum: önemli olan bir tek şey var, o da bizim birlik ve bütünlüğümüz. Biz silah arkadaşıyız, biz silahlı kuvvetler ailesiyiz.. Bütün mesele burada... Hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Sağol!

Kaynak: Habervaktim.com - özel


Devamını BURADAN okuyun...>>>

ASKERİ TABELAYI SÖKELİM Mİ?

Dikkat askeri araç çıkabilir, tabelasını sökelim mi artık?

Önceki gece Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 15 orgeneral ve amirali bir araya geldiler, Balyoz Harekât Planı'yla etrafındaki gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulunduklarını açıkladılar.

Yürüyen soruşturma sürecine dolaylı müdahale görüntüsü taşıyan bu tür gelişmelere tepki vermek kadar dikkat de kesilmek gerekir.

Bu ülke kurulduğundan bu yana askeri vesayet rejimiyle yönetiliyor.

Asker yıllar yılı darbe yaptı, muhtıralar verdi, sert meydan okumalarla siyaseti etkiledi. İşin sadece bu yönü darbe ve muhtıraları takip eden, cunta, sıkıyönetim, olağanüstü hal dönemleriyle birlikte cumhuriyetin 80 yıllık öyküsünün yarısından fazlasını oluşturur. Ama öykü sadece bundan ibaret değil. Asker aynı zamanda olağan dönemlerde de yasal mevzuatta kendisine verilen özerk yer ve etkin rolden hareketle siyasi alanın içinde dolaşmıştır.

Bugün aynı asker itibar kaybediyor, didikleniyor, sorgulanıyor, kışlasına itiliyor.

Bunları üst üste koyunca karargâhın yaşanan gelişmeler karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusu önemlidir.Asker muhiplerinin bu tür askeri toplantıları ya da ordudan gelen sinyalleri veri alması, bunları Ergenekon hukuki süreci karşısında eşit, meşru, hatta üstün görmesi bu soruların önemini ortadan kaldırmaz.

Çünkü bu tür sorular her şeyden önce demokratikleşme ve sivilleşme çabalarının dikkate alması gereken önemli bir noktaya, özetle ordunun iç siyasetine işaret eder.

Şüphe yok, soluduğumuz dönem diğerlerine benzemiyor.

Dış rüzgârlar askeri düzenlere karşı esiyor.

Bir yanda Obama yönetimi, öte yanda Avrupa Birliği bölgede yaşanan gelişmelerin rotayı güvenlikten siyasete doğru çevirmiş olması, ekonominin siyasi istikrara aşırı hassaslığı, askeri, darbe fikrinden, sert siyasi reaksiyon girişiminden uzak tutuyor.

İç dinamikler açısından da benzer bir durum var.

Askerin siyasi rolünün meşruiyeti iyice aşınmış durumda, toplumsal harekât alanı son derece sınırlı ve her siyaset alanına yaptığı "sorti" kendisi açısından güç ve prestij kaybıyla sonuçlanıyor.

Askerin iç yapısında da dünden farklı eğilimler olduğunu söylenebilir.

Balyoz Planı'nı basına aktaran, ıslak imzayı ihbar mektuplarıyla gönderen askerler, Hilmi Özkök gibiler, ordunun bir yönüyle bu büyük değişim dalgasından, çağın ruhundan etkilendiğini gösteriyor. Bu konuda ordu içinde yaşanan çatışmalar ve bölünmeler bugün çeşitli belgeler herkesin malumu haline gelmiş durumda.

Tüm bunlara rağmen, "asker hareket edemez, bu işler bitti" tarzı analizleri temkinle karşılamak gerekir.

Mesele askerin darbe yapması değildir, devlet içi kimi kurumları seferber edecek bir kriz politikası izlemesi, istikrarsızlaştırma adımları atması da bir askeri müdahale şeklidir.

Unutmamak gerekir ki ordu karargâhı, şu ana kadar yaşanan değişime ayak uydurmak, onu yönetmeye çalışmak kadar, bu değişimi yavaşlatmak, bu değişime direnmek sinyalleri de vermiştir. Ve hala kimi silahlara sahiptir; yüksek yargı ya da yargı gücüyle işbirliği bunlar arasındadır.

Askeri vesayetin derin olduğu düzenlerde "demilitarizasyon süreçleri" sadece çatışmalı değil, uzun da olur...

Çatışma ve zihniyet bu işin beşiğini oluşturur, yargıda, basında, toplumda yaşanan kutuplaşma bu durumun en açık kanıtı değil midir?

Söylediğimiz şudur:

Ülke olarak doğru istikamette, geri dönüşü olmayan ana yolda ilerliyoruz, ama yol uzun.

Ayrıca önümüzdeki ara yollar, kısa geri dönüşler, engebeler gerçeğini unutmamak gerek...

Bir hatırlatma yapalım...

2002 Kasım'ında AK Parti'nin gösterdiği başarı sonrası, pek çok analizci, yorumcu askerin tepki verme döneminin kapandığını, böyle bir ihtimal dahi olmadığını köşelerinde, televizyon programlarında tekrarlamaktan yorulmuşlardı.

Ne var ki bugün ortaya çıkan kimi gerçekler tersi gelişmeler yaşandığına işaret ediyor. 2002 planı, 2003 planı, 2004 ve 2005 planları hepsi darbe ya da siyasete müdahale planlarıydılar.

Temkinli olmak, siyasi tedbirde de, onu besleyen analizlerde de demokratik ipe ve meşruiyete daha kuvvetli sarılmayı ifade eder.
Ali Bayramoğlu
alibayramoglu@tnn.net25 Şubat 2010 Perşembe
YENİŞAFAK

Devamını BURADAN okuyun...>>>

SON YENİÇERİ AYAKLANMASI

Son yeniçeri kıyamı

Adamlar kendi ‘yurt savunması’ görevlerini bir yana bırakmışlar; Hükûmet’e ve milletin büyük çoğunluğuna karşı ‘Balyoz’ adını verdikleri darbe plânları hazırlamışlar... 2003’teki 1. Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan bütün karargâhını ve bağlı birliklerini toplayarak ‘plân semineri’ kamuflajı altında bal gibi darbe hazırlıkları yapmış. Buna göre, camilere bombalar konulacak, uydurma irtica gösterileri hazırlanacak, 200 bin kişi stadyumlara doldurulacak ve ‘irtica’(!) şiddet kullanılarak bastırılıp AK Parti iktidardan indirilecekmiş... Bu arada Türkiye’nin güvenliği de kendi uçağımız kasten düşürülerek tehlikeye sokulacakmış...
Darbe hazırlıkları konusunda Genelkurmay’ın ‘plân semineri’ açıklaması, hiçbir şekilde tatminkâr olmadığı gibi, TSK’nın ‘ocakçı’ anlayışını ortaya koyup itibarını büsbütün zedelemiştir. Hiç, camileri bombalayıp vatandaşlarını öldürmek için plân semineri düzenleyen bir ordu olabilir mi?
Mızrak çuvala sığmıyor... Bizim ‘Allah, Allah!’ diye taarruz eden ve yurt savunması görevini hakkıyla ifa eden orduya ve askere sözümüz yok. Lâkin siyasete müdahale eden ve milletin verdiği silâhı milletin bağrına çeviren bir darbecinin en ‘adi’ bir şakîden başka hüviyeti olamaz (Ülkenin Başbakanı için ‘adi başbakan’ diye parola yazdıranlar da şerefli Türk ordusunun mensubu olmaya lâyık değildir).***
Bu durumda, kendilerine intikal eden darbe belgelerini teknik yetkililere inceletip doğruluğunu gören cumhuriyet savcılarının, belgelerde açıkça suç işlediklerini tespit ettikleri kişileri -geçmişte ve hâlen makam ve rütbeleri ne olursa olsun- sorgulamaları ve gerekli görürlerse gözaltına almaları kadar tabiî bir işlem olamaz.
Savcılar ne yapsalardı yani?... Onlar da mı bazı subaylar gibi politika yapsalardı? ‘Fincancı katırlarını ürkütmeyelim’ diye göz göre göre -son yarım asırdır yapıldığı gibi- suç işlediği iddia edilenlerin üzerine gitmeseler miydi? Ya da korkak bazı politikacılar gibi, ‘Üzerlerine gidersek asker darbe yapar’ diyerek kaçacak delik mi arasınlardı?...
Baykal’ın o nezih deyişiyle ‘hukukun ırzına geçildiği’ bir dönemde, kendilerine milletin adaleti tevdi edilmiş cumhuriyet savcıları, HSYK kendilerini de görevden alır diye korkup vazifelerini yapmasalar mıydı?...
Türkiye’de hukukun ırzına geçildiği doğrudur. Lâkin bu ‘tecavüzcüler’ görevini yapan savcılar ve hâkimler değil, tâ Şeflik Dönemi’nden beri bizzat CHP’liler ve onların siyasallaştırdığı yargı mensuplarıdır.
Baykal, bir de Malta Sürgünü benzetmesi yapıyor. Yani, darbecileri sorgulayanları hiç sıkılmadan İngiliz İşgalcilerine benzetiyor. Bu arada Hükûmeti de -hiç dahli olmadığı halde- en ağır şekilde suçluyor.
***
Yargının bu usulüne uygun işlemleri karşısında, Genelkurmay Başkanı’nın bütün orgeneralleri Genelkurmay karargâhına toplayarak gözdağı vermesi, Türkiye demokrasisi ve TSK için hiçbir şekilde hoş görülemeyecek bir skandaldır.
Bu hareket, 21. yüzyılın başında TSK ’ya ve onun demokrasiye ve hukuka bağlı olduğunu ikide bir tekrarlayan Genelkurmay Başkanı’na yakışmamıştır. Komutanları toplayarak Hükûmete ve daha da acısı yargıya gözdağı veren bir ordu, artık meşru zeminden uzaklaşmaya başlamış demektir.
Hele ‘ciddî durum’ açıklaması yaparak, özellikle ‘darbe izlenimi’ vermeye çalışması, hoşgörülecek ve hak verilecek bir rezalet değildir.
TSK’nın yargıya bu açık müdahalesi karşısında, siyaset yapmaktan pek ziyade hoşlanan yüksek yargı mensuplarının seslerini hiç çıkarmaması da gerçekten şâyân-ı ibrettir. İşte, tam da bu nokta, geçmişte olduğu gibi, ayak dîvanı yapan askerle ulemanın işbirliğini andırmaktadır.
***
Bu arada, Genelkurmay çevrelerinden sâdır olan bir rivayete göre, eski kuvvet komutanları tutuklanırsa, bütün orgeneraller güya istifa edeceklermiş... Bu rivayeti duyunca, Org. Başbuğ’un, medyaya ve yargıya karşı ustalıkla bir ‘asimetrik psikolojik harekât’ uyguladığını düşündüm. İstifa edecekleri, doğru su aklımın ucunda dahi geçmedi. Kaldı ki, böyle toplu bir istif anın açıkça suç teşkil edeceği ve ortaya çıkacak güvenlik boşluğundan müstafilerin sorumlu tutulacağı da açıktır.
Bütün bu baskıların, Türkiye’de yargı bağımsızlığını nasıl paçavraya çevirdiğini ise herhalde uzun uzun anlatmaya lüzum yoktur.
***
Bu ‘son yeniçeri kıyamı’, gelecekte Türk Demokrasisi açısından utanç verici eylemlerden biri olarak anılacaktır. Umarız sonuncusu olsun.

HASAN CELAL
GÜZEL

Türkiye

25/02/2010
hcelalguzel@yahoo.com RADİKAL

Devamını BURADAN okuyun...>>>

"EMRET KOMUTANIM" DÖNEMİ

"Emret Komutanım" dönemi bitti

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, zor durumda. Çünkü Türkiye'de, ilk defa darbeye karışan askerler hesap veriyor. Beş bin sayfalık Balyoz Planı'nı, savcılar, TÜBİ- TAK'a ve Emniyet Kriminal'e incelettiler. Islak imzaların gerçek olduğu ve belgelerin 1. Ordu Karargâhı'nın bilgisayarlarından çıktığı anlaşıldı. Bunun ardından tutuklamalar başladı.
İlker Başbuğ, zor durumda; çünkü "cumhuriyeti koruma ve kollama" yetkisine sahip olduğunu sanan ve kendilerini "vasi" durumunda gören askerlerimiz, bugüne kadar karşılaşmadıkları bir muameleye maruz bırakıldı. Bugüne kadar, ya darbe gerçekleşiyor ve kendi hukukunu yaratıyordu; ya da siviller, "emir-komuta zincirinin" bir parçası gibi hareket edip, gelişmeleri görmezden geliyor; hatta verilen talimatı harfiyen yerine getiriyorlardı.
1960'lı yılların sonunda:
- Anayasa değişikliğiyle eski Demokratların siyasete geri dönmesini istemiyoruz.
- Emredersiniz Paşam... Ordumuzun hassasiyetini dikkate alacağız.1971'de:
- Hükûmet istifa etsin.
- Emredersiniz Paşam... Şapkamızı alıp gidelim. 28 Şubat sürecinde:
- İlköğretim, kesintisiz, 8 yıla çıksın; İmam Hatiplerin orta kısmı kapatılsın. Katsayı uygulaması başlasın. Başörtülü kızlar üniversiteye alınmasın.
- Emredersiniz Paşam... Siyasi hayatıma mal olsa dahi, bunları yapacağım.
İlk defa, 27 Nisan emuhtırasında ezberler bozuldu. Sene 2007:
- Biz sözde değil, özde laik bir cumhurbaşkanı istiyoruz. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün 'Ne mutlu Türk'üm diyene' anlayışına karşı çıkan herkes, Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Buna ne cevap vermişti hükûmet?
- Genelkurmay Başkanlığı'nın bildirisi, hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır. Demokratik bir süreçte bunun düşünülmesi bile yadırgatıcıdır. Genelkurmay, hükûmet emrinde, görevleri Anayasa ile tayin edilmiş bir kurumdur. Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur...
Ve 22 Temmuz 2007'de genel seçimlere gidildi. Yaşar Büyükanıt, emuhtırasının cevabını, sandıkta, halktan aldı. AK Parti'nin oy oranı % 47 ile tavan yaptı.

***

Bu defa, muhtıra verilmedi ama komutanlar, "göstere göstere" Genelkurmay Başkanlığı'nda toplandılar. Cevap gene gecikmedi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz bir açıklama yaptı:
- Medyayı, siyasetçilerimizi, bürokrasi de dahil herkesi, yargıyı rahatsız etmemeye, yargının görevini rahatça yapabilmesinin ortamını sağlamaya davet ediyoruz. Hangi toplantı, hangi görüşme, hangi açıklama menfi etki edecekse, bu tarih önünde sorumluluğu da beraberinde getirecektir. Dün yaşananlar, bugün nasıl gündeme gelmişse, bugün yaşananlar da, yarın gene toplumun gündeminde olacaktır. Herkesi anayasa ve yasalardaki yazılı olan kurallara davet ediyor, buna uygun hareket etmesini bekliyoruz.
28 Şubat'taki brifingler dönemi geride kaldı. Hani, Yüksek Yargı üyelerini davet edip, sonra, karşılıklı, hâkimlerle askerlerin birbirini alkışladığı o ayıplı dönem var ya! Anayasa Mahkemesi üyelerine, "brifing" adı altında Refah Partisi'ni kapatmalarının dikte edildiği günlerden söz ediyorum. O dönem bitti. Evvelki gün, orgeneraller uzun uzun toplandılar. Bir iki satırlık açıklama yaptılar: "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında ortaya çıkan ciddi durumu değerlendirmek üzere, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı'nda bir toplantı icra edilmiştir."
Ama, mahkeme, 2'si muvazzaf 4 amiralin yanı sıra, bir emekli tuğgeneral ile 2 emekli albayı aynı gün tutuklayıverdi.
"Emret Komutanım" devri geride kaldı. Hem iktidar, hem de yargı, yetkilerine sahip çıkıyor; vesayete direniyor.


Her şey vatan için!
Bazı meslektaşlarımız, darbeye karışmış askerlerin görevleri sırasında ne büyük kahramanlıklar yaptıklarını sıralayarak, mazeret üretmeye çalışıyor. İbrahim Fırtına, Özden Örnek, Çetin Doğan, Ergin Saygun'un, her birinin, üstün hizmet madalyası varmış; millete yıllarca hizmet etmişler. Bunlar efsane komutanlarmış.
Ben de bir "jenerik senaryo" yazayım istedim. Varsayalım ki, 12 Eylül'ü gerçekleştiren Kenan Evren, Nurettin Ersin, Nejat Tümer, Tahsin Şahinkaya darbeye teşebbüs halinde yakalanmış olsalardı. Balyoz Harekât Planı gibi, Bayrak Harekât Planı bir gazetenin eline geçseydi ve bu kişiler yargı önüne çıkarılsaydı, vatanseverliği tersinden anlayanlar, herhalde onlar için de şöyle yazacaklardı:
Kenan Evren: Kore'de görev yaptı. Genelkurmay 2. Başkanlığı ve Ege Ordu Komutanlığı'nda bulundu. Üstün hizmet madalyası var. Genelkurmay Başkanı; 44 yıl orduya hizmet etti. Evi basıldı; tutuklandı; mahkemede hesap veriyor.
Nurettin Ersin: Kara Kuvvetleri Komutanı. Kıbrıs Barış Harekâtı'na katıldı. Jandarma Genel Komutanlığı, MGK Genel Sekreterliği ve 1. Ordu Komutanlığı yaptı. Üstün cesaret madalyası sahibi. 46 yıl orduya hizmet etti. Evi basıldı; tutuklandı; yargılanıyor.
Nejat Tümer: Deniz Kuvvetleri Komutanı. Donanma Komutanlığı yaptı. Şeref madalyası sahibi. Devlete 39 yıl hizmet etti. Evi basıldı; tutuklandı...
Tahsin Şahinkaya: Hava Kuvvetlerinin "efsane komutanı". Orduya 40 yıl onurla hizmet etti. Evi basıldı; yargı önüne çıkarıldı.
Bir insan, devletine onurla hizmet edebilir. Ama suç işlemiş ise, yargı önünde hesap verip, cezaya da çarptırılır. Kanunlarımızda şöyle bir istisna maddesi mi var: "Devlete 20 yıl ya da daha fazla hizmet edenler, ne yaparlarsa yapsınlar, muhakeme edilemez ve haklarında hüküm tesis edilemez."


NAZLI ILICAK 25,02,2010 SABAH

Devamını BURADAN okuyun...>>>

BAYKAL DARBECİ Mİ ?

Baykal, darbeci mi?

Baykal hariç, herkes üzerine düşeni yapıyor, rolünü oynuyor. Baykal ise, sanki bulunması gereken yerde değil. Söylemesi gereken lafların tam tersini söylüyor. Aksayan, aksadığı için de şu kritik hengâmede rahatsızlık veren bir durum. Bir açıklaması olmalı.
Benzetme çok tanıdık. "Sabaha karşı kapınızı çalan sütçü ise orası demokrasi, eyvah geldiler diyorsanız o ülke demokratik olmaktan çıkmıştır." Kapıyı çalan polis, gözaltına alınanlar darbecilikle itham ediliyor. Baykal'ın grup konuşmasındaki bu benzetmenin devamı şöyle olmalıydı: "Bu gözaltılar sizlerin, sabah saat dörtte kapınız çaldığında güvenle açıp, sütünüzü almanız içindir." Doğru mantık bu değil mi? Sabahın köründe kapımızı çalıp kafamıza silah dayayacak olanlar darbecilerden başka kim olabilir? "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs", yani darbe teşebbüsü suçlamasıyla 48 muvazzaf ve emekli subay gözaltına alındı ve sorgulandı. İlk defa emrinde askerî birlik bulunanlar, hatta tümamiral ve tuğamiral rütbesindeki komutanlar tutuklanıp cezaevine konuldu. Savcılar akıllarına eseni yapmıyor; çok ciddi soruşturmalar yürütüyorlar. Mahkemeler tutuklama kararı verirken kılı kırk yarıyorlar. Eğer ortada bir suç varsa "soruşturulmasın" demek doğrudan yargıya müdahale. Tutuklananlar silahlı kişilerse, bu konudan bahsederken yargıya müdahale anlamına gelmemesi için ses tonunuza bile dikkat etmeye mecbursunuz.

Baykal açıkça ve göstere göstere tersini yapıyor ve 7 yıl önceki darbe planını savunuyor. "2003'te bir askerî tatbikat vesilesiyle aslında bir askerî darbeye yönelik proje ortaya koymuşlar." mazeretini öne sürüyor. "Aradan yedi yıl geçmiş, darbe de olmamış, niye bu adamları gözaltına alıyorsun?" mealinde bir savunma yapıyor. Çok açık biçimde darbecileri ve darbe planlarını, sanki o ekibin kadrolu elemanı gibi veya basın sözcüsü edasıyla savunmaya girişiyor.

Her şeyin alt-üst olabileceği çok keskin bir virajı geçiyoruz. Devlet üzerindeki silahlı egemenlik dönemi sona eriyor. Kurumlaşmış, kendi geleneklerini oluşturmuş bu tür iktidar yapılarının tasfiyesi, diğer ülkelerde büyük karışıklıklara yol açtı. Şu ana kadar biz bu riskli dönemeci ciddi bir savrulma yaşamadan geçiyoruz. AK Parti hükümeti temsil ettiği halkın ve kendisinin hukukunu savunuyor. Eline geçen tarihî fırsatı değerlendirip askerî vesayet dönemini kapatmak ve demokrasiyi yerleştirmek zorunda. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere, aklı başındaki bütün askerler sorumlu davranıyorlar. Maceraya kalkışacak olanların önünde engel olarak duruyorlar. Darbeciler ikiletmeden kuzu kuzu ifade veriyorlar. Ertuğrul Özkök bile kendi "ama"larıyla uğraşıyor. Darbeyi savunan medya mensupları, cümlelerin arasına özenle ricat kapıları yerleştiriyor. MHP dikkatli ve ölçülü; demokrasinin yanında ve darbecilerin karşısında duruyor. Sadece Baykal, darbecileri azimle, kararlılıkla ve bütün muhakeme sisteminin çökmesi pahasına savunuyor.

Acaba neden?

Ahmet Altan dünkü yazısında "Bugün ordunun siyasî desteği CHP'nin aldığı oy kadardır." diyor. Tersinden bakalım. CHP'nin oy tabanı hızla sadece darbeden medet umanların sayısına doğru iniyor. Bu durum bir siyasî partinin demokrasinin agorasında eline benzin bidonunu alıp kendini yakmasına benziyor.

Soğuk Savaş dönemine özgü "ajan provokatör" entrikaları dışında, CHP'nin Baykal eliyle siyasî intiharının başka açıklaması yok. İhtimaller şöyle: Birincisi, Baykal darbe geleneğinin üretip siyasete yerleştirdiği bir siyasetçi mi? İkincisi, darbe kadrosu içinde mi yer alıyor? Yani planlanan suçların içinde bir fail olarak mı bulunuyor? Üçüncüsü, darbe sonrasında ikbal kapılarının sonuna kadar açılmasını -başbakan olmak gibi- bekliyor. Bu üç ihtimalin dışında başka bir ihtimal daha var. Ama bu ihtimal, Baykal'ın siyasî zekâsını hiçe saymak anlamına geliyor. Baykal'ın, darbeciliğin kendisini daha güvenli ve güçlü bir konuma taşıdığını, CHP'ye oy kazandırdığını düşünmesi mümkün mü? Ben sanmıyorum.

Peki sıraladığım ihtimallerden hangisi sizce doğru?
MÜMTAZER TÜRKÖNE
m.turkone@zaman.com.tr


25 Şubat 2010, Perşembe

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ERUYGUR AKLINI BULMUŞ

Şener Eruygur yeniden iş başında..

'Hafızamı kaybettim' gerekçesiyle savcıya ifade bile vermeyen tutuksuz yargılanan Şener Eruygur hakkında bomba iddia..

'Hafızamı kaybettim' gerekçesiyle savcıya ifade bile vermeyen tutuksuz yargılanan emekli Orgeneral Şener Eruygur'un, tahliye olduktan sonra Ergenekon soruşturmasına karşı yapılacak faaliyetlerin ele alındığı toplantıya katıldığı belirlendi.

Yeni Şafak Gazetesi'nin haberine göre Amirallere suikast iddianamesinin eklerinde yeralan teğmenlerde ele geçirilen "Eruygur Paşa ile Eğitim Komutanlığı'nda yapılan toplantıda karargahımızı ilgilendiren emirler" adlı belgenin 2009'da oluşturulduğu ve yapılanmada kullanıldığı ortaya çıktı.Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Metin Ataç ile dönemin donanma komutanı şimdiki Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'e yönelik suikast düzenleneceği iddiasına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamenin ekleri İstanbul 12'inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından avukatlara verildi. 160 sayfalık iddianamede soruşturmaya ilişkin delillerin yer aldığı 16 ek klasörü DVD ortamına aktardı. Eklerde, ev arama görüntüsü ve inceleme tutanakları, adli tıp raporları, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın yazdığı iki kitap bulunuyor. Ek klasörlerdeki en dikkat çekici döküman ise, Şener Eruygur'un katıldığı toplantıyla ilgili olan belge.

SİLİVRİ'DEKİLERİ KURTARMAK

Amirallere yönelik suikast soruşturmasının tutuklu sanıklarından, teğmen Burak Düzalan, Alperen Erdoğan ve Yakut Ersoy'un Kocaeli'ndeki kaldığı adreste yapılan aramada ele geçen 'flash bellek'te bulunan belge ilginç bir toplantıyı ortaya çıkarttı. Belgede, hafızasını kaybettiği söylenen Ergenekon sanığı eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un tahliyesinden 8 ay sonra Kafes Eylem Planı'yla ilgili sorgulanan Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç ve Foça Çıkarma Gemileri Komutanı Tuğamiral Mehmet Fatih Ilgar'ın da aralarında bulunduğu 7 üst düzey komutanın katıldığı ve 'Ergenekon davasına karşı alınacak tedbirlerin konuşulduğu' toplantıyla ilgili notlar yer alıyordu.

TAHLİYEDEN 8 AY SONRA TOPLANTI

İddianamenin ek klasörlerinde word belgesinin oluşturulma tarihi olarak 9 Mayıs 2009 yazıyor. Oysa emekli Orgeneral Şener Eruygur, 1 Temmuz 2008'de gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra 18 Eylül 2008'de sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmişti. Belgenin oluşturulma ve değişiklik tarihi ise Eruygur'un hafızasını kaybettikten 8 ay sonra yapılan bu toplantıya katıldığını gösterdi.

BELGE İLK DAVADAN SONRA

Belgede, toplantının 'Durum değerlendirmesi' ve 'Acil Önlemler' bölümlerinde, Silivri'deki tutuklular kasdedilerek, 'Birbirimize dönük saldırılar Silivri'yi her geçen gün daha zor duruma sokmaktadır.', 'Silivri'nin geleceği komutanlıkça görevlendirilen birimlere verilen emirlerin ve faaliyetlerin başarısına bağlıdır' ifadeleri yer alıyor. Ancak Silivri'de şu anda süren Doğu Perinçek ve Veli Küçük'ün sanık olduğu birinci Ergenekon davası 20 Ekim 2008'de görülmeye başlandı. Dolayısıyla Eruygur gözaltına alınmadan önce davası açılmadığı için toplantının daha önce yapılma ihtimali de bulunmuyor. Belgeye göre, cezaevinde düşerek beyin kanaması geçiren ve GATA'daki tedavisinin ardından tahliye edilen Eruygur'un, örgütsel toplantıya katıldığı anlaşılıyor.

SÜREKLİ GÜNCELLENMİŞ

Amirallere yönelik suikast soruşturması sırasında ele geçirilen flash bellek'te bulunan toplan 'ERUYGUR.DOC.' isimli word belgesiyle ilgili yapılan emniyet incelemesinde dosyanın 'Son Güncelleme Tarihi'nin 24 Mayıs 2009 olduğu belirlendi. Bu da toplantının, güncellemeye tarihine yakın bir zamanda yapıldığını ve toplantıda alınan kararların teğmenler yapılanması içinde kullanıldığı şeklinde yorumlandı.

KAFES'Çİ PAŞALAR DA TOPLANTIDA

'Hafızamı kaybettim' raporu ile savcıya ifade vermeye bile gitmeyen Eruygur'un tahliye olduktan sonra yapıldığı anlaşılan toplantıya katılması soru işaretlerine neden oldu. Belgede Kafes Eylem Planı'nda 'Danışma Kurulu' üyesi olarak yer alan Sagdıç ve Ilgar dışında Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğamiral Türker Ertürk, Ege Deniz Bölge Komutanı Tuğamiral Levent Erkek ve savcılara Poyrazköy tutuklularından Albay Tayfun Duman'ın odasını arattırmayan Harp Filosu Komutanı Tümamiral Deniz Cura'nın Ergenekon soruşturmasına karşı alınacak önlemlerle ilgili toplantıya katıldığı yer alıyor.

internethaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

KARARGÂH&ERGENEKON ELELE

Ergenekon ile devrimci Karargâh elele

Amirallere suikast iddianamesi olarak bilinen davanın ek klasörlerinde Şok belgeler

Devrimci Karargah’ın yöneticilerinin telefon trafiği, Ergenekoncularla ilişkisini de ortaya çıkardı. Kayıtlara göre DKÖ yöneticileri Veli Küçük, Perinçek gibi isimlerle irtibatlı

Polisle girdiği çatışmada ölü ele geçen Devrimci Karargah Örgütü (DKÖ) lideri Orhan Yılmazkaya ile yine örgüt yöneticilerinden Abdüsselam Sultan’ın telefon kayıtları incelendiğinde, Ergenekon davasında ‘üst düzey sanık’ iddiasıyla yargılan emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu, Türk-Ortadoks Patrikhanesi sözcüsü Sevgi Erenerol ve Muzzaffer Tekin’in de aralarında yer aldığı çok sayıda isimle bağlantı kurduğu ortaya çıktı.BAĞLANTI TELEFON KAYITLARINDA

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Metin Ataç ile dönemin donanma komutanı şimdiki Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit’e ‘suikast’ yapılacağı iddasıyla oluşturulan iddianamenin ek klasörlerinde, 5’inci klasör, 1-261’nci dizide, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün soruşturma kapsamında telefon kayıtları incelenen şüpheliler ile Ergenekon davası sanıkları arasında bağlantıyı ortaya koyan rapor ve şemaların yer aldığı görüldü. Raporlara göre, Yılmazkaya ve Sultan, Ergenekon davası sanıkları ile ‘ara bağlantı’ telefonları üzerinden görüşüyordu. Şemada, Yılmazkaya ile Ergenekon sanıklarından Doğu Perinçek, Vedat Yenerer, Muzaffer Tekin’in ortak şahıslar vasıtasıyla görüştükleri ortaya konuldu. Aynı şekilde Devrimci Karargah üyesi Abdüsselam Sultan’la Ergenekon sanıklarından Kemal Alemdaroğlu, Sevgi Erenerol ve Veli Küçük irtibat halindeydi.

ERGENEKON SANIKLARI SORULDU

Soruşturmada tutuklanan teğmenlerden birinin evinde yapılan aramada çok sayıda CD ve doküman ele geçirildiği ve ele geçirilen CD’lerin birinde “Ergenekon Lobi” belgesinin yer aldığı iddia edildi. Serbest bırakılan Levent Çakın’a İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ndeki sorgusunda Ergenekon sanıklarından Veli Küçük, Şener Eruygur, Hurşit Tolon’un da aralarında bulunduğu isimlerin sorulduğu belirtildi. Teğmenlere de savcılık sorgusunda Ergenekon sanıklarının sorulduğu öğrenildi.

DKÖ Ergenekon ile fiziki birliktelik içinde

Emniyet raporunun ilişkiyi ortaya çıkaran şemasının ardından şu ifadelerin yer aldığı görüldü: “Doğu Perinçek Başkanımızın Emirleri’ başlığı altındaki dökümanda ‘emirlerin iletilmesinde köprü olarak kullanılacak’ şeklinde talimat bulunmasıyla, örgütsel iletişim gizliliğinin sağlanmasına çalışıldığı, direkt irtibat yerine tampon bağlantıların kullanılmasının istendiği tespit edildiğinden, Devrimci Karargah Terör örgütüne yönelik olarak yapılan operasyonlarda haklarında işlem yapılan kişilerle, Ergenekon soruşturması kapsamında haklarında işlem yapılan şahısların doğrudan ve dolaylı olarak (ortak şahıslar aracılığıyla) ilişki ve irtibat içerisinde bulunmaları, bağlantılı kişilerin azımsanamayacak derecede çok olması, Devrimci Karargah Terör Örgütünün, Ergenekon yapılanmasıyla amaç ve eylem birlikteliğinin yanında fiziki birliktelik içerisinde de olduğunu göstermektedir.”
Kaynak: Star

Devamını BURADAN okuyun...>>>

İDEOLOJİK YARGI ONURSUZLUKTUR

İdeolojik Yargı Onursuzluktur

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, dün tarihî bir konuşma yaptı. Hukuk dışına çıkan herkesin hesap vermek zorunda olduğunu vurgulayan Kılıç, ideolojik sebeplerle yargı bağımsızlığının arkasına saklanmayı 'onursuzluk' olarak niteledi. Mahkeme Başkanı bu tespitleri yaparken bazı yüksek yargı mensupları salonu terk etti.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılç, yüksek yargının katıldığı konferansta çarpıcı mesajlar verdi. Kılıç, "Kendi yandaşlarına, inancına ya da ideolojisine daha iyi servis yapabilmek için yargı bağımsızlığının arkasına saklanmak, hukuk ahlakının kabul etmeyeceği bir büyük onursuzluktur." dedi. Bu esnada, konferansı takip etmekte olan bazı yargı mensuplarının salonu terk etmesi dikkat çekti.Haşim Kılıç, yargının tarafsızlığının önemini vurgularken Balyoz darbe planına adı karışanlara mesaj gönderdi. Mahkeme Başkanı, hukuk dışına çıkanların da hesap vermek zorunda olduğunu vurguladı. Kılıç, "Devlet gücünü kullanan kim olursa olsun hukuk dışına çıktığında hesap vermek zorunda olduğunu bilmelidir. Bu güç, hukuk dışına çıkılarak toplumu hizaya getirme aracı olarak kullanılamaz. Kamu gücünün emanet edildiği görevliler, bunu kullanarak toplumu tehdit etme, korkutma, sindirme hakkına sahip değildir." dedi.

Kılıç, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, adil yargılanma ve ağır işleyen bir yargı sistemine ilişkin konularda toplumda önemli bir duyarlılık oluştuğunu belirtti. Bu sorunlara acil çözüm getirilmesinin ilgililerden beklendiğini söyledi. Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ne yazık ki topluma acı veren bu konularda gerekli düzenlemeler yapılması için tüm çağrılar sonuçsuz kalmıştır. Her fırsatta yargı, siyasi partiler seçim sistemi, özgürlükler ve demokratik alanın genişletilmesi gibi konularda değişiklik önerileri, toplumun tüm kesimlerince dile getirilmesine rağmen gerekli adımlar atılmamıştır. Korkmadan konuşabilmeyi, öfkelenmeden tartışabilmeyi beceremediğimiz için farklı görüşler arasında olması gereken diyalogları maalesef kuramadık. Kuvvetler arasında yaşanan sınır çatışmalarını büyüterek toplumu taraf olmaya zorladık."

Kılıç, gerilimin yaşanmadığı dönemde yapılamayan yargı reformunun ancak siyasi kavgaların sıcak ortamında hatırlanmasından yakındı. Yargıyı ele geçirme ithamlarının da çözümsüzlüğe yol açtığını belirten Kılıç, "Taraf olmaya zorlanan bir yargının, bu görevi yerine getirmesi düşünülemez. Unutmayalım ki demokratik, laik bir hukuk devletinin alın yazısı gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığına bağlıdır." vurgusunu yaptı. Yargının taraf olması ya da bu görüntüyü vermesinin asla kabul edilemeyeceğini kaydeden Kılıç, "Hangi kutsal düşünce adına olursa olsun yargının taraf olması ya da bu görüntüyü vermesi asla kabul edilemez. Yargı toplumun bir kesiminde sosyal, siyasal ve duygusal kopuş yapacak davranışlara neden olamaz. Tarafsızlığını koruyamayan bir yargı, mağdur ettiği insanların ancak öfke ve isyan duygularını kabartır. Yargının kapısında hak isteyeni haklamak hiç kimsenin hakkı olamaz." ifadelerini kullandı.

ÇÖZÜMSÜZLÜK SAVUNULAMAZ

Siyasilerin yargıda reformu ancak tartışmalı dönemlerinde hatırladığını ifade eden Kılıç, şunları söyledi: "Bu sıcak ortamda, yargının sorunlarını tartışan başka odaklar ise yargıyı ele geçirme ithamları arasında çözümsüzlüğü güvence altına aldılar. Oysa bu kadar farklılıkların yaşandığı bir ülkede birlikte yaşama ortamını sağlayacak olan tek gücün yargı olduğu bilinmeliydi. Taraf olmaya zorlanan bir yargıbu görevi yerine getirez "

Hangi kutsal düşünce adına olursa olsun, yargının taraf olması ya da bu görüntüyü vermesinin asla kabul edilemeyeceğinin üzerinde duran Kılıç, şöyle devam etti: "Tarafsızlığını koruyamayan bir yargı bu nedenle mağdur ettiği insanların ancak öfke ve isyan duygularını kabartır. Yargının kapısında hak isteyeni haklamak kimsenin hakkı olmaz."

BÜYÜK BİR ONURSUZLUK

Toplumun yargıçtan adil yargılama yapması ve tarafsız kalmasını istediğini kaydeden Kılıç, "Kendi yandaşlarına, inancına ya da ideolojisine daha iyi inisiyatif yapabilmek için yargı bağımsızlığının arkasına saklanmak hukuk ahlakının kabul edemeyeceği bir büyük onursuzluktur. Devlet gücünü kullanan kim olursa olsun, hukuk dışına çıktığında hesap vermek zorunda olduğunu bilmelidir. Bu gücü hukuk dışına çıkılarak toplumu hizaya getirmek amacıyla kullanamaz. Yargı yetkisini kullananların adil yargılama yaptığını, tarafsız kaldığını topluma hissettirme borcu vardır." şeklinde konuştu.

Kılıç: Çözümsüzlük güvence altına alındı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, tüm çağrılara rağmen hukuki düzenlemelerin bir türlü yapılamamasını eleştirerek şunları söyledi: Gerilimsiz bir ortamda yargının sorunlarına ilişkin yapılması gerekenler yapılamadı. Sorunları çözmesi gerekenler de yargı reformunu, ancak siyasi kavgaların sıcak ortamında hatırladılar. Bu sıcak ortamda yargının sorunlarını tartışan başka odaklar ise yargıyı ele geçirme itirazları ve ithamları arasında çözümsüzlüğü güvence altına aldılar.

YARGI GEREKEN SEVİYEDE DEĞİL

Avrupa Konseyi, HSYK, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın sorumluğunda 30 ay süreyle gerçekleşecek olan “Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Projesi” konuşmaları yargının sorunlarına odaklandı. Haşim Kılıç, Türkiye’de yüksek yargının rolünün demokratik bir rejimde olması gereken seviyede olmadığını ifade etti. Kılıç’ın konuşmasını yaptığı sırada bir grup izleyicinin salonu terk etmesi ise dikkat çekti. Kılıç, “Bir ülkede adalete tecavüzden kaygı duyuluyorsa, bu sesleri dinlemek ve sorunlara dürüstçe projeler tesis etmek zorundayız. Zira devletin ve bireyin onuru, güçlü, tarafsız ve bağımsız yargının varlığıyla mümkün olabilir” diye konuştu.
aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

TSKDA "PEZEVENK" TERFİSİ

Ne yani darbe mi yapacaksınız?..

Tuğgeneral Osman Özbek’i hatırlayan var mı? 28 Şubat post-modern darbe döneminde, yani 1990’ların sonunda Jandarma Bölge Komutanı’ydı Erzurum’da.

Bir akşam vakti televizyon kameralarının karşısına çıkıp, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na küfür etmişti.

‘Pezevenk’ demişti Başbakan Erbakan’a.

Kimsenin kılı kıpırdamamıştı.

Erbakan Hoca da suskunlaşmıştı.

Siyaset kurumu da çalkalanmamıştı.

Genelkurmay’dan da tık çıkmamıştı.

Hatta Osman Özbek bir sonraki Yüksek Askeri Şura’da terfi ettirilmiş, tümgeneral olmuştu.Başbakan’a küfürün karşılığında rütbe alabilmek!

Derhal kapının önüne konulması ve yargıda hesap vermesi gereken bir mensubuna, ülkenin başbakanına küfür edebilen bir generale kol kanat geren böyle ‘askeri zihniyet’le ne disiplin, ne hukuk, ne de demokratik rejim bağdaşabilirdi.

Ama 28 Şubat’ta bunlar yaşandı.

Peki, bugün yaşanmıyor mu?

Maalesef daha hâlâ yaşanıyor.

Erdek Deniz Üssü.

Üs Komutanı Kurmay Kıdemli Albay Bülent Keçeci, 25 Ocak 2010’da bir nöbet yönergesi imzalıyor. Yönergeye göre, 22 Şubat 2010 için kararlaştırılan garnizon parolası:

ADİ!
İşareti:
BAŞBAKAN!

Kısaca:

Erdek Deniz Üssü’nde 22 Şubat günü bir nöbetçiye adi diye seslenildiğinde, yanıt başbakan diye gelecek, (22 Şubat 2010 tarihli Taraf’ta Mehmet Baransu’nun haberi)

Olacak şey değil!

İnsan merak ediyor, şimdi bu komutan kapının önüne mi konacak, yoksa 28 Şubat’ın Paşası gibi omuzuna bir yıldız daha eklenecek mi diye...
Burada zihniyet ortamı önemli.

Bu öylesine bir ortam ki, burada sivil siyasetçiye sonsuz bir güvensizlik besleniyor. Öylesine bir iklim ki, sivil başıbozuk takımı olarak görülüyor.
Bu zihniyeti taşıyan, kendi dünyasında böyle yetiştirilen asker kişiler, toplumdan kendilerini tecrit ederek, kendi mahfellerinde ya da fildişi kulelerinde yaşıyorlar.

Bu onları gerçek hayattan koparıyor. Bu kopukluk, askerin siyasal ve toplumsal gerçeklerle arasına büyük mesafe koyuyor. Bu mesafe de, askerin memlekette ne olup bittiğini anlamasını zorlaştırıyor.

Bu nedenle de, asker ne zaman tankıyla topuyla siyasete yön vermek istese, ülkede bir şeyleri daha beter bozuyor, kendisi de hayal kırıklığına uğruyor.

Ama hayal kırıklığına uğradıkça, değişen fazla bir şey olmuyor, kendi kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyor, vazgeçemiyor.

27 Mayıs’ta böyle oldu. Tasfiye ettiği, liderlerini astığı siyasal hareket, ilk seçimde iktidara geri döndü.

12 Mart da, 12 Eylül de farklı olmadı. Darbeyle yok etmek istediği siyasal kadrolar yine seçim sandığından çıktılar. Kürt sorunu daha beter derinleşti.

28 Şubat’ta belki çok daha büyük bir hayal kırıklığı yaşadı asker. Bir hükümeti devirdi, partisini kapattı, Tayyip Erdoğan’ı hapse atıp siyaset yasağı koydu, irtica diyerek dindarlara, Müslümanlara baskı yaptı ama sonuç...

Yine akıllanmadı asker.

27 Nisan’da muhtıra verdi ama bu kez yüzde 47 ile halkın muhtırası geldi. Erdoğan’la partisi iktidar oldu.

Şunu yazın bir kenara:

Hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekleyen adama akıllı adam denilmez.
Lütfen bırakın, siyaset kendi mecrasında aksın. Doğru yol ancak böyle bulunur. Demokrasi ve hukuk yolu ancak böyle açılır.

Yazımın başlığına gelince...

Geçen akşam televizyon izlerken, dan dan dan diye gelen bir son dakika haberi sapsarı çerçeveledi ekranın etrafını:

Genelkurmay’da or’lar toplantısı!

Sonra ‘Ankara gazetecileri’nin yorumlarını dinlemeye koyuldum.

Ben de bir zamanlar bir ‘Ankara gazetecisi’ olduğum için, böyle kritik konjonktürlere özgü hassasiyetleri gözeterek seçilen sözcüklere, ne şiş yansın ne kebap türü analizlere gülümseyerek kulak verdim.

Ertesi sabah da, Taraf’ın sürmanşetini yazıma başlık koydum:

Ne yani darbe mi yapacaksınız?..
Hasan Cemal
Milliyet Gazetesi

25 Şubat 2010 Perşembe

Devamını BURADAN okuyun...>>>

24.2.10

BALYOZCU GAZETECİLER

Balyoz'un Kalemleri İşbaşında!

Balyoz darbe planında adı 'kullanılacak gazeteciler' listesinde geçen isimlerin bazıları bu görevi layıkıyla yerine getiriyor. Bu gazeteci-yazarlar açtıkları cephe ile işbaşında...

Balyoz darbe planında adı 'kullanılacak gazeteciler' listesinde geçen isimlerin bazıları bu görevi layıkıyla yerine getiriyor. Balyoz gözaltıları karşısında bu gazeteci-yazarlar nefes nefese paşaları kurtarma yazıları yazarken, bir bölümü de hedefe hükümeti oturtmuş vaziyette...

Bu grubun, Balyoz darbe planıyla ilgili tutuklanan paşalar nedeniyle yazdıkları yazılar, 'TSK içinde 'kullanım' listesini hazırlayanlar bu işi biliyor. Hangi gazetecilerin 'kullanışa elverişli' olduğunu iyi analiz etmiş" yorumunu kaçınılmaz kılıyor.Son günlerdeki yazılarıyla, tutuklu paşalar nedeniyle hükümeti yaylım ateşine tutan, ölesiye askere selam çakan yazarların kalemlerinden 'bal' damlıyor. Hele bazıları öyle militan ve asker yanlısı ki, darbeye gerek kalmadan darbe havasına girdikleri; kullanışlı yazılar döktürdükleri gözden kaçmıyor.


İşte Balyoz listesinin en parlak ve 'en kullanışlı' isimleri.

Yılmaz Özdil (Hürriyet)

"İbrahim Fırtına, pilot, orgeneral, Harp Akademileri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, üstün hizmet madalyası, şeref madalyası sahibi, millete 45 sene hizmet etti, evi basıldı. Özden Örnek, kaptan, oramiral, Donanma Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, üstün hizmet madalyası, şeref madalyası sahibi, devlete 45 sene hizmet etti, evi basıldı. Çetin Doğan, topçu, orgeneral, Jandarma Asayiş, Ege Ordu, 1’inci Ordu Komutanı, üstün hizmet madalyası, üstün cesaret madalyası sahibi, ömrünün 43 senesini verdi, evi basıldı.
PKK’lılar serbest... Öbürleri nerede? Emniyet Müdürlüğü’nde. Peki, Emniyet Müdürlüğü nerede? Vatan Caddesi’nde."
 
Oktay Ekşi (Hürriyet)

"...Soruşturma gizli olduğuna ve biz savcılara yol gösteren, hangi tutuklama dalgasında kimin içeri alınacağını veya alınması gerektiğini söyleyen Ergenekon Andıççılarından olmadığımıza göre, sebebi elbet bilmiyoruz. Dahası... Yasaları çiğneyip kalem eşkıyalığı yapmaya kalksak, bizi kurtarmak üzere yasa tasarısı hazırlanmasını emredecek bir Başbakanımız da yok.
Ama resme dışarıdan bakınca bu işin şirazesinden çıktığını görüyor ve söylüyoruz
...Kısaca siyasi iktidar yargıyı alenen baskı altına alıyor."
 
Tufan Türenç (Hürriyet)

"...Nedense bu iktidar iki yıldır kafayı darbeye takmış. Bu kafaya takma gerçekten darbe olmasından korktuğu için mi? Yoksa bunu siyaseten kullanmak için mi?


Yoksa bazı tarikat ve cemaatler ile askere alerji duyan bazı aydınların iktidara verdikleri gazdan mı? Gerçi Başbakan “Biz gaza gelmeyiz” diye garanti verdi. Ama demek ki bu darbe olayları, operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar filan iktidarın işine geliyor. Bundan siyasi bir rant bekliyor. Yalnız AKP iktidarı bu işin ciddiyeti konusunda toplumda yaygınlaşan bir kuşku oluştuğunu göremiyor. Bazı araştırmacılar askerin bu kadar ölçüsüzce üzerine gidilmesinin seçmende iktidar açısından bir olumsuzluk yarattığını saptadıklarını söylüyorlar. "


Bekir Coşkun (Gazete Habertürk)

"...Kuvvet komutanları, ordu komutanları, subaylar, birer adi suçluymuş gibi polis minibüslerine doldurulup götürülür... Sabahlara kadar ifadeleri alınır... Cezaevine doldurulur... Asker şaşırır... Darbe planlamakla suçlanan paşa sorgusunda, “Bir şey yapacak değildik, o sadece bir senaryo oyunuydu” der... İktidarın sorgucusu yanıtlar: “Bu da zaten o senaryo oyununun devamı... Bakıyoruz, böyle olunca memleketin sonu nasıl oluyor...”
 
Behiç Kılıç (Yeniçağ)

"...Peki “nah!!” diyememenin (Başbuğ'un konuşma kaydı) gerekçesi inandırıcı mı?! Bu “dalış-yutuş” da “Büyük abi!!” nin telkinleri de olmuş olabilir mi?!! Komutan “komutanlara” son günlerde başlarına gelenleri izah ederken, kendi camialarından kaynaklanan “zaafları” aktarma gereği duyuyor!.. Diyor ki; “Şimdi değerli arkadaşlar, adamlar hataları istismar ediyorlar. Hatanın çeşitli şeyleri olabilir. Ayrı bir konu ama şunu bilmemiz gerekir ki, bir hata var ve bu hata istismar ediliyor.” Bu açıklamanın manası şudur: Karşımızda, güçlü bir “düşman” var. Eli kolu bizden serbest. Ondan darbe yememek için, ondan daha ehil olmamız lazım. Ama bizden üstünler, kıskaçları altındayız ve bizi açık düşürüyorlar!.. Komutan, içinde bulundukları sarmaldan yakınıyor!.."


Fikret Bila (Milliyet)

"...Org. Başbuğ, eski kuvvet komutanları ile emekli ve muvazzaf amiral ve generallerin gözaltına alınış tarzlardan duyduğu rahatsızlığı iletti. Eski kuvvet komutanları ile general ve amirallerin savcılığa davet edilmek yerine, polis marifetiyle evlerinden gözaltına alınmaları ve götürülüş biçimlerinin yarattığı tepkiyi dile getirdi. Ayrıca eski kuvvet komutanlarının, savcılık öncesi işlem yapılmadan gözaltında tutulmalarını da konu etti. Başbuğ ve Çiçek, karşılıklı olarak duydukları rahatsızlığı dile getirdiler."
Bir de TV cephesinde, Balyoz'un hamisi, avukatı, savcısı, hakimi kesilen gazeteciler var. Onlar da Balyoz'un kullanışlı listesinde baş köşede.

BU İSİMLER ÖN CEPHEDE...

Ayşe Nur Arslan, Ruhat Mengi, Süheyl Batum, Ali Sirmen...

İki kadın gazeteci Star TV'de ve CNN Türk'teki programlarıyla, karşıt görüşteki hiçkimseye söz hakkı vermeden var güçleriyle, darbe suçuna karışmaktan yargılanan paşalar için bastırıyor. Kimi zaman, bu iki ismin tersi görüş programlarında dillendirildiğinde ise tepkileri sert oluyor ve o konuklar hemen susturuluyor.


Süheyl Batum da Habertürk'ün gediklilerinden. O da bir hukukçu kimliği ile, Balyoz paşalarını aklamanın derdinde. Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, bir tık öteye geçerek, hükümeti, "PKK ile barış, TSK ile savaş" yürütmekle suçluyor ve konuşurken öfkeden yüzü kızarıyor.


Özetle, Balyozcu paşalar listeyi hazırlarken kimi, nerede, ne vakit kullanacağını hakikaten iyi biliyormuş. Bu isimler de listenin hakkını paşalar gibi veriyor!
Analiz/Aktifhaber.COM

Devamını BURADAN okuyun...>>>

GÜVENDİĞİN DAĞLARA...

Güvendiğin dağlara...

Etrafımdaki insanlar, önceki günden beri, daha önce onlarda görmediğim cinsten bir infial içindeler.
İnfialin sebebi belli: Aralarında dört yıldızlı general ve amirallerin de bulunduğu 49 emekli veya halen görevde askerin polis tarafından gözaltına alınmasının yarattığı şaşkınlık hali bu.
Bu çapta bir adli operasyonu bu ülkenin tarihinde daha önce hiç görmedik. Dünyada da sık rastlanan bir durum değil bu. Çok az sayıda ülkede çok az defa böyle yüksek askeri kişilerin de dahil olduğu adli operasyonlar yapıldı.
Hele hele, kendimizi mensubu saymaktan hiç beis duymadığımız uygar Batı ülkelerinde (belki Yunanistan, İspanya, Portekiz hariç) hiç olmamış ve herhalde olmayacak bir şeyi yaşıyoruz.
Öte yandan iddialar, yani bu adli operasyona temel teşkil eden belgeler vs. de vahim, halen infial içindekilerin hiç değilse bir bölümü bu vahameti de kabul ediyorlar. Ülkeyi darbeye sürüklemek için tasarlananlara, akıllardan geçirilen kimi şeylere kısa süre önce Genelkurmay Başkanı bile ‘vicdansızlık’ dedi, en hafifinden.
Peki ne oluyor? İnfial içinde çok sayıda Radikal okuru olduğunu düşündüğüm için yazıyorum esas olarak bu yazıyı: Ne oluyor?
Olan şu kabaca: Türk Silahlı Kuvvetleri, hep ‘Kol kırılır yen içinde’ mantığıyla ve kapalı bir kutu gibi hareket etmeye alışmış bir kurum. Bu kurum, temel meşruiyetini de, Anayasa ve yasaların da ötesinde, doğrudan sokaktaki vatandaşın ona duyduğu güvenden almaya fazlasıyla alışmış.Zaten bu alışkanlık nedeniyle TSK zaman zaman siyasi parti gibi davranabiliyor, örneğin kendi ilgi alanı dışındaki konularda bile basın açıklamaları yapabiliyor, kendine ‘Ulusun koruyucusu’ rolünü biçebiliyor.
Açıkçası TSK zamanın ruhunu okumakta güçlük çekiyor veya bu okumayı doğru yapsa bile uygulamaya geçemiyor, eski dönemin alışkanlıklarından kurtulamıyor. Bunu yapamadığı, kendi içinde ‘Demokrasinin ordusu’ haline gelmeyi başaramadığı için de, en istemediği durumla karşı karşıya kalıyor: Halk nezdindeki güveni aşınıyor.
Son gözaltılar, bu güven aşınmasının son unsurları.
Eğer TSK, kendi içinde geçmişte yasadışı ve demokrasi dışı heveslere kapılmış olanlara karşı kararlı ve inandırıcı bir adli süreç yürütebilmiş olsaydı, bugün belki de böylesine bir durumla karşılaşmayacaktı.
Şimdi olan şu: Bugün savunulamayacak bir planı hazırlayan, bugün arka çıkılamayacak davranışlar içine giren kimi eski mensupları savcılıkta ifade için beklerken Genelkurmay’dan çıt çıkmıyor.
Çıkmaması da normal. Çünkü bu Genelkurmay Başkanı, yerinde bir tutumla, daha en başta hukuk devleti ve demokrasiye olan inancını açıkladı, hukuk devleti ve demokrasiyle bağdaşmayan hevesleri olanların da TSK içinde BA-RI-NA-MAZ olduklarını açıkladı.
Şimdi, en azından hukuk devletine saygı, savcıların yürüttüğü hazırlık soruşturması süresinde yargıya müdahale anlamına gelecek sözleri söylememeyi gerektiriyor.
Kaldı ki, sorşturulan şeyin çok masum bir şey olmadığını en iyi bilenlerden biri, şimdiki Genelkurmay Başkanı. Soruşturulan plan hazırlanırken o Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı’ydı. 1. Ordu o vakit böyle istenmeyen işlere girişemesin diye bu orduya bağlı birlikleri başka yerlere kaydıran ekibin de önemli bir üyesiydi. Yani Genelkurmay Başkanı zaten çıkıp, ‘Hayali konular soruşturuluyor’ diyemez, demez.
Bugün infial gösterenler, güvendikleri bir kurum yara alıyor, yıpranıyor diye infial halindeler aslında.
Ama söylemeye çalıştığım gibi, ya o kurum önlem alacak ve kendi iç temizliğini kendisi gerçekleştirip güvenilir kalmaya devam edecekti; ya da bir hukuk devleti ve demokraside ordumuzu seveceğiz, sayacağız ama onu zaten hayat tarzımızın güvencesi olarak görmek yerine kendimize güveneceğiz.
Seçim bizim.

İSMET
BERKAN

Türkiye

24/02/2010
ismet.berkan@radikal.com.trRADİKAL

Devamını BURADAN okuyun...>>>

BALYOZ'A ŞAŞIRMAK NİYE ?

Şaşırmak niye?

Türkiye 28 Şubat sürecini yaşamadı mı? Seçim kazanmış partinin hasım, seçilmiş cumhurbaşkanının gayrimeşru sayıldığı günleri görmedik mi? Bombalı saldırılara, suikast girişimlerine, kışkırtıcı mitinglere, sağa sola saklanmış ağır silahların ele geçirilmesine ve nihayet bir dizi darbe planının ortaya çıkmasına tanık olmadık mı?
Son iki yılda yaşadıklarımız normal bir ülkenin birkaç asırlık tarihine yayılsa ‘Kargaşa dönemi’ denir.
İddaların hepsi doğrudur, bütün gözaltı ve tutuklamalar isabetlidir, soruşturmalar devam ederken hiçbir hukuki hata/haksızlık yapılmamıştır demek istemiyorum; ama el’insaf!.. Bunca hadise yaşandıktan sonra yargının olan bitenin sorumlularını arama, hükümetin benzer girişimlerin tekrarını önleyecek zemini oluşturma
çabasına itirazı, muhalefet olmanın tabii sonucu, ya da silahlı kuvvetleri sakınma arzusunun gereği olarak görüp göstermenin iz’anla bağdaşır yanı yok..
Türkiye 1950’den bu yana tek bir kez siyasi iktidarı olağan koşullarda ve serbest seçimle değiştirme imkanına sahip olmadı....27 Mayıs’ı anlatmaya gerek yok... 12 Mart 1971’i ve sonrasını yaşadık geliyoruz. Muhtıracı generallerin radyoya ‘Adalet Partisi Genel İdare Kururlu Süleyman Demirel’i Genel Başkanlık görevinden uzaklaştırmak için toplandı’ diye haber yaptırdığı dönemden söz ediyorum.. Keza 12 Eylül. 1980’de ne olduğunu, nasıl olduğunu, bunları kimlerin yaptığını/yaptırdığını, herhalde unutmadık.. 28 Şubat, 27 Nisan, 367 fırtınası!.. Saymakla bitecek gibi değil. Unutmamak lazım ki arada gizli kalmış, siyasetin kokusundan, basiretsizlik suçlamasına maruz kalmamak için
utancından açığa çıkarmadığı ve sorumlularının hâlâ gerine gerine aramızda dolaştığı daha neler var...
İlk kez demokrasiye kurulan tuzağı soruşturuyoruz... Sabıkamız gerçekleşmiş darbeleri soruşturamamaktan ibaret değil; akim kalmış darbe teşebbüslerini de soruşturamadık. Daha ötesi darbecileri re’sen emekliye ayırmakla yetinip ‘bu defaya mahsus haklarında soruşturma yapmayacağız’ diye mantığa, anayasaya aykırı kanun çıkarttık.
Üç gündür yapılan yorumlara baktığımda gördüğüm şaşkınlık!.. Oysa gözaltına alınan kişilerin adları iki senedir şu ya da bu şekilde gündemde...
Ve kimi şahıslar için bazı tutukluların bile ‘Ben buradaysam falanca neden dışarda’ diye isyan ettiği noktadayız..
Hiç şüphe etmiyorum ki birkaç sene sonra yarılamalar bitecek, gerçek sorumlular gün ışığına çıkacak ve bu konuları daha demokratik bir ortamda, daha sükûnetle tartışıp değerlendirme imkânını bulacağız.
İnancım o ki; bu zaman zarfında Türk Silahlı Kuvvetleri kendisini sürekli eleştiri oklarının hedefi haline getiren dokulardan kurtulmuş olacak. Ve Atatürk’ün orduyu siyasetin dışında tutmak amacıyla aldığı sert tedbirlerin
1960 darbesi sonrasında oluşan yeni zihniyetle birlikte çözülmesinin bünyeye ne denli zarar verdiğini görecek. Rahmetli babam vefat ettiğinde binbaşı rütbesinde genç bir subaydı. Dolayısıyla 27 Mayıs’a kadar subay, astsubay ve eratın seçimde oy kullanmasının yasak olduğunu biliyorum.. Yasağı geri getirmek elbette kabul edilemez; ama cumhuriyetin temelini atan iradenin böyle bir tedbir almasının manası ve bundan muradı üzerinde herhalde düşünmek gerekir.

AVNİ
ÖZGÜREL

Yorum

24/02/2010
RADİKAL

Devamını BURADAN okuyun...>>>

GERİ DÖNÜŞ YOK

Artık geriye dönülmesi mümkün değil...

Brüksel’deyim. Heinrich Böll Vakfı’nın düzenlediği bir toplantıdayım. Telefonlarım durmaksızın çalıyor. Komutanların gözaltına alınmasıyla başlayan yeni siyasi durum konusunda TV kanalları yorum yapmamı istiyorlar. Bizim toplantının konusu ise; İsrail-Türkiye ilişkileri ekseninde Türkiye’nin dış politikasındaki değişiklikler ve bildiğimiz ‘eksen kayması’ iddiası. Bu bağlamda Türkiye’nin AB üyeliği de masada.
‘Gerçekten Türkiye’nin dış politika ekseni kaydı mı’ sorusu üzerine kafa yoruluyor... ‘Bunun konuşmanın zamanı mı’ diye de sorulabilir... Gözüm buradaki toplantıda, kulağım Türkiye’de. Bu yazıyı yazarken henüz gözaltına alınan emekli komutanların kaderleri belli olmamıştı.
***
Gözaltıların yol açtığı sarsıntıyı küçümsemek mümkün değil. Türkiye’de taşlar şimdi gerçekten yerinden oynuyor. Geleceğimizi, tarihimizi belirleyecek gelişmeler gerçekleşiyor.
Gazetelerin internet sayfalarına bakıyorum.
Herkes istediği taraftan kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. Yazıma gelen tepkilere bakıyorum,
bir kısmı çok öfkeli, bir kısmı durumu anlamaya gayret ediyor. Sonuç olarak bir sarsıntı yaşadığımız ve sinirlerin gerildiği bir gerçek.
Yurtdışında yapılan yorumları, ‘İslamcılar laikliği ortadan kaldırıyor, onun için askerler gözaltına alınıyor’ şeklinde yansıtma çabalarını da onaylamak mümkün değil. Batı’daki genel eğilimin bu yönde olmadığını görüyoruz. Türkiye’deki durumu Batı’ya olduğundan farklı yansıtma yönündeki çabalara rağmen, Batı demokrasilerinin temsilcileri, Türk siyasetinde neler olup bittiği konusunda yüksek bir analiz yeteneğine sahipler.Türkiye’de ‘asker vesayeti’nin kaldırılmasının daha anti-demokratik bir rejime yol açacağına buradaki insanları inandırmaya çalışma girişimlerinden bir sonuç almak pek mümkün değil. Militarizmle mücadelenin, daha militarist, daha anti-demokratik rejimler yarattığı yönünde kaç tane örnek gösterilebilir ki?
Bazı çevrelerin en çok sarıldıkları örneklerden biri İran örneği...
İran’da Humeyni, solcular ve cümle muhalifler Şah diktatörlüğüne karşı ortak bir mücadele yürüttüler. Şah döneminde çok partili sistem yoktu. Askeri diktatörlük vardı. Bu nedenle bu diktatörlüğe karşı değişik muhalif güçler ittifak yaptılar. Bu muhalif güçlerin neredeyse hiçbiri (ne solcular, ne Batı yanlıları, ne de Humeyniciler) demokratik güçler değildi. İran’da çok parti geleneği hiç oluşmamıştı. Bu yüzden Şah’ı devirenler kısa süre içinde bir iktidar kavgasına giriştiler. Bundan Humeyniciler üstün çıktı. Bir demokratik uzlaşmanın zemini hiç olmamıştı.
Türkiye, 60 yıldan fazla bir süredir çok partili demokrasi arayışı içinde. Askerin bütün müdahalelerine rağmen, Türkiye’de parlamenter rejim kısa süreler dışında kesintiye uğramadı. Bu uzun süreç önemli bir birikim yarattı. Türkiye’nin sorunlarını parlamenter rejim içinde çözebilmesi konusunda bir olgunlaşma noktasına yaklaşılmakta olduğu ortada.
Bu nedenle, AK Parti’nin, militarizmle hesaplaşma-sında kazanacağı inisiyatifi ve gücü, demokrasiyi ve çok partili rejimi ortadan kaldırma (ya da demokrasinin oyun alanını asgariye indirme) amacıyla kullanacağı yönündeki kaygılar gerçekçi kaygılar değil. AK Parti istese bile böyle bir süreci örgütleyemez.
Bu bağlamda şunu da hatırlamakta yarar var: Askerlerin her darbeden sonra yaptıkları ‘kısa sürede demokratik sisteme döneceğiz’ açıklamaları, onların demokrasiye olan sevgi ve güvenlerinden değil, Türkiye’deki bütün zaaflarına rağmen gelişmekte olan demokrasi anlayışından ve Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkilerinden kaynaklanmıştır. Türkiye’deki demokrasi birikimi ve Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkileri, demokrasinin ortadan kaldırılmasına eskiden de izin vermedi, hele şu andan sonra kesinlikle veremez.
Kritik bir dönemeçten geçiyoruz. Çatışma çok sert cereyan ediyor. Ergenekon davasının savcıları cesaret isteyen bir hukuk mücadelesi yürütüyorlar. AK Parti’nin düşündüğünün ve planladığının çok ötesinde bir noktaya geldi işler. Geriye dönüş mümkün görünmüyor.

ORAL
ÇALIŞLAR

Politika

24/02/2010
oralcalislar@gmail.com RADİKAL

Devamını BURADAN okuyun...>>>

VESAYET TARİH OLUYOR

Vesayet rejimi tarih olurken

İleride bugünlerin tarihini yazmaya kalkanlar 22 Şubat gününü Türkiye'nin Büyük Dönüşümü'nün önemli dönüm noktalarından biri olarak işaret edecekler. 22 Şubat 2010, bu halkın darbelerle ve darbecilerle hesaplaşma kararlılığının nihayet yargıyı da harekete geçirdiği büyük bir gün olarak anılacak.
Kimse duymadım demesin: Askeri vesayet rejimi tarih oluyor.
Bundan böyle harp okullarında yetişmekte olan teğmen adayları artık kendilerini "geleceğin Türkiye'sinin perde arkasındaki gerçek yöneticileri" olarak görmeyecekler, böyle hayaller kurmayacaklar. Genç subaylar halkın siyasi tercihlerinden "rahatsız" olmanın hadleri olmadığını kabullenecek. Ordu komutanları, omuzlarındaki yıldız sayısının onları yargı önünde hesap vermekten koruyamayacağını bilecek ve ona göre ayağını denk alacak. Ordu kendi görev alanına çekilecek ve o görevini iyi yapamadığı zaman da eleştirilmeye alışacak. Genelkurmay başkanları siyasi iradenin emrinde oldukları gerçeğini sineye çekecek. Öyle yüksek perdeden posta atamayacak. Kimse cumhuriyetin asıl sahibi ve bekçisi olduğu zehabına kapılmayacak.
Tabii bunların hiçbiri bugünden yarına gerçekleşmeyecek; daha epey çalkantı yaşayacak, epey zaman ve emek harcayacağız.
Ama içine girdiğimiz bu süreçten asla geri dönüş yaşanmayacak. Türkiye çatlattığı kabuğun içine bir daha girmeyecekX x x
Gelecekte bugünleri yazanların her biri bir başlangıç tarihi icat edecekler bu büyük dönüşüm sürecine... Gerçekte kesintisiz bir biçimde akmakta olan tarihi değişim süreçlerine bir başlangıç noktası biçmek her zaman son derece sübjektif bir değerlendirmedir.
Mesela, eğer tarihi ben yazsaydım; benim düşeceğim başlangıç tarihi 28 Şubat'ın o en karanlık günlerinden birinde, bu ülkenin dindar insanlarının bir sabah yataklarından kalkıp gazetelerini açtıklarında kendilerinin "iç düşman" ilan edildiğini gördükleri gün olurdu. Milyonlarca insanın, kendi ülkelerinde düşman sayılmanın acısının yüreklerine taş gibi oturduğu o gün, cumhuriyetin kuruluşundan beri süren yarı-askeri rejimin sonunun başlangıcıdır bana kalırsa.
Ne 27 Mayısçılar cesaret edebilmişti bu kadarına; ne 12 Martçılar ve 12 Eylülcüler... Kemalist elitler halkın büyük çoğunluğunu her zaman hor görmüş, her zaman tehlikeli saymış ve her dönemde iktidardan uzak tutmaya çalışmıştı ama hiçbir zaman bu kadar ileri gitmemişlerdi. Bin yıl iktidarda kalma inancı gözlerini öylesine karartmıştı ki 28 Şubatçılar'ın, halkın yüzde 60'ını-70'ini rejimin baş düşmanı ve iç düşman ilan edecek kadar çılgınlaşabilmişlerdi.
Daha sonraki yıllarda deşifre olan bütün o darbe planları, Sarıkızlar, Ayışıkları, Kafesler, Balyozlar bu "düşman"a karşı girişilmiş savaşın muharebeleriydi.
Bu ülkenin tek sahibi olduklarına inanan Kemalist elitler halka karşı savaş ilan etmişlerdi. Bin yıl sürse de bu savaştan vazgeçmeyeceklerini söylüyorlardı. Oysa bu, kazanılması mümkün olmayan bir savaştı. Ama onlar bunu görmüyor, ne Türkiye'deki ne de dünyadaki değişimleri anlayabiliyor; ne tarih, ne sosyoloji, ne ekonomi, ne siyaset ne sosyal psikoloji biliyorlardı.
Sağduyu, akıl, iz'an denen şeyleri ise çoktan kaybetmişlerdi.
Nitekim kazanamadılar. Yenildiler ve her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Bu umutsuz "savaş" uğruna yargının itibarını beş paralık ettiler. Orduyu halkın gözünden düşürdüler. Halkı kamplaştırdılar ve birbirine düşürdüler. Daha müreffeh bir ülke ve daha mutlu bir halk yaratmak için harcanabilecek enerjinin boşa harcanmasına sebep oldular.
Ama işte sonunda hesap verme zamanı geldi.
Ama bu hesaplaşma "düşmanla" yapılan bir hesaplaşma olmayacak. Çünkü Türkiye halkı onları düşman olarak değil, suçlu olarak görüyor ve onlardan farklı olarak, intikam değil adalet istiyor.
Gülay GÖKTÜRK
gokturkgulay@yahoo.com BUGÜN GAZETESİ 24,02,2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

TARİHİ YAKALAMAK

Tarihi yaşarken yakalamak kolay değil!

Sakin sakin düşünmeye ihtiyaç var. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Herkesin öfkelenmek için, gerilmek için birçok nedeni olabilir.
Kolay değil, Türkiye gibi bunca yıldır askeri tabu olan, eleştiri-üstü, hatta hukuk-üstü olan bir ülkede, bir gün içinde, aralarında eski kuvvet komutanlarının da bulunduğu 17 emekli general ve amiralin, 4 muvazzaf amiralin, 26 muvazzaf subayın bir anda gözaltına alınması...
Ama yine de soğukkanlılığı korumak gerekiyor.
Başka çare var mı?..
Ne yapacaksınız, yargı sürecini beklemekten gayri?..
Evet, geçmişte hiç yaşanmayanlar bugün yaşanmaya başladı.
Kimileri o yüzden şaşkınlık içinde...
Bugüne kadar yaşanmayanların yaşanmasından kaynaklanan tepki dalgası var gitgide kabaran...
1990’ların ikinci yarısında, 28 Şubat döneminde Meclisin çağrısına bile kulak asmayan komutanlar gördü bu ülke.
Ama köprülerin altından çok sular aktı.
Asker dahil kimsenin artık eleştiri-üstü, hukuk-üstü olamayacağı gerçeği, bir Yunanistan’a, bir İspanya’ya, bir Arjantin’e, bir İtalya’ya göre bir hayli gecikmeli de olsa sonunda bizim kapımızı da çalmış durumda.
Bu ülkede bugüne kadar hiçbir darbenin, hiçbir muhtıranın, hiçbir cuntalaşmanın, siyasete yönelik hiçbir asker müdahalesinin hesabı sorulmadı.Yargıda da sorulmadı.
Siyasette de sorulmadı.
Medyada da sorulmadı.
Tam tersine çanak tutuldu.
Oysa asker bu ülkede demokrasi, hukuk, insan hakları ve özgürlükler açısından çok büyük günahlar işledi. Ama ne yazık ki bunların üzerine gidilmedi.
Yunanistan’da darbeciler hapse atıldı. Darbecilerden sonuncusu geçen yaz yaş ve sağlık nedeniyle hapisten salınırken, parlamentodan yazılı olarak özür dilemeye mecbur bırakıldı.
Arjantin’i 1970’lerde inim inim inleten, 30 bin faili meçhul cinayet işleten, binlerce insanı uçaklardan, helikopterlerden canlı canlı okyanusa atarak öldüren bir diktanın üyeleri 1980’lerde yargılandılar, yetmedi geçen yıl bir kez daha mahkeme karşısına çıkarıldılar.
Yunanistan’ı, Arjantin’i, İspanya’sı, İtalya’sı hem hesap sordu, hem de kurumları ve zihinleri demokrasi ve hukuk kültürüyle tanıştıran reformlar yaptı.
Türkiye’de geciken budur.
Şimdi bizde de bu kapı aralanıyor. Ama birçok çevrede bunun ne olduğu henüz tam kavranamadığı için de şaşkınlık halleri dikkati çekiyor.
Bu açıdan, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bizim gazetede Fikret Bila’ya yapmış olduğu açıklamayı dün okuyunca önce biraz şaşırdım, sonra kendi kendime güldüm.
Büyükanıt Paşa, bunca zaman sonra tam Balyoz yaşanmaya başlamışken, 27 Nisan’ın bir muhtıra olmadığını, Cumhurbaşkanı seçimiyle de ilgili olmadığını nedense tam böylesi bir dönemde açıklamak ihtiyacını hissetmiş...
İnandırıcı olabilmesi olanaksız.
27 Nisan, bal gibi bir ‘muhtıra’dır.
Bizzat kendisi tarafından kaleme alınan bu muhtıra, 27 Nisan 2007’de gece yarısı Abdullah Gül’ün Çankaya yolunu kesmek için verilmiştir.
Aynı gün Mecliste Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu yapılmış ve Baykal’ın CHP’si bu seçimi, bir hukuk skandalı olan 367 formülüyle Anayasa Mahkemesi’ne taşırken, asker de e-muhtıra ile işi şansa bırakmak istememiştir.
Baykal ve sözcüleri, muhtıranın yanında dimdik durmuşlar, CHP lideri verdiği bir demeçle, yargı üzerinde siyasal baskının daniskasını sergileyerek, Anayasa Mahkemesi eğer seçimi iptal etmezse, ülkeyi tehlikeli gelişmelerin beklediğini söyleyebilmiştir.
Bir Anayasa Mahkemesi üyesi, 27 Nisan muhtırası üzerine, “Ben bunları torunlarıma nasıl anlatırım“ diye gözyaşı bile dökmüştür.
Evet, 27 Nisan’ın adı ister muhtıra, ister bildiri, ister askerin ‘laiklik duyarlığı’ olsun, değişen bir şey yoktur.
Asker siyaset yapmıştır.
Siyasete karışmıştır.
Meclisin iradesine müdahale etmiştir.
Kısacası, 27 Nisan’la hesabı sorulması gereken bir suç vardır orta yerde...
Eskiden bunların hesabı sorulmadığı, bugüne kadar böyle şeyler hep örtbas edildiği, yargı ve siyaset kurumu tarafından görmezlikten gelindiği, medyanın kılı kıpırdamadığı içindir ki, askerde herkes ne yapılsa hesabının nasıl olsa sorulmayacağına inanır hale gelmiştir.
Özden Örnek günlüklerindeki darbe tertipleri, Ergenekon’lar, Poyrazköy’ler, andıçlar, Lahikalar, Kafes Eylem Planları, son olarak Balyoz’da ortaya saçılanlar hepsi böyle bir vurdumduymazlığın, nasıl olsa bana dokunulamaz kibirinin ürünüdürler.
Ama artık dokunuluyor işte.
Tıpkı Yunanistan’daki, İspanya’daki, Arjantin’deki gibi biz de nihayet dokunmaya başladık.
Demokrasi ve hukukun önünde bin yıldır dikili duvarda orasından burasından gedikleri açılıyor. Evet, sancılı ve sıkıntılı bir süreç ama çaresiz yaşanacak.
Tarihi yaşarken yakalamak kolay olmadığı için de şaşkınlık halleri suyun yüzüne vuracak, olayların ardındaki gerçek gecikmeli olarak anlaşılacak.
Ali Bayramoğlu’nun dediği gibi, “Demokratik bir ülke olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz?”
Mesele budur.

Hasan Cemal h.cemal@milliyet.com.tr24,02,2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ASKER MEŞREP GAZETECİLER

Sivil suret asker meşrep gazeteci

Bir devrin, bir düzenin temel direkleri çatırdıyor... Askerin siyasi rolü hem budanıyor hem bu role soyunmuş ve soyunan askerler hesaba çekiliyor...

Askeri otoritenin siyasi iktidara mutlak bağlılığı, siyasi nitelikli askeri eyleme hukuki yaptırım Türkiye'nin siyasi lügatine girmeye başlıyor. Bu çerçevede demokratik her düzenin iki "ön ve olmazsa olmaz koşulu" aynı anda sağlanmaya çalışılıyor.

Bunlardan birincisi, askerin siyasi alanın dışına çıkarılmasıdır.

İkincisi, askerin askeri alanda kontrol edilmesi, askere ve askeri faaliyete yönelik sivil denetimdir.

Kolay olmuyor bu gelişmeler; bu çerçevede ciddi bir kavga yaşanıyor.

Değil mi ki, şu anda, bir yanda sivil hamle öte yanda kokusu gelen bir kapatma adımı öne çıkmış, kavga sertleşmiş durumda...

Kavga sırasında inişler ve çıkışlar yaşanacaktır.

Ancak ne olursa olsun, şu an gelinen noktadan geriye gidiş olmaz, olmayacaktır...Önce bugünü, esası iyi hissetmek ve kavramak gerek...

Tarih hattında ileri ve geri salınan bir sarkaç var...

Gerideki son nokta 28 Şubat...

Evet, yarına doğru ilerlerken aslında 28 Şubat'tan adım adım geriye de gidiyoruz... Geri gidiş temizlik, sivilleşme ve demokratikleşme rotasında oluyor.

Bunu anlamayanlar, anlamak istemeyenler, görmeyenler var...

Dün de vurguladık, bugün daha da bariz:

Merkez medyada bir tedirginlik, bir endişe, hatta askerden yana bir beklenti dahi var...

Sivil suret asker meşrep gazeteler ve gazeteciler böyle günlerde çırıl çıplak ortaya saçılırlar.

İlkeden ve ahlaktan azade, katil ve maktul arasında eşit mesafede durduğunu söyleyen idam seyircileri parazitler, cellat ruhlular gibi (bazıları buna gazetecilik bile diyebiliyor) bekleşirler.

Kimileri için yılladır beslendikleri sistemin çökmesinin, birlikte iş tuttukları adamların takibata uğramasının şok edici olduğu muhakkak...

Mahkemelerdeki görüntüler tarihi yeniden yazıyor ve bu çok önemli.

Ama meselenin bu boyutu da çok önemli...

Bugün suçüstü yapılan her şey, sivil-askeri örgütler, Ergenekon, Emasya, darbe girişimleri, 28 Şubat'ın bir yansıması ve devamıdır.

Neydi 28 Şubat?

Ordunun "demokrasiyi militarize ettiği", siyaseti tehlike mantığına endekslediği bir müdahaleydi.

"Psikolojik harekâtlarla yönlendirilen, endişeleri derinleştirilen kamuoyuna dayanmaya çalıştı bu müdahale. Böyle oldukça psikolojik harekâtlarla zihinleri militerleştirdi ve toplumu kutuplaştırdı. Bu harekâtlarda, iç düşman ilan edilen siyasi partiler, dernekler, kişiler, aydınlar, yazarlar, toplumsal kesimler, hedef alındı.

Ve üretilen suni tehlike ortamında siyasetçiye ve siyasî alana yönelen, yarı aktif, sürekli bir müdahale tarzı olağan hale getirildi.

Nasıl?

Basın eliyle, daha öte basının işbirliğiyle, hatta ortaklığıyla...

Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazeteleriyle dönemin merkez medyasının bu açıdan durumu içler acısıdır.

Bugün yaşanan tarihi gelişmeler karşında kimilerinin tedirginliği, askerden gelecek sese duacı hale gelmesi bu durumun bir sonucu değil midir?

Oktay Ekşi gibi darbelerle iç içe bir kalemin Türk basınının amiral gemisinde başyazarlığını sürdürmesi, kapatılma davasını heyecanla bekleyen yazılar yazması, ordudan medet umması, olup biteni Ergenekon andıççılığı diyerek açıklaması, merkez medyanın ülkede yaşanan değişim sürecini ya hiç algılamadığın ya da bunu kendi varlığı için tehdit kabul ettiğini göstermez mi?

Ancak bu madalyonun diğer yüzü var...

Bizzat durum değişimin hem ne denli derin, hem ne denli önemli ve engellenemez olduğunu gösteriyor...

Şöyle ya da böyle değişiyoruz...

Değişecekler...
ALİ BAYRAMOĞLU YENİŞAFAK 24,02,2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>

SIRA "27 NİSAN" DA MI?

Sıra 27 Nisan Muhtırası’na mı geliyor?

Balyoz soruşturması dün, kimi teknik tartışmaları da kapsayarak, bütün gün sürdü. Gözaltına alınan zanlılara, “hükümeti devirmeye teşebbüs ve bu amaçla örgüt kurmak” sorgulaması yapıldı.

Sorgusu bitenler de mahkemeye sevkedildi.

Yargı süreci kendi rutininde ilerliyor...

***

Endişe verici...

Provakatif...

Sertlikten medet uman...

Ya da illegal bir gelişme söz konusu mu?

ABD Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlenen günlük basın toplantısında bir gazeteci ısrarla

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley’e soruyor:

“Türkiye’de darbe planladıkları iddia edilen kişilere yönelik son gözaltılar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’deki potansiyel siyasi istikrarsızlık hakkında ve Türkiye’nin, sizin deyiminizle tarihteki en başarılı müttefiklikte oynadığı merkezi role dair bir endişeniz var mı?”Crowley yanıtlıyor:

“Türkiye’deki siyaset ve toplumun evrimi içinde bu konular yeni değil. Spesifik bir endişemiz olduğunu düşünmüyorum.

Şurası açık ki, atılan tüm adımlar Türk yasalarıyla uyumlu ve şeffaf olmalı.

Ancak biliyorsunuz, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton geçen hafta Katar’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile çok detaylı ve başarılı bir görüşme yaptı. Ortadoğu barış süreci, Kıbrıs meselesi, Irak ve İran gibi çeşitli konularda Türkiye ile yakından çalışmayı sürdürüyoruz” ...

***

Balyoz dâhil, olup biten nasıl özetleniyor?

“Siyaset ve toplumun evrimi”...

Tam da böyle bir süreçte, 32. Gün’de, 27 Nisan Muhtırası’nı bizzat yazmak, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’yı meslekten men ettirmek ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’u görevden aldırmakla övünen eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Balyoz yargıya yansıyınca, “önce ateş edip sonra nişan alan” adam gibi bunun bir muhtıra olmadığını dillendirme ihtiyacını duymuş...

“Şimdi 27 Nisan’a muhtıra dediler, demeye devam ediyorlar. Muhtıra böyle olmaz. Muhtıranın tarihimizde örnekleri vardır. 27 Nisan’a muhtıra diyenler ya muhtıranın anlamını bilmiyorlar veya 27 Nisan bildirisini okumamışlar. 27 Nisan bir muhtıra değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale değildir. 27 Nisan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin laiklik konusundaki duyarlılığının dile getirilmesidir. Başka bir şey değildir.”

Muvazzafken “gökte tutup, yerde yiyenler”, Türkiye’de yargı Saray’a ulaşmaya başladığında, emekliliklerinde, “o sırada gözlerimizin önünde yaşananları sanki kendileri yapmamış” gibi davranıyorlar...

Aslında “kişisel portreler” açısından bu da hüzün verici bir başka konu...

Ya anayasa ve yasaları çiğneme ya da pabucu pahalı görünce bundan “dön geri” yapma...

***

Dün 27 Nisan Bildirisi’ne yeniden göz attım...

Şu paragrafa bakın:

“Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.”

Şimdi bu muhtıra değilmiş...

Ya da “Türk asıllı” olmayan insanlarımıza yönelik şu korkunç cümle:

“Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”

Genelkurmay Başkanı’nı görevinden alamayan Parlamento, bu tehdit nedeniyle erken seçime gitmişti.

Şimdi parlamentonun kimi nereye seçeceğine karışamayacak bir askeri anlayışa doğru gidiyoruz... Siyaset parlamentonun, savunma da askerin görevi olacak...

Onun için siyaset ve toplum evrimleşiyor...

***

Hissim o ki yargı gündemindeki sırada 27 Nisan da var...

Düpedüz bir anayasal suç idi...

Üstelik faili de açıkça üstlendi.

Ama asıl kararı yargı vermeli...

Fail de derdini mahkemeye anlatmalı...

***

Bu süreçlerin hızlanması siyasetin ve toplumun daha çabuk evrimleşmesini, bizim de ağır ve gerçek sosyal gündemimize geri dönmemizi sağlayacak...
MEHMET ALTAN STAR 24,02,2010

Devamını BURADAN okuyun...>>>



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License