31.8.08

KONUŞKAN ASKERLE ASKER SORUNU

Konuşkan askerle asker sorunu!

Asker demokrasilerde bizdeki kadar çok konuşur mu? Hayır, konuşmaz.
Askerin demokrasilerde konuşacağı platformlar elbette vardır.
Bizde de vardır.
Örneğin MGK...
Ama Milli Güvenlik Kurulu da, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'la haftalık olağan görüşmeler de bizim askeri kesmez.
Daha çok konuşurlar.
Bunun için fırsat yaratırlar. Özellikle 30 Ağustos'lar bu bakımdan ideal sayılır.
Ben de bizim çok konuşan askerimizi genellikle demokrasiden örneklerle eleştiririm.
Yıllardır öyle.
Kim bilir kaç yazı yazdım.
Onlar konuşur, ben yazarım.
Ama değişen bir şey olmaz.
Asker, memleketin hemen her meselesinde konuşmayı kendisinde hak görür; akıl verir; siyasetçiye yol yordam gösterir.
Siyasetçi de ses seda çıkarmaz.
Asker kendinde gördüğü ya da kendine vehmettiği 'kurtarıcılık misyonu'ndan bin yıldır kendini kurtaramadığı için konuşur, yetmezse muhtıra verir, yetmezse müdahale eder, darbe yapar.
Sivil de sineye çeker.
Asker konuşur ama kendisi hakkında konuşulmasından da hoşlanmaz.Bu noktaya, Ahmet İnsel'le Ali Bayramoğlu'nun bir kitabında şöyle değinilir:
"Son kırk yılda olduğu gibi, ordu toplum hakkında giderek yüksek sesle konuşsa, ordu mensupları toplumun hemen her sorunuyla ilgili görüşlerini dile getirme yetkisini kendilerinde bulsalar da, bu durumun tersi söz konusu olduğunda akan sular durur.
Toplumun üyeleri veya siyasal temsilcileri, benzer bir yukarıdan sesle, hatta çok daha pes sesli bir ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tasarruflarını sorguladıklarında, ordunun kurumsal olarak ilk refleksi bu girişimde 'tahkir ve tezyif' unsurları aramaktır.
Bu tehdidin yeterli veya mümkün olmadığı yerde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin psikolojik harekât stratejisinin uygulayıcıları doğrudan veya dolaylı olarak devreye girerler.
Türk Silahlı Kuvvetleri, diğer ülke ordularına göre fazla konuşan, ama kendisi hakkında konuşulmasından da bir o kadar rahatsız olan bir kurumdur.
Demokrasilerde genel olarak ordudan siyasal ve toplumsal konularda dilsiz olması istenir. Türkiye'deki gibi otoriter demokrasilerde ise asıl istenen, toplumun ordu konusunda ya dilsiz olması ya da konuştuğunda övücü sesler dışında bir şey söylememesidir."(*)
Ayrıntıya girmek istemiyorum.
Ama yukarıdaki satırlarda gerçek payı büyüktür.
Evet, asker bizde çok konuşur.
Fakat kendisi hakkında konuşulmasından pek hoşlanmaz.
Bir 30 Ağustos'u daha idrak etmiş bulunuyor Türkiye. Orgeneral Yaşar Büyükanıt gitti, Orgeneral İlker Başbuğ geldi Genelkurmay Başkanlığı'na...
Hayırlı olsun.
Acaba ne değişecek?
Sivil-asker ilişkileri demokrasilerdeki olağan yerine Türkiye'de de oturabilecek mi?
Bunun için sivil siyasal güçler gerekeni yapabilecek mi? Yoksa siyaset kurumuyla toplumun bazı odaklarındaki 'kışlaya dönüp bakma alışkanlığı' devam edip gidecek mi?
Bilemiyorum.
Fazla umutlu değilim.
Zaman alacak bu iş.
Tatilde, Amerikalı siyaset bilimci Steven Cook'un Türkiye, Mısır ve Cezayir ordularını modernleşme ve demokrasi açısından karşılaştıran son kitabını okudum.
Bir yerinde şöyle diyordu:
"Türkiye'yi alacak olursak, orduyu siyasetten ayırmak, 2002'de başlayan ve 2004'e gelindiğinde Milli Güvenlik Kurulu'nda önemli değişikliklere yol açan Kemalist reformasyonu derinleştirmek anlamına gelir.
Ancak Türkiye'deki 'asker sorunu'nu tamamen çözüme ulaştırmak için aşağıda sıralanan kurumsal yeniliklerin yapılması gereklidir:
(1) Genelkurmay'ı, kişinin hangi partiden olduğuna bakmadan sivil bir savunma bakanına tabi kılmak.
(2) Devlet Konseyi ve yargının öteki bölümlerini, Yüksek Askeri Şûra'yı geçersiz kılabilecek otoriteyle donatmak.
(3) Ordunun siyasete müdahalesinin gerekçesi olarak kullanılan Silahlı Kuvvetler'in İç Hizmet Kanunu'nu gözden geçirmek.
(4) Askeri akademiler ve kurmay okullarındaki müfredatı, siyasette sivil iktidarın üstünlüğünü vurgulayacak biçimde değiştirmek." (**)
Uzun lafın kısası:
Asker sorunu...
Çözülebilecek mi?..
İyi pazarlar!
-------------
* Derleyenler: Ahmet İnsel-Ali Bayramoğlu; Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye'de Ordu; Birikim Yayınları, 2004, s. 9
** Steven A. Cook, Yönetmeden Hükmeden Ordular, Türkiye-Mısır-Cezayir, hayykitap, Nisan 2008, s. 325-326.
HASAN CEMAL 31/08/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

.....SİVİL VE ASKERİ OTORİTE

Bir 30 Ağustos'ta daha sivil ve askeri otorite!

Yıl 1972 Ağustos ayı. Ordunun zirvesi karışık ve gergin. Sorun, Genelkurmay Başkanlığı.
Kim olacak?
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Gürler mi, yoksa bir başka komutan mı? Siyaset kulisi bu soruyla çalkalanıyor.
Altan ve Örsan Öymen kardeşlerin ANKA haber ajansında genç bir muhabir olarak, omuzumda koca bir teyp oradan oraya koşturuyorum.
Yaz sıcağında bir öğle vakti Ankara semaları birden uçak sesleriyle inlemeye başlıyor.
Bir meslek büyüğümüz:
"Muhsin Paşa'nın jetleri!" diyor.
Heyecanla balkona fırlıyoruz.
Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçakları Çankaya Köşkü'ne doğru dalış yaparken, ses duvarını aştıkları için korkunç ve irkiltici ses çıkarıyorlar.
O dakikalarda, yine Çankaya'daki Başbakanlık Konutu'ndaki havayı sevgili meslektaşım rahmetli Mustafa Ekmekçi şöyle anlatır:
"Jetler Çankaya üstünde alçak uçuş yaptıkları sırada, Ferit Melen Başbakanlık Konutu'nda Kemal Satır, bir de İsmail Rüştü Aksal'la yemekteydi. Jetlerin o denli alçaktan uçuşları konukları tedirgin etti.
Biri şöyle dedi:
'Yahu, alçaktan uçmadılar, dalış yaptılar.'
'Yok,' dedi Ferit Melen, 'Çankaya Köşkü üzerinden uçuyorlar...'
Pencereye koşuştular...
Jetler geçtikten sonra lokmalarını yuttular."(*)
Pencereye koşuşanlar arasında, devrin Başbakanı Ferit Melen de, yani Anayasa'ya göre Genelkurmay Başkanı'nı asıl belirlemek konumunda olan siyasetçi de vardır.
Ama bu konuda son sözü Başbakan değil, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Paşa'nın jetleri söyler ve Gürler Paşa Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturur.
Bir yanda sivil otorite.
Parlamentosuyla hükümetiyle...
Diğer yanda askeri otorite.
Genelkurmay, Silahlı Kuvvetler...
Genelkurmay Başkanı ne yapar?
Görev alanını anayasal, yasal açıdan tanımlamak güç değil:
Silahlı Kuvvetler'e komuta etmek;
Askeri politikayı saptamak.(**)
Darbe yapmak var mıdır Genelkurmay başkanlarının görevleri arasında? Yoktur. Ya sivil otoriteye muhtıra vermek var mıdır? Bu da yoktur.
Yoktur ama vardır.
Darbeler, muhtıralar, rejime müdahaleler her seferinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin İç Hizmet Yasası'nın o ünlü 35. maddesinden kuvvet alır:
"Md. 35- Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır."
Ama aynı yasanın bir başka maddesi daha vardır ki, askere siyaseti çok açık bir dille yasaklar:
"Md. 43- Türk Sillahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir. Bundan ötürü Silahlı Kuvvetler mensuplarının siyasi parti ve derneklere girmeleri, bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır."
Askere siyaset yasağı konusunda Anayasa ve yasalarda mevcut başka hükümler de vardır. Ama bu ülkede asker yine siyasetin içinde olmuştur.
27 Nisan Muhtırası bir yıl öncesinin tarihini taşıyor.
Bakın, bu konuda emekli bir askeri yargıç, Ümit Kardaş, yeni çıkan kitabında şunları yazıyor:
"Muhtırayı veren asker kişiler, zor tehdidiyle TBMM'nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçunu işlemişlerdir. Bu suçun cezası, ağırlaştırılmış müebbet hapistir, (TCK 311/1)
Bu muhtıra, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda karar verme aşamasında olan Anayasa Mahkemesi'ni de etkileme amacı taşımaktaydı. Bunun sonucu, muhtırayı verenler açısından yargı görevini yapanları hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs suçu oluşmuştu, (2-4 yıl hapis, TCK 277)
Yine muhtırayı verenler, 'Ne mutlu Türküm Diyene' demeyen herkesi düşman ilan ettiklerinden, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçunu işlemişlerdi, (1-3 yıl hapis, TCK 216/1)
Muhtırayı verenler, bu suçları işlemelerine rağmen neden yargılanamadılar? Çünkü asker kişiler, bu suçları askeri mahalde işlemektedirler. Bu nedenle de sivil siyasi suçlar işlemelerine rağmen ancak askeri mahkemede yargılanabilmektedirler.
Generaller sadece Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılanabildiklerinden, muhtırayı veren Genelkurmay Başkanı'nın kendisi hakkında sicil verdiği askeri savcıya soruşturma emri vermesi beklenemeyeceği gibi, askeri savcının da kendiliğinden soruşturmaya başlaması beklenemez."(***)
Böyle hukuk devleti olur mu?
Böyle demokrasi olur mu?
"Bir 30 Ağustos'ta daha asker-sivil otorite"nin ikinci yazısıyla, siyasette yeni dönem dizisi yarın noktalanacak.
--------------------------
* Hikmet Özdemir, Ordunun Olağandışı Rolü, İz Yayıncılık, 1994, s. 321.
** Hikmet Özdemir, Rejim ve Asker, AFA Yayınları, 1989, s. 144.
*** Ümit Kardaş, 'Ötekiler' İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi, Demokrasiyi Militarizmden Nasıl Koruruz, hayykitap, Haziran 2008, s. 130)
HASAN CEMAL 30/08/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

GÜZEL; DEMİREL SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Güzel: Demirel suçüstü yakalandı

Demirel'in Ergenekon değerlendirmesini eleştiren Güzel, "Demirel, örgütü savunan ve davayı yürüten mahkemeyi eleştiren sözleri ile suçüstü yakalanmıştır" dedi.

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, şimdi de Mustafa Akaydın'ın avukatlığına soyundu ve “Bu ismi yeniden Rektör atamadı” diyerek Cumhurbaşkanı Gül'ü eleştirdi. Demirel, terör örgütü sempatizanı öğrencilere hoşgörüden bahsederken, başörtüsü karşıtlığının öncülüğünü üstlenmiş bir isim olan ve Ergenekoncularla ilişki içinde olduğu ortaya çıkan Akaydın'a ilişkin “Akdeniz üniversitesi'ne yeniden atanmalıydı. Ben olsaydım atardım” dedi. Demirel, bir dergiye yaptığı açıklamada, “Ben olsaydım. Antalya, Akdeniz üniversitesi Rektörü Prof. Mustafa Akaydın'ı, hem üniversitesinde, hem YöK'te en yüksek oyu almış kişi olarak, cumhuriyet ve laiklik savunuculuğunu dikkate alarak, mutlaka atardım” ifadelerini kullandı. Demirel, Ergenekon davasıyla ilgili de ilginç ifadeler sarf ederek “Ergenekon davası Türkiye'de büyük bir belirsizlik meydana getirmiştir. Suç nedir? Bu suç nerede işlenmiştir? Bundan kim zarar görmüştür? Bu suçun suçluları ile irtibatı nedir? Eğer iddianamede zikredilen herkes, telefon konuşmalarına atıfta bulunulan herkes suçlu ise, o zaman Türkiye'de devlet ve toplum suçludur” dedi "İKİ KEMAL'İ üLKENİN BAŞINA BELA EDEN SEN DEĞİL MİSİN?"
Demirel'e cevap Milli Eğitim eski Bakanı Hasan Celal Güzel'den geldi. Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Kemal Alemdaroğlu'nu 1997'de İstanbul üniversitesi Rektörlüğü'ne, Ergenekon iddianamesinde adı sıkça geçen Kemal Gürüz'ü de YöK Başkanlığı'na yeniden atayan ismin Demirel olduğunu hatırlatan Hasan Celal Güzel, “Yükseköğretimde derin yaralar açan, üniversiteleri kışlaya çeviren bu iki Kemal'i ülkenin başına bela eden sen değil misin?” diye sordu. Güzel, Vakit'e yaptığı açıklamada, Demirel'in artan yaşı dolayısıyla hafıza kaybına uğradığını vurgulayarak, “Görevdeyken rektör atamalarında sergilediği tarafgirliği ve ideolojik yaklaşımları unutmuş. Zamanında aydın çevrelerin uyarısına rağmen, kendi yanındaki arkadaşlarını bile dinlemeyerek, üniversiteleri kışlaya çeviren Kemal Gürüz'ü YöK Başkanlığı'na atamıştır. Gürüz'ün üniversitelerde huzursuzluk çıkarttığını iyi bilmesine rağmen, tüm uyarılara kulak tıkayarak onu ataması, Demirel'in halkın değerlerine karşı olan laikçi anlayışının ve huzur bozucu niyetlerinin göstergesidir” dedi.

ONA ACIYORUM
Demirel'in Cumhurbaşkanlığı sırasında atadığı rektörlerin bugün Ergenekon ile anıldığını belirten Güzel, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Demirel'in bugün Akaydın'ı savunması ve Sayın Gül'ü eleştirmesi, art düşüncesine ve kıskançlığına son örnektir. Antalya'da ve üniversitelerde huzursuzlukların kaynağında olan Akaydın'ı savunmak Demirel'in ideolojisinin bulunduğu noktayı gözler önüne sermiştir. Sezer ile, Demirel ile kıyaslanamayacak kadar objektif değerlendirmelerde bulunan Sayın Gül'e dil uzatacak en son kişi Demirel'dir. YöK'ü bu hale de o getirmiştir. üniversiteler bilim değil ideoloji üretiyorsa, bunun bir sebebi de Demirel'dir. Onun Cumhurbaşkanlığı sırasında, özellikle 28 Şubat darbe kadrosuna destek olarak yaptığı icraat ülkeyi huzursuzluğa sürükledi. Bütün bunları unutup, hiç sıkılmadan, halkın karşısına çıkarak Sayın Gül'ü tenkit etmesi acınacak bir durumdur.”

Demirel'in Ergenekon değerlendirmesini de sert dille eleştiren Güzel, “Demirel, örgütü savunan ve davayı yürüten mahkemeyi eleştiren sözleri ile suçüstü yakalanmıştır. Demirel'in böyle bir yapılanmanın ve örgütlenmenin farkında olmasına rağmen onun karşısında sessiz kaldığı, milletin menfaatlerini savunmadığı ve demokratik rejimi çetecilere terk ettiği bilinmektedir. Kendi döneminde üzerine örtü çekilen bu çete ile mücadeleyi bugün yapanlara karşı bu şekilde dil uzatması, onun hem daha önceki hallerinin itirafı, hem de bu çevrelerle iyi geçinme telaşının fırsatçı bir ifadesidir” dedi.

PROFESöR SAĞLAM: “AĞZI OLAN KONUŞUYOR”
YöK Başkanlığı'nı bırakan Prof. Dr. Mehmet Sağlam, veda ziyareti için çıktığı çankaya'da, “Senden sonrası için aklında bir isim var mı?” sorusuyla karşılaşınca Demirel'e “üniversitelerimizde bu görevi benim kadar yapacak çok sayıda değerli öğretim üyesi var, kimi seçseniz olur... Bir kişi hariç; Kemal Gürüz...” uyarınsa bulunmuş ve Demirel'den ise “Uyarını dikkate alacağım” cevabını almıştı. Ancak Demirel bildiğini okumuş ve Gürüz'ü YöK Başkanlığı'na atamıştı. Eski Milli Eğitim Bakanı ve YöK Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam da Demirel'e tepki gösterdi. Kahramanmaraş AK Parti Milletvekili ve Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Prof. Sağlam “Ağzı olan konuşuyor” dedi.

ATADIKLARI ORTADA
Cumhurbaşkanı Demirel'in atamalarının üniversitelere ve bilime ne kadar zarar verdiğinin her kesim tarafından kabul edilen bir gerçek olduğunu belirten Profesör Sağlam, “9. Cumhurbaşkanı Demirel'in ataması sonucunda görevlerde bulunan Gürüz ve Alemdaroğlu'nun, bilime verdikleri zarar şöyle dursun, üniversiteleri ne hale getirdikleri ortadadır” diye konuştu.

“DAHA OLAYI ANLAMIŞ DEĞİLLER”
Türkiye'de rektör atamaları konusunda hemen her çevrenin çok rahat demeçler verdiğini, ancak kimsenin olayı halen kavrayamadığını vurgulayan Sağlam, şöyle devam etti: “Türkiye'de rektör atamaları ile ilgili sistem başarılı değildir ama bu sistemi getiren de yine Sayın Demirel'dir. Mevcut sisteme göre yardımcı doçent, doçent ve profesörlerden oluşan öğretim üyeleri kendi aralarında profesörlerden 6 tanesini rektör adayı olarak seçiyorlar. Şimdi üniversitelerde en çok oyu alan 6 aday YöK Genel Kurulu'na gönderiliyor ve burada 3 aday Cumhurbaşkanı'na gönderiliyor. öğretim üyelerinin nasıl 6 kişiyi seçme kanuni hakları ise, YöK'ün de aralarından 3 kişiyi Cumhurbaşkanı'na göndermesi kanuni haktır. Bir kere herkes işine geldiği gibi yorum yapıyor. Kanunda ‘en çok oy alan seçilir' diye bir şey yok. Cumhurbaşkanı da isteği kişiyi seçer. O da onun kanuni hakkı” diye konuştu.

VAKİT


31.Ağustos.2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

HAŞİM KILIÇ'A ASKER AYIBI

Protokol yanlışı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Genelkurmay Başkanlığı'ndaki devir teslim töreninde yaşanan protol skandalınının ardından dün de Zafer Bayramı kutlamaları sırasında aynı tavırla karşılaşınca törene katılmadı.
ABDULKADİR SELVİ
Ankara'daki 30 Ağustos törenlerinde protokol ayıbı yaşandı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'a protokol sırasına aykırı olarak arka sıralarda bir yer ayrılınca Haşim Kılıç törenlere katılmadı.
2007 yılı 30 Ağustos törenlerinde Kılıç'ın oturduğu yere bu kez Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker oturtuldu. Kılıç'a ise Gerçeker'in eşinin yanında bir yer ayrılmıştı. Protokolde Anayasa Mahkemesine ayrılan yeri doğru bulmadığı için Atatürk Kültür Merkezi'ndeki (AKM) törenlere katılmadığını belirten Kılıç, "Şahsımla ilgili bir konu değil, temsil ettiğim mahkemenin konumuyla ilgili. Ayrılan yeri doğru bulmadığım için katılmadım" diye konuştu.YARGI ÖTELENDİ

AKM'deki tören başlamadan önce protokolde kendisine ayrılan yeri kontrol ettirdiğini anlatan Kılıç, "Protokol düzeninde yasama, yürütme ve yargı arasında yargıya gerekli özen gösterilmediği için katılmadım" dedi. Kılıç "Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanına yerleri ayrılmıştı. Ancak yargı ötelenmiş diye düşündüm. Şahsımla ilgili bir konu değil, temsil ettiğim Anayasa Mahkemesi'nin konumuyla ilgili” diye konuştu. Kılıç, Genelkurmay Başkanlığı devir teslim töreni sırasında da eski devlet büyüklerinin olduğu sıraya oturtulmasına itiraz etmişti.


İşte resmi protokol listesi:

TBMM Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı, Eski Cumhurbaşkanları, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Birinci Başkanı, Danıştay Başkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Kuvvet Komutanları, Orgeneraller ve Oramiraller, YÖK Başkanı


AKM'deki törene Baykal da katılmadı

Önceki gün '1 dakika geç geldiği' için Genelkurmay Başkanlığı devir teslim töreninin gerçekleştirildiği salona alınmayan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da AKM'deki 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerine katılmadı.


Genelkurmay Genel Sekreteri özür diledi

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 86. yıl dönümü dolayısıyla Gazi Orduevi'nde dün akşam bir resepsiyon verdi. Resepsiyona, Cumhurbaşkanı Gül, TBMM Başkanı Toptan, Başbakan Erdoğan'ın yanısıra Atatürk Kültür Merkezi'ndeki törene katılmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç ve CHP lideri Baykal da katıldı. Resepsiyonda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kılıç, 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerine protokol sorunu yüzünden katılmadığını açıkladı. Yargının ötelendiğini ifade eden Kılıç, Genelkurmay Genel Sekreteri'nin, Genelkurmay Başkanlığı devir teslim törenindeki protokol krizi nedeniyle cuma günü kendisini arayarak özür dilediğini belirtti. Ancak dünkü törenlerde de aynı durumun sürdürüldüğünü kaydeden Kılıç, pazartesi günü protokolle ilgili yerlere bu konuda yazı yazacağını ifade etti.




31.08.2008


Devamını BURADAN okuyun...>>>

30.8.08

KADERİN BAYKALA OYUNU

KADERİN BAYKAL'A OYUNU

CHP’nin askerle arasının açılmasından sonra Baykal’ın Genelkurmay’ın kapısından döndüğünü de gördük ya.


Biliyorum çok klasik olacak ama ‘etme bulma dünyası’ dedikleri bu olsa gerek. Ya da ‘keser döner sap döner’… Vesaire.

Deniz Baykal’ın Genelkurmay Karargahı’ndaki devir teslim törenine alınmayıp kapıdan döndürülmesi sonrası belki milyonlarca kişi aynı şeyleri düşündü, 'oh olmuş' dedi

Aslında hiç kimsenin kapılardan döndürülmemesi gerekir. Sonuçta askeriye belli kuralları olan bir kurum. Emir-komuta gereği ‘giriş çıkışlar bitti içeri kimse alınmayacak’ dendi mi kralı gelse giremez.

Yıllarca askeri tesislerin kapılarından dönmek zorunda kalan, evladının mezuniyeti, çocuğunun mutlu günü de olsa başörtülü ya da sakallı oldukları için buralara giremeyen insanların yaşadıklarını hissetmesi bakımından Baykal’ın yaşadığı önemli.Son dönemde askerle girdiği polemik ve gerginlikler de göz önüne alındığında Deniz Baykal orada olmayı belki her zamankinden fazla istemiştir. Zira kapıdaki görevliye ‘lütfen geldiğimi içeri iletin’ demesi bunun işareti. Paşalar gelmediğini sanıp yanlış anlamasınlar demek için.

Baykal belki de ilk defa askeriyenin kapısından dönüyor.

Uygulanan akredite sebebiyle birçok gazetecinin yıllarca döndüğü gibi.

Kurallar gereği birçok ülke insanının yıllarca dönmek zorunda kaldığı gibi.

Kaderin tecellisi olarak bunun Baykal’a isabet etmesi ayrıca anlamlı.

Çünkü bu yasakları en çok savunan Baykal ve Baykal’ın partisi CHP idi.

Milletin inancı gereği hesabını öbür tarafa bıraktığı birçok olayla ilgili Allah aklımızın almadığı şeyler gösteriyor bize.

Ülkeyi karıştırmaya çalışanların hep kendi kazdıkları kuyuya düşmeleri gibi;

Memleket üzerinde plan yapanların kendilerini ele vermeleri gibi;

Kaos ortamı oluşturmaya çalışanların kendilerini sobeledikleri gibi.

Darbe tezgahtarlığı yapan CHP’nin de göreve çağırdığı ama bir türlü kışkırtmaya muvaffak olamadığı askerle arasının bozulması gibi

Kaderin tecellisi; sebebi ne olursa olsun CHP liderinin Genelkurmay’ın kapısından boynu bükük dönmesi gibi.

Belki de bütün bunlar; milletin son birkaç yıldır yaşanan süreçte ülkeyi geren açıklamaları sebebiyle Baykal ve partisine ne kadar dertli 'ah' ettiğinin göstergesidir.

Bakalım Yaradan bize daha neler gösterecek ?

ABDULLAH ABDULKADİRİOĞLU

29.Ağustos.2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

FERDA PAKSÜT HABER YAPTIRMIŞ

Paksüt Akşam'a Haber Yaptırmış

Ergenekon şüphelisi olarak ifade veren Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt'ün 'AKP kapatılacak' haberi yaptırdığı ortaya çıktı.

Savcı, Paksüt'e Akşam'a yaptırdığı haberi sordu.

Ergenekon soruşturması kapsamında sorgulanan Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt'e, savcının 'AK Parti kapatılacak diye haber yaptırmaya neden gerek duydunuz?" sorusunu sorduğu öğrenildi. Ergenekon firarisi Turhan Çömez'le AK Parti'ye açılan kapatma davasını görüştüğü ortaya çıkan Ferda Paksüt, Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili'ye 6,5 saat ifade verdi.

SAVCI TOLON'U DA SORDU
Savcı Bilgili, 'şüpheli' sıfatıyla dinlediği Paksüt'e Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'ün hazırladığı 100 soruyu yöneltti. Savcının "Akşam Gazetesi muhabiri Ersin Bal'a AK Parti kapatılacak diye bilgi verme ihtiyacını neden duydunuz?" diye sorduğu öğrenildi. Paksüt'ün muhabire 'AK Parti kapatılacak' bilgisini telefonda verdiği ve görüşmenin dinlemeye takıldığı ileri sürüldü. Savcının Çömez ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon'la kapatma davasıyla ilgili konuşmaları da sorduğu öğrenildi. Paksüt'ün 'AK Parti kapatılacak' yönünde haberler yaptırarak, parti içinde bir huzursuzluğa ve muhtemel bir bölünmeye zemin hazırlamak için böyle bir çabaya giriştiği ifade edildi. Paksüt ayrıca 'kapatılacak' yönündeki açıklamaları ile gizlilik kuralını ihlal ederek içerden bilgi sızdırdığı da böylece ortaya çıktı.EŞİ DE SORGUYA GİRDİ Mİ?
Eşine destek için adliyeye gelen Osman Paksüt'ün de sorgulamaya katıldığı ileri sürüldü. Milliyet gazetesi, Osman Paksüt'ün sorgunun öğleden sonraki bölümünde iki kez savcının odasına girerek ifade verdiğini iddia etti. Haberde Ferda Paksüt'ün cevap vermekte zorlandığı sorular karşısında eşini savcının izniyle içeri çağırdığı iddia edildi.

Sıkışınca 'JOKER' kullandı!
Ferda Paksüt'ün ifadede bazı sorulara cevap veremediği için eşi Osman Paksüt'ü yardıma çağırdığı ileri sürüldü. Paksüt'ün savcı izniyle eşini içeriye çağırması 'joker kullandı' yorumlarına neden oldu. İddiaya göre, Osman Paksüt, saat 15.25'te savcının odasına girdi ve 25 dakika kaldı. Paksüt, 17.00'de tekrar içeri girdi bu kez yarım saat kaldı.

(Yeni Şafak)

Devamını BURADAN okuyun...>>>

BAŞSAVCININDA AĞABEYİ SELÇUK

YALÇINKAYA'DAN İ.SELÇUĞA SELAM

Başsavcı Yalçınkaya ona selam gönderiyor, eski AKP'li firari Ergenekon sanığı Turan Çömez "parti kapatılmazsa felaket olur" mesajı yolluyor

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya bir Cumhuriyet yazarı vasıtasıyla ‘İlhan Selçuk’a selam’ göndermiş.

Bir başka görüşmede ise Selçuk ‘Turan aradı dediki yargı partiyi kapatmazsa bu bir felaket olur’ diye konuşuyor.

ANAYASA Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt ve eşi Ferda Paksüt ile Turhan Çömez’in telefon görüşmelerinin ardından, Ergenekon Terör örgütü üyelerinin yüksek yargı üyeleriyle ilişkilerini ortaya koyan bir görüşme daha ortaya çıktı. Teknik takibe takılan görüşmelerde, AK Parti’nin kapatılması istemiyle iddianame hazırlayan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Ergenekon terör örgütünün yöneticisi olduğu iddiasıyla yargılanan Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk’a cep telefonu numarasını iletiyor ve selam gönderiyor. Cumhuriyet yazarı M.F.’nin ‘kapatma durumunda iç çatışma çıkmasından korkmuyor musun?’ sorusunuysa, ‘Ben görevimi yaptım’ sözüyle yanıtlıyor.‘TURAN TELEFON ETTİ’

Selçuk ve Mustafa Balbay’ın, kendi aralarındaki konuşmada ise, ‘Turan telefon etti. Diyor ki ‘bu partiyi kapatamazlarsa, harekat başaralı olmaz geri çekilinirse felaket olur’’ diyor.
Başsavcının söylediklerini yazmayalım

‘Biz yazdık işte bu belgesi oldu’

İbrahim: (YILDIZ) Abi şimdi bugün bizim M.F’nin yazısı vardı bu savcıyla ilgili işte biraz atalarını, dedelerini falan filan yazmış, savcı M’yi aramış telefonla

İlhan SELÇUK: Evet

İbrahim: Önce koruması aramış sonra kendisi aramış ve cep telefonunu vermiş, size de çok selam göndermiş.

İlhan: Güzel

İbrahim: F. Demiş ki bu iş çatışmaya gidebilir, korksun diye demiş.

İlhan: He he

İbrahim: O da ben görevimi yaptım, demiş. Şimdi yani yazabilirsin yazmayabilirsin, ortada bırakmış.

... İlhan: Bak biz yazdık işte işte bu belgesi oldu. Bu dönemin bir adli belge yani.

İbrahim: Doğru

İlhan: Herhangi bir hareket olduğu zaman bu iddianame bir belgedir adli belgedir

...

İbrahim: Sen o aranızda konuştuklarınızı yaz bir metin haline getir. Çünkü adamı da zor durumda bırakan bir şey yapmayalım ‘Bak Cumhuriyete konuştu’...

İlhan: Olmasın

İbrahim:

İlhan: Adamın üstünde ne yük var abi...

İbrahim: Felaket. Hemen zaten polis molis falan böyle korumaya almışlar çatışmaya gidebilir demiş korkum var demiş adam bu işlerden belli ki o da tabi sıkıntıda kolay değil.

Hareket başarılı olmazsa hiç iyi olmaz

Davanın kod adı harekat

Mustafa (Balbay): Dünkü yazının dibindeki gibi olay abi, hani ağır sonunda bilesiniz bir şey olursa ağlamayın diyordunuz ya dünkü yazı da.

İlhan (Selçuk): Evet denk düştü değil mi?

Mustafa: Tam aynı güne düştü değil mi abi ya

İlhan: Herkeste zannedecek ki bütün bu işleri biz biliyoruz

Mustafa: Valla biliyordu ucundan gösterdi daha doğrusu dibinden gösterdi diyecekler abi yani

İlhan: Yalnız işte demin Turan telefon etti diyor ki yani bu partiyi kapatamazlarsa, bu harekat başarılı olmazsa geri çekilirse felaket olur.

Mustafa: Felaket abi yani ondan sonra artık ondan sonra kimse neyi nasıl öngörür artık zor abi yani.

Yargı görevini yaparsa gerekli şeyler olur!

Operasyon rastlantı değil

İlhan: Şimdi Balbay orda yerinde kalırsa efendim bunlar dokunamazlar ona buna ve ordu bekçi gibi kalırda yargı görevini yaparsa gerekli şeyler olur gibime geliyor.

Balbay: Evet abi aynen öyle kalacak abi

İ: Evet.

B: Öyle görünüyor daha doğrusu yine kesin birşey demiyorum da hava o abi yani.

İ: Yani bu başka şekilde bir efendim bir hukuk operasyonu gibi olacak zannediyorum herhalde öyle planladılar.

B: Öyle abi

İ: Yani asker yerinde duracak ama bunu hızla yapmalılar şimdi ne olacak eğer çok da direnirlerse falan o zaman asker hukuksal olarak haklı duruma geçecek.

B: Evet abi

İ: Bu zannediyorum daha derinden bir operasyon raslantısal değil zaten konuşmuştuk.

B: Evet abi

İ: Ne oluyor kardeşim ben seni kapatıyorum yaa ben milli iradeyim falan filan direnmeye kalktığı zaman elinde güç olmayacak

B: Hı hı

İ: Başka şeylere kalkarsa ordu gerideki sağlam güç olarak durur, bunların otoritesi kırılır.

(Star)


Devamını BURADAN okuyun...>>>

29.8.08

MEDYA VE ERGENEKON

Medya ve Ergenekon

Eski Jandarma İstihbarat Başkanı, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün, odasına gelip gideni dinlediği basına yansıdı. Buna göre, Tuncay Özkan'ın, Medya Grup Başkanlığı'nın sona ermesi üzerine, Mehmet Emin Karamehmet, Jandarma Genel Komutanlığı'na çağrılıyor. Toplantıya, Levent Ersöz ve Jandarma Teknik Takip Dairesi Başkanı Albay Atilla Uğur katılıyor. Ersöz, Şener Eruygur Paşa'nın sitemini dile getirirken, Karamehmet'e şunları söylüyor: "Komutanımızın selâmı var. 'Tuncay Bey'e bunu yapmasını Mehmet Bey'den beklemezdim' diyor. Bir iki yıllık sıkıntılarınızı paylaşmış, sizlere yardımcı olmuş bir insan. Bazı çevrelerden, bazı kişilerden size birtakım şeylerin geldiğini biliyoruz. Sonuçta, bu bir vefadır. Komutanımız, 'Mehmet Bey bizi hiçe saydı, konuyu kendisine aktar. Umarım telâfisini yapar' diyor."
Tuncay Özkan, 16 Aralık 2003'te Levent Ersöz'e gidiyor. Konuşmada, gene Atilla Uğur var. 3'lü, Karamehmet'le yapılan toplantıyı tartışıyorlar aralarında. Tuncay Özkan, Akşam gazetesinde çalışan Ankara temsilcisi Nuray Başaran ile İsmail Küçükkaya'nın Çukurova'nın işlerini takip ettiğini anlatıyor. Özkan, aynı zamanda, Mehmet Emin Karamehmet'in BDDK ile sorunları çözmek için, Abdüllâtif Şener'e 500 bin dolar rüşvet verdiğini de iddia ediyor.
* Eruygur ne demek istedi?: Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, "Bir iki yıllık sıkıntılarını paylaştım" der ve Karamehmet'ten vefa beklerken neyi kastediyordu? Belgeler, Ankara temsilcisi Nuray Başaran'ın da, Jandarma'yla münasebetini ve görüşmeler yaptığını ortaya koyuyor. O tarihte, Ersin Pamuksüzer'in, Nuray Başaran'la birlikte Danıştay'dan çıkacak kararı, asker-sivil bürokrasiyle ilişki kurarak takip ettiğini biliyoruz. Bilmediğimiz ve inanmak da istemediğimiz nokta, Abdüllâtif Şener ile ilgili iddia.
* Benim düşüncem şöyle: Karamehmet, Nuray Başaran vasıtasıyla, pek çok askeri, (Meselâ MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'ı), bu arada Şener Eruygur'u da devreye sokup, Danıştay'dan Pamukbank'ın iadesi yolunda bir karar çıkarttı. Ardından, emekliye ayrılacak olan Engin Akçakoca sayesinde Çukurova'nın çok lehinde bir protokol imzalandı. AK Partili siyasetçilerin şu veya bu şekilde ses çıkarmaması temin edildi. Ve en sonunda da, AK Parti'ye bedel olarak Tuncay Özkan'ın kellesi sunuldu.
Karamehmet-Özkan
BDDK, 19 Haziran 2002'de Pamukbank'a el koydu ve bankayı TMSF'ye devretti. Akabinde Temmuz 2002'de, Mesut Yılmaz'ın ricası üzerine Tuncay Özkan, Karamehmet'in medyasının (Akşam ve Show TV) Grup Başkanı görevine geldi. 3 Şubat 2003'te Danıştay, "Pamukbank Karamehmet'e iade edilsin" kararını aldı. Pamukbank'ta tasfiye başladığı için, BDDK Başkanı Engin Akçakoca, anlaşma yoluna gitti ve Karamehmet'le bir protokol imzaladı. Aralık 2003'te Tuncay Özkan, işten çıkarıldı; böylece Mesut Yılmaz'ın delaletiyle geldiği görevi, Tayyip Erdoğan'ın ricasıyla kaybetmiş oldu. Su testisi su yolunda kırıldı.
NAZLI ILICAK SABAH 29/08/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

PAKSÜTÜN KARISI ERGENEKON ZANLISI

Paksüt'ün eşi Ergenekon 'zanlısı' olarak sorgulandı

Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt, "Engenekon zanlısı" olarak savcılıkta gün boyu ifade verdi. 6 saatlik sorgunun ardından serbest bırakıldı.. Ergenekon operasyonunun şimdilik son zanlısı, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün eşi Ferda Paksüt oldu. Paksüt, 6 saatlik sorgudan sonra serbest bırakıldı. Anayasa Mahkemesi'nde AK Parti kapatma ve türban davaları devam ederken, Ankara Tenis Kulübü'ne gelişleri sırasında, eşiyle birlikte dinlenip izlendiğini iddia ederek Türkiye'nin gündemine oturan Ferda Paksüt, Ergenekon soruşturmasının sanıkları ile yaptığı telefon görüşmeleri nedeniyle aynı soruşturmanın "şüpheli" si oldu. Paksüt, İstanbul Geniş Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı Zekeriya Öz'ün talimatıyla dün Ankara Adliyesi'nde ifade verdi.TAM MESAİ SORGU
Ergenekon soruşturmasının ilk aşamalarında gözaltına alınıp sorgulanabileceği konuşulan Paksüt için düğmeye hafta başında basıldı. Önce Paksüt'ün, eski AK Partili ve Ergenekon davası sanığı Turhan Çömez'le yaptığı telefon görüşmeleri basına yansıdı. Ardından Çeşme'deki yazlıklarında tatil yapan Paksüt çifti, Ankara Adliyesi'nden arandı. Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, Ferda Paksüt'ü ifadeye çağırdı. İfadeye çağrıldıktan sonra "sanık mı yoksa tanık mı" olduğu tam anlaşılamayan Paksüt dün, Ankara Adliyesi'ne eşi Osman Paksüt ve avukatı Bülent Acar ile birlikte geldi. Paksüt'ün kısa sürede adliyeden ayrılması bekleniyordu, ancak böyle olmadı. Savcı Bilgili, ifadesinin uzun süreceğini fark edince öğle arası verdi. Öğleden sonra devam eden sorgu 6 saat sürdü.

SAVCI ODASINDA
Alınan bilgiye göre savcılık, sorgu sırasında Paksüt'ün, Turhan Çömez ve gazeteci Güler Kömürcü aracılığıyla, Ergenekon davasının diğer sanıklarına, Anayasa Mahkemesi'ndeki davalar ve olası sonuçları hakkında bilgiler aktardığı iddiasına yanıt aradı. Paksüt'ün adliyeye geliş ve ayrılışı olaylı oldu. Ferda Paksüt, yorum yapmak istemediğini söyledi. Paksüt, Turhan Çömez ile kamuoyuna yansıyan görüşmesini de kastederek, "Samimi konuşmalarım bazen yanlış anlaşılıyor. Adalete yardımcı olmak için geldik" dedi. Paksüt, sorgu için Savcı Mustafa Bilgili'nin odasına geçtiği sırada eşi Osman Paksüt de izinde olan Başsavcı Vekili Hamza Keleş'in odasında bekledi. Paksüt'ün ifadesinin 37 sayfa tuttuğu öğrenildi.
sabah 29/08/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

28.8.08

KORKUT EKEN VE DREJ ALİNİN ASKERİ İHALE PAZARLIĞI

EFSANE YARBAY'IN VATANI MİLLETİ

Korkut Eken ve Drej Ali'nin "Vatan Millet Sakarya"lı götürmesi...

Emekli Yarbay Korkut Eken ile çete lideri 'Drej Ali' lakaplı Ali Yasak'ın orduevlerine alınacak ATM cihazları ihalesinde birlikte çalıştığı ortaya çıktı. Dinlemeye takılan görüşmede 'Drej Ali' ihale amacını 'Vatan Millet Sakarya' diye tarif ediyor.

Ergenekon iddianamesinin eklerinden, kazdıkça kirli ilişkiler ortaya çıkıyor. Bazı ulusalcı çevrelerin 'efsane subay' diye adından söz ettikleri emekli Yarbay Korkut Eken ile yeraltı dünyasının ünlü ismi 'Drej Ali' lakaplı Ali Yasak'ın ihale pazarlığı yaptığı telefon görüşmesi Ergenekon soruşturmasının delilleri arasında yeraldı.
EKEN'E 'DEVREYE GİR' RİCASI

Görüşmede, 'Drej Ali' Korkut Eken'e subay ve orduevlerine ATM cihazları konulmasıyla ilgili ihaleden bahsederek yardım istiyor. Eken'den oğlunun pazarlayacağı ATM cihazları için devreye girmesini isteyen 'Drej Ali', Mehmetçik Vakfı'na para yardımı adı altında ihaleyi alacaklarını anlatıyor. Görüşmede ikili ihaleyi 'Vatan Millet Sakarya' işi diye tarif ediyor.HİZMET, BAHANE

İddianamenin ek 86. klasöründe yeralan telefon görüşmesi kayıtlarında Ali Yasak, Korkut Eken'e iş teklifinde bulunuyor. Ali Yasak orduevi ve askeri tesislere yeni ATM cihazlarını yerleştirmek istediğini belirterek, bu konuda Eken'den yardım istiyor. Yasak, bu ihalenin kabul edilmesi durumunda yılda 10 milyon dolarlık bir gelir elde edileceğini söylüyor. Yasak, ihalenin askerler tarafından kabul edilmesi için Eken'in dönemin Mehmetçik Vakfı Genel Müdürü emekli Tümgeneral Melih Tunca üzerinde girişimde bulunmasını istiyor. Yasak, ihaleyi Mehmetçik Vakfı'na gelirden bağış yapma kılıfı ile alacaklarını söylüyor. Görüşmede, Yasak, yardım istediği Eken'e 'Vatan Millet Sakarya' işi olarak tarif ettiği 10 milyon dolarlık ihalede asıl amacın vatana hizmet olduğunu ısrarla vurguluyor.

İHALE OĞLUNA KALACAKTI

Yasak, görüşmede, ATM cihazlarını orduevlerine satacak kişinin oğlunun ortağı olduğunu söylüyor. Ergenekon soruşturmasında ifadesi alınan Ali Yasak konuyla ilgili savcının sorularını cevaplandırırken, bu cihazları askeri tesislere satmak isteyen kişiyi tanıdığını belirterek, “Hakan isimli şahıs, benim İngiltere'de okuyan oğlumun İngiltere'de kaldığı evin sahibinin teyzesinin oğludur” dedi. Yasak, bu kişinin ATM'leri bağımsız olarak askeri tesislere yerleştirmek istediğini de ifade ederek, şirketin yüzde 36'sına sahip olduğunu ve şirketin CEO'su olduğunu belirtiyor.




'Abilerin abisi'yle ihale görüşmesi

31 Ekim 2007'e gerçekleşen Korkut Eken-Ali Yasak görüşmesinde, Yasak'ın Eken'e övgüler yağdırdığı görülüyor.

KORKUT EKEN: Efendim

ALİ YASAK: Amcaların amcası, abilerin abisi nasılsın

KE: Şükür Alim sağol sen nasılsın ne yapıyorsun

AY: ŞİMDİ GENE BİZE BİR VAZİFE ÇIKTI SENLE BANA

KE: He nedir Ali

AY: ABİ GENE VATAN MİLLET SAKARYA

KE: Hı

AY: Hayır şimdi biz bu şeyleri kurdular ya benim sana bahsetmiştim bu ATM makinası falan filan bankamatikler vardı

KE: Hı hı

MAKSAT YARDIM OLSUN!

AY: Şimdi onlar kuruldu çok güzel bir şekilde başladı aldı başını gidiyor

KE: Evet

AY: Şimdi benim o Hakan diye bir kardeşim var orda hem şirketin yüzde 36 hissedarı hem de hem de orda CEO şirketin CEOSU

KE: Evet

AY: Şimdi biz bir hafta on gündür bu Hakan kardeşim bir şey geliştiriyoruz. Bu ATM'leri Mehmetçik Vakfı üzerinden Mehmetçik Vakfı'na para kazandırmak kaydıyla bir hesap çıkardılar şimdi bir fizibilite çıkardılar

KE: Evet

AY: Her sene her sene 10 milyon dolar civarı Mehmetçik Vakfı'na 1 lira koymadan para kazandıracağız varsa Türkiye'de böyle bir kuruluş Mehmetçik Vakfı'na para kazandıran.

PAŞALARI İKNA ET

KE: Evet

AY: Sen de bu işin içinde ol bir katkımız olsun şimdi bunun başında Hasan MEMÎŞOĞLU diye bir emekli korgeneralimiz varmış

KE: He

AY: Şimdi Hakan'ın gidip en üst seviyede şimdi alttan bize ulaşmaya çalışıyorlar ama ben istedim ki bu iş senin benim vasıtamla olsun en üst seviyede olsun bu paralar daha böyle bir şey yok bir de bunu daha da arttıracağız birşeyler yapacağız tamam mı abi. Faydamız olsun abi illa silahı alıp dağa çıkmakla olmuyor

KE: Doğru

AY: Ben korgeneral diyene kadar dedim belki Köksal abiye söylersin Köksal abi o korgeneral

KE: Yo onları da konuşuruz tabî onları da konuşuruz da

AY: Yani yönetim

KE: Anladım Ali

AY: Yani az rakamlar değil bunlar ve karşılığında bizim hiç bir beklentimiz yok kendi askerimiz kendi Mehmetçiğimiz Allah rızası için ama istiyorum yani bizlerin vasıtasıyla olsun

KE: Anladım Ali

AY: Tamam abicim


Devamını BURADAN okuyun...>>>

YARSAV BAŞKANINI YAKACAK BELGELER-2

CAN YAKACAK BELGE - 2

Eminağaoğlu'nun Çürük Raporu'ndaki skandallar...

Yarsav Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun "sağlamdır" raporunun 2. ve 3. nüshalarında yapılan eklemeleri belgeleriyle dün yayınlamıştık.

Bugün ise Eminağaoğlu'nun "ÇÜRÜK" raporundaki skandalları ele alacağız.

Eminağaoğlu sıradan sayılan bir "batın" ameliyatı geçiriyor. Ameliyat tarihi 18/10/1984.. Bu tarih hem ameliyat raporunun üstünde hem de Yarsav Başkanı'nın "çürük" raporunun üstünde mevcut.

Şavşat doğumlu Eminağaoğlu'nun doğum tarihi 1967. Yani ameliyat olduğunda 17 yaşında ve askerlikle ilgili herhangi bir işlem yapması, muayeneye gitmesi sözkonusu bile değil.

Birkaç haftada tamamen düzelen batın ameliyatının etkileri Eminağaoğlu 20 yaşına gelene kadar, tamamen yokolmuş olmalı. Eminağaoğlu'nun askerlik muayenesinde de doğal olarak "sağlam" raporu alması gerekiyor. -Zaten öyle de olmuş-Fakat tıpkı Sağlam Raporu'nda yapılan oynamalar gibi, Eminağaoğlu'nun çürük raporunda da çelişkiler var. Ve bu çelişkilerin temelinde de sözkonusu batın ameliyatının tarihi var.

Ameliyat Raporu'nda; Ameliyat tarihi olarak 1984 gözüküyor ama o tarihte 17 yaşında olması gereken Eminağaoğlu'nun "yaş hanesine" 17 değil 20 yazılmış.

HAYATINDA 4 YIL YATALAK OLDU MU?

Ama çelişkiler bununla da sınırlı değil.

Esas çelişki "ÇÜRÜK" raporunun üstünde var. Raporda ameliyat tarihi olarak 18/10/1984 yazıyor. Taburcu tarihi olarak ise 30/10/1988 yazıyor. Bu tarihlere bakılırsa Eminağaoğlu bir batın ameliyatı sonrası tamı tamına 4 yıl 20 gün hastanede yatmış.

Oysa Eminağaoğlu'nun hayatında 4 yıllık bir yatalaklık dönemi yok.

İşin sırrını çözmek için raporu biraz daha incelediğimizde herşey ortaya çıkıyor. Raporda ameliyat tarihi olarak önce 18/10/1988 yazılmış. Sonra muhtemelen bu tarihle Eminağoğlu'nun çürük raporu işlemleri yürütüldükten sonra birkaç kez daktilo vurgusuyla ameliyat tarihi düzeltilmiş ve 1988 kısmının sonundaki 8 rakamı 4'e çevrilmiş.

Yani Eminağaoğlu'nun dört yıl önce hastanede bulunan orjinal ameliyat tarihine uydurulmuş. Ameliyat tarihi yeniden 18/10/1984 yapılmış.

Peki Bütün Bunlar Niye Yapılmış?
Çünkü Eminağaoğlu'nun "ÇÜRÜK" raporu alabilmesi için ameliyat tarihinin yeni gibi gösterilmesi gerekiyordu. Böylece ameliyat tarihi önce 1988 yazılarak yeni gibi gösterilmiş. "Askerliğe Elverişli Değildir" mührü vurulduktan sonra da belge dosyalanırken, gerçek ameliyat raporuyla fark olmasın diye daktilo vurgusuyla 1988 yeniden 1984 yapılmış.

İŞTE SÖZKONUSU BELGELER

1- İşte Eminağaoğlu'nun Çürük Raporu... Raporda Ameliyat tarihinin nasıl yeni gösterildiği 1984 tarihinin sonradan 1988 yapıldığı açıkça görülüyor..
Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

2 - Eminağaoğlu'nun Ameliyat Raporu... Raporda Eminağaoğlu'nun 1984'te ameliyat olduğu açık tarihiyle yazıyor. Ancak 1967 doğumlu olan yani ameliyatın yapıldığı tarihte 17 yaşında olan Eminağaoğlu'nun "yaş" bölümüne 20 yazması büyük bir çelişki...
Image Hosted by ImageShack.us


Bu haberle ilgili tüm belge kopyalarını görmek için TIKLA

Devamını BURADAN okuyun...>>>

27.8.08

EMNİYET BASKINI HAKKINDA SORULAR

Fenerbahçe Orduevi’ne böyle girmediniz mi?

Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Organize Şube’ye yönelik baskınla ilgili iddiaları deştikçe altından sürekli ‘çapanoğlu’ çıkıyor. Bize ulaşan yeni bilgi ve belgeler var. Ama hiç yoruma girmeden olayı başından anlatacağım. Zincirin halkalarını birbirine siz ekleyin.

Ankara Cumhuriyet Savcısı Vahdet Polatkan, 22 Temmuz 2008 günü İstanbul Başsavcılığı’na hitaben gönderdiği yazıda, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’le ilgili yürüttükleri soruşturmaya gönderme yaparak şöyle dedi: ‘Başsavcılığımıza postayla bir dilekçe gönderen ve ismi bizde saklı bir kamu görevlisi dinleme olayının gerçek olduğunu bildirmiştir.’

‘İhbarda bildirilen somut bilgiler öncesiyle birlikte değerlendirildiğinde ciddi ve araştırmaya değer bulunmuştur’ diyen Savcı Polatkan, ihbar mektubuna dayanarak emniyet içinde ‘organize bir suç örgütü’ olduğunu söylüyor. Talebi ise İstanbul Başsavcılığının delaletiyle mahkemeden gerekli iznin alınarak bilirkişi heyetiyle birlikte Organize Şube’ye baskın yapılmasıdır.

Fatih 2. Sulh Ceza Mahkemesi 8 Ağustos 2008 günü baskın kararını verdi. Mahkeme kararında baskının 11-15 Ağustos tarihleri arasında ve bir defaya mahsus olmak üzere gündüz yapılacağına hükmedildi.Baskın, 11 Ağustos günü gerçekleştirildi. Fatih Cumhuriyet Savcısı Sadık Gülyaz başkanlığında Prof. Dr. Nizamettin Erduran, Prof. Dr. Aydın Akan, Yrd. Doç. Dr. Mehtap Yalçınkaya ve Zeynel Alp’den oluşan bilirkişi ekibi, aynı gün saat 21.10’da hazırladıkları Keşif Tutanağı’nda yasa dışı dinlemeye rastlanmadığını imza altına aldılar.

Ekibin ‘gizli’ yürütülen Ergenekon soruşturmasıyla ilgili bilgisayar kayıtlarına el koymak istemesi ortalığı karıştırdı. Durumdan haberdar olan Savcı Zekeriya Öz’ün itirazı üzerine İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, aynı gün jet kararla Ergenekon soruşturmasına ilişkin gizli belgelere el konulmasına müsaade etmedi.

Baskın sırasında ise ilginç diyaloglar yaşandı. Savcı Gülyaz, bilirkişi ekibiyle birlikte, ihbar mektubunda tarif edilen 29 Mayıs Hastanesi giriş yönündeki C kapısından emniyet binasına girdiklerinde kendilerini İstihbarat Şubesi’nde buldular. Mahkeme kararı Organize Şube ile ilgili, ancak adres İstihbarat Şubesiydi.

Bunun üzerine Organize Şube’ye gidildi. Emniyet görevlileri, savcıyı uyarmaya çalıştılar: ‘Bu şubede gizli bir soruşturmayla ilgili (Ergenekon) takip yapılıyor, takip zarar görebilir. Durumdan emniyet müdürümüzü, valimizi haberdar edelim.’

Savcının cevabı: ‘Neden önceden haber vereceğiz? Siz Fenerbahçe Orduevi’ne böyle girmediniz mi?’

Bu arada İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah aranıyor ama izinde. Bir şekilde durumdan haberdar ediliyor. Cerrah, hemen İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’i arıyor. Sonra arkadaşlarına ‘Başsavcıya ulaşamadım’ diyor.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Engin de olayın star’da yayınlanmasından sonra ‘Önceden haberim olmadı’ diye açıklama yaptı.


7 kritik soru


Organize baskının her aşamasında dikkatimizi çeken garip olaylar zincirinin deşifre edilmesi için şu sorulara cevap bulunması zorunludur.

1-Ankara Cumhuriyet Savcısı Vahdet Polatkan, talimat yazısında yer verdiği gibi emniyet içinde organize suç örgütü olduğuna inanıyorsa, bu suçlara bakan özel yetkili ağır cezaya (DGM yerine kurulan) konuyu neden havale etmedi? Hukuken kendine vazife olmayan işe neden sahiplendi?

2-Savcı Polatkan’ın talimat yazısı 22 Temmuz tarihli. Böylesine önemli ve gizlilik arz eden bir ihbar varsa, bu yazı İstanbul Başsavcılığı’nda 8 Ağustos’a kadar neden bekletildi? Harekete geçmek için 30 Temmuz’da sonuçlanan AK Parti hakkındaki kapatma davası ve 4 Ağustos’ta açıklanan YAŞ kararları mı beklendi?

3-’Benim haberim yoktu’ diyen Başsavcı Engin’e rağmen bu ihbar mektubunun rafta bekletilmesi mümkün mü? Değilse sorumlu kim?

4-Baskının İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın izinde olduğu döneme rastlaması tesadüf mü?

5-İstanbul emniyet müdürünün, sürekli irtibat halinde olmaları gereken İstanbul başsavcısına ulaşamaması doğal mıdır?

6-İhbar mektubuna göre emniyet içinde olduğu düşünülen organize suç örgütüyle ilgili baskın kararı, özel yetkili ağır ceza mahkemesi değil de neden Hakim Şeref Görgülü’nün görevde olduğu nöbetçi sulh ceza mahkemesinden alındı?

7-Savcı Sadık Gülyaz, polise ‘Siz Fenerbahçe Orduevi’ne böyle girmediniz mi?’ diyerek, Ergenekon sanığı Şener Eruygur’un çalışma ofisine düzenlenen baskına neden gönderme ihtiyacında bulundu? Orduevine komuta kademesinin bilgisi dahilinde girildiğini savcı bilmiyor muydu?


Cerrah’ın açıklaması



İstanbul Emniyet Müdürlüğü, ‘Ergenekoncu köstebek polis’ başlıklı yazımın son kısmında yer alan ‘İstanbul emniyetinde kimi zaman ekip çatışmasının tavan yaptığı biliniyor’ şeklindeki ifademle ilgili açıklama yaptı.

Açıklama aynen şöyle:

‘İstanbul Emniyet Müdürlüğü silahlı ve resmi bir kurumdur. Hiçbir şekilde ekip çatışması yaşanmaz. İstanbul emniyetinde asla böyle şeylere müsamaha edilmez. Başka kurumlarda sözkonusu olabilecek ekip çatışmaları İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde hiçbir zaman sözkonusu olamaz. Sözü edilen atamalar terfiler münasebetiyle ve mülki amirin onayı ile yapılmıştır.’

Sayın Cerrah’a ‘Ergenekon köstebeği daha önce görevden aldığınız rütbeli bir polis olabilir mi’ sorusunu yöneltip bu defteri burada kapatalım.
Şmail Tayyar star

Devamını BURADAN okuyun...>>>

PROF ŞENGÖRÜN YANILGISI

Prof. Celal Şengör bunu hep yapıyor

Cumhuriyet gazetesinin 'Bilim Teknik' ilavesindeki yazısında, " Rektör atamaları konusunda, iki cumhurbaşkanı arasında 'nitelik' farkı yok; ikisi de bilimsel açıdan yetersiz kişileri atıyor " diyor Prof. Celal Şengör.
Sonra da ekliyor: " Tek fark: Ahmet Necdet Sezer solcuları atıyordu, Abdullah Gül ise dincileri atıyor. Ama neticede ikisi de üniversiteye zarar veriyor. "
'Bilimsel yeterlilik' derken neyi kastettiğini ise şu örnekle açıklıyor: "Sezer'in YÖK Başkanı yaptığı Prof. Erdoğan Teziç ile Gül'ün YÖK'ün başına getirdiği Prof. Yusuf Ziya Özcan arasında bilimsel yeterlilik açısından ne fark var? Uluslararası standartlarda kaç makale yazmışlar ve bu makaleler kaç atıf almış? İki cumhurbaşkanı da ' bilimsel ' kıstas değil, ' politik ' kıstas kullanıyor. "
İlavenin yöneticisi Orhan Bursalı yazıyı yayınlamış ama kınamadan da edememiş. " Şengör Hoca'nın bu yaptığı ayıptır " diyor ve tahmin edeceğiniz gibi Sezer'i savunuyorProf. Şengör haklı ama tam da haklı olduğu için yanılıyor!
Haklı: Dediği gibi, bizde üniversite rektörleri 'bilimsel yeterlilik' ölçütüyle atanmıyor.
Yanılıyor: Sadece Türkiye'de değil; dünyanın hiçbir yerinde bir rektör, 'bilimsel yeterlilik' kıstasıyla atanmaz.
Çünkü atansa da, seçilse de, rektör adayı " yüksek kalitede bir bilimci olduğu için " o makama getirilmez .
Hiçbir rektör atamasında (ya da seçiminde), kişinin yazdığı makalelere ve bu makalelerin uluslararası düzeyde kaç atıf aldığına bakılmaz.
Niye? Cevabı çok basit:
Çünkü mesele o değil!
Bir rektör atanırken ya da seçilirken, " Bu kişi üniversiteyi iyi yönetir mi " diye düşünülür.
Tabii "iyi yöneticilik" de bakış açısına göre değişir. Kimine göre iyi yönetici olacak bir rektör, başkasına göre kötü yöneticidir.
Bir akademisyenin, dünya çapında kitap ve makaleler yazması, onun " iyi yönetici " olacağı anlamına gelmez .
Eğer öyle olsaydı, özellikle doğa bilimleri alanında Nobel Ödülü kazanmış her bilimciyi rektör yaparlardı.
Nasıl futbolda, "teknik direktör" aranırken, "acaba eskiden iyi topçu muydu" diye sorulmuyorsa, rektör atamasında da " acaba bilimsel faaliyeti üst düzeyde mi " diye bakılmaz.


Yani Prof. Celal Şengör, farklı kategorileri, farklı ölçütleri, farklı alanları birbirine karıştırıyor.
Ama bunu ilk kez yapmıyor.
Gelin hatırlayalım:
Ekim 2006'da, Harp Akademileri'nde yeni öğretim dönemi ilk dersini Prof. Şengör vermişti.
Eğer, dünya çapında bir jeolog olan Şengör'ün, o derste uzmanı olduğu 'deprem' konusunu işlediğini sanıyorsanız, aldanırsınız.
Ne anlattı biliyor musunuz?
Atatürk'ün eğitim anlayışını!
Akademi'den teklif geldiğinde, " Benim alanım jeoloji; Atatürk'ün eğitim anlayışını konunun uzmanı olan birisi anlatsın " dedi mi?
Hayır demedi!
Askerlerden telefon geldiğinde 'esas duruşa geçerek' konuştuğunu söyleyen Prof. Şengör, 'ricayı emir telakki ederek' o dersi verdi.
Halbuki uzmanlığı gerçekten önemseseydi, o dersi vermeyi, " Atatürk'ün eğitim anlayışı üzerine makale yazmış " bir akademisyene bırakırdı.
Bilimde şahin olanların, siyasette kukumav kuşuna dönüştüğüne sıkça şahit olduğumuz için artık şaşırmıyoruz. emra aköz sabah

Devamını BURADAN okuyun...>>>

YARSAV BAŞKANI BUNLARA NE DİYECEK

İŞTE CAN YAKACAK BELGE

Üç belge... Üçü de birbirinin aynısı olmalı... Ama üçü de farklı... İşte "can yakacak" farklar...

Yarsav Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun askerlik belgeleri incelendikçe “çelişkiler” yumağı ortaya çıkıyor.

Eminağaoğlu’na çürük raporu verilerek askerlikten muaf tutulmasını sağlayan raporlardan birisinde çok çarpıcı bir fark var. Rapor üç nüsha olarak düzenlenmiş. Bir nüshası tamamen orijinal, ikinci ve üçüncü nüshalarında ise farklı el yazısı sitilleri ve farklı ifadelerle “çürük raporu” yolunu açan KRİTİK BİR NOT düşülmüş.

Ömer Faruk Eminağaoğlu için “sağlamdır” mührünün vurulduğu rapor üç nüsha olarak düzenlenmiş ve Hava Tabip Yüzbaşı Osman Artuç imzası ve kaşesini taşıyor.
Raporun bir nüshasında (muhtemelen raporun düzenlendiği yerde kalan nüshası) “SAĞLAMDIR” mührü vurulduktan sonra raporun üstüne herhangi bir not düşülmemiş.

Ancak raporun ikinci ve üçüncü nüshalarında, ilk nüshasında olmayan eklemeler yapılmış. Tabip Yüzbaşı Artuç’un kaşeli imzasının üst tarafına el yazısıyla yan biçimde bir not eklenmiş. Ancak bu not, raporun ikinci ve üçüncü nüshasında birbirinden farklı sitilde ve farklı ifadelerle yazılmış. Yani ayrıntılarda büyük bir hata yapılmış.

İkinci nüshada Tabip Yüzbaşı Artuç’un imzasının üstüne yan biçimde “Ameliyat Raporları istenmeli” yazıyor…. Üçüncü nüshada ise “Ameliyat raporu istenmeli” yazıyor. Yazıların, yazım karakterlerinin farklılıkları hemen dikkat çekiyor. Bunun dışında, 2. Nüshada birinci ve ikinci kelimenin başharfleri olan “A” ve “R” harfleri büyük, üstelik “Raporları” denilerek çoğul ek kullanılmış.

2. nüshada ise ikinci kelimenin başharfi olan “r” küçük yazılmış ve “raporu” denilerek tekil ifade kullanılmış.

Bu ayrıntılar ortaya belgelere sonradan yapıldığı düşünülen bu eklemelerdeki hataları gösteriyor. İki el yazısı kriminal olarak karşılaştırılmalı. Ancak bundan çok daha önemli bir nokta var; Raporun birinci nüshasında “Ameliyat Raporu” ya da “Raporları”yla ilgili herhangi bir notun bulunmaması.

BÜTÜN SÜRECİ BAŞLATAN NOT
15 / 12 / 1988 tarihinde yapılan muayenesinde Eminağaoğlu’nu “çürük gösterecek” herhangi bir bulgu, tespit edilememiş. Eminağaoğlu tamamen Askerliğe Elverişli görülmüş ve rapor “SAĞLAMDIR” damgası vurularak 3 nüsha olarak düzenlenmiş. Ancak Eminağaoğlu’nu çürük kategorisine sokabilmek için belgenin ikinci ve üçüncü nüshasına birer “not” eklenmiş. Bu notla birlikte de Ameliyat Raporu ya da raporlarının istenebilmesinin önü açılmış. Bu rapor istendikten sonra da Eminağaoğlu’nu “çürük” kategorisine sokan süreç başlatılmış.

ÇÜRÜK ŞÜPHESİ VARSA “SAĞLAM” DAMGASI VURULUR MU?
Eminağaoğlu’nda en ufak bir çürük şüphesi bulunsaydı “SAĞLAMDIR” mührünün vurulmaması gerekiyordu. Ameliyat raporlarının istenmesi demek, “çürük şüphesinin varlığı” demek. Bu durumda Tabib Yüzbaşı Artuç, “SAĞLAMDIR” mührü vurmamış olmalıydı. Artuç’un bu mührü vurması, ameliyat raporu istenmesi gibi bir talebinin olmadığı yani “sağlamlıktan” emin olduğu anlamına geliyor. Bu durum, “ameliyat raporları istenmeli” ibaresinin Artuç’un bilgisi dışında ve Artuç’un ilgili birimlere gönderdiği diğer iki nüshaya sonradan eklendiği durumunu ortaya çıkarıyor.

Ancak Skandal bununla da bitmiyor… Çünkü Raporlara eklenen bu nottan sonra Çürük Raporu alabilmek için “ameliyat raporunda da” bir dizi tahrifat yapılmış. Bu tahrifatı ise belgeleriyle yarın sunacağız… aktifhaber.com
belgelerin orjinali görmek için TIKLA

Devamını BURADAN okuyun...>>>

PAKSÜTÜN KARISINA ERGENEKON SORGUSU

Ferda Paksüt’e savcıdan ACİL davet

Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’e savcılıktan "acil" ifade daveti geldi.

Ergenekon soruşturmasında sürpriz gelişme. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt, ifade vermesi için Ankara Başsavcılığı’na çağrıldı. Paksüt’e ‘sanık mı, tanık mı’ olduğu belirtilmedi

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ‘Ergenekon’ soruşturmasında dün şok bir gelişme yaşandı. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt, soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı üzerine ifade için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na çağrıldı.AVUKATINIZLA GELİN
Sürpriz çağrı, Paksüt Ailesi’nin Çeşme’de tatilde bulundukları sırada yapıldı. Ferda Paksüt’ü dün telefonla arayan Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, gelen talimat yazısını bildirdi ve “İfadenize başvurmamız gerekiyor. Sizi savcılığımıza bekliyoruz” dedi.

Ferda Paksüt’ün, Ankara dışında ailece tatilde olduklarını bildirmesi üzerine Savcı Bilgili, konunun ivedi olduğunu, ifadenin bir an önce alınması gerektiğini söyledi ve “avukatınızla gelin” hatırlatmasında bulundu.

Paksüt Ailesi, şok gelişme üzerine tatili yarıda keserek bugün Ankara’ya dönme kararı aldı. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt’ün, en geç yarın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek ifade vereceği öğrenildi.

Ferda Paksüt’ün, ‘sanık’ olarak mı, yoksa ‘tanık’ sıfatıyla mı çağrıldığı kendisine bildirilmedi.

İfade çağrısının, ‘Ergenekon’ zanlıları arasında yer alan ve hakkında ‘yakalama’ kararı bulunan eski AKP Milletvekili Turhan Çömez’in, dinlemeye takılan ve dün Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanan telefon görüşmeleriyle ilgili olduğu sanılıyor.

ÜÇLÜ ‘KAPATMA’ SOHBETİ

Haberde, mahkeme kararıyla cep telefonu teknik takibe alınan Turan Çömez’in, Anayasa Mahkemesi’nin bir üyesi ve o üyenin eşiyle yaptığı telefon görüşmelerinin içeriği yayınlanmıştı. Anayasa Mahkemesi üyesi ve eşi için “Bay X” ve “Bayan X” rumuzları kullanılarak yayınlanan haberde, üçlü arasında geçen konuşmalarda, AKP hakkında açılan kapatma davası ve sonrasına ilişkin diyaloglar yapıldığı belirtilmişti.

AKŞAM

Devamını BURADAN okuyun...>>>

SERDAR SAÇAN RÜŞVET ALDI İDDİASI

Saçan'a ağır suçlama !

Ergenekon delilleri arasında yeralan bir belgede, eski polis müdürü Adil Serdar Saçan'la ilgili şok belge çıktı.

Saçan'n Nesim Malki cinayetinin kilit ismi Erol Erkohen'i 5 milyon dolara yurtdışına kaçırdığı ileri sürüldü. Belgede Saçan'ın birçok çete liderinden rüşvet aldığı da iddia edildi.

Ergenekon terör örgütünün yöneticilerinden emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün evinde ele geçen bir belgede İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi eski Müdürü Adil Serdar Saçan'ın, işadamı Nesim Malki cinayetinde kilit bilgilere sahip Erol Erkohen'in yurtdışına çıkmasını sağladığı ileri sürüldü. Belgeye göre, Saçan, hakkında yurtdışına çıkış yasağı konacak Erkohen'e bu durumu önceden bildirdi ve karşılığında 5 milyon dolar rüşvet aldı.RÜŞVET İDDİALARI İDDİANAMEDE
Veli Küçük'ün ofisinde ele geçirilen ve iddianamenin 54. delil klasöründe delil olarak konan belgede, polis Müdürü Adil Serdar Saçan'ın birçok çete lideri ve işadamından rüşvet aldığı ileri sürüldü. “Adil Serdar Saçan ile ilgili derlenen bilgiler' başlıklı belgede, Musevi asıllı tefeci işadamı Nesim Malki cinayetinin kilit isimlerinden Malki'nin ortağı Erol Erkohen'in kaçmasını Saçan'ın sağladığı bilgisine yer verildi.

SAÇAN'IN KOHEN'LE İLİŞKİSİ VAR
Belgedeki iddiaya göre, Adil Serdar Saçan, Malki cinayetinin tüm boyutlarını ortaya çıkarabilecek bilgilere sahip olduğu ileri sürülen Erol Erkohen'e yurtdışına çıkış yasağı konulacağını önceden öğrendi ve bu durumu Erkohen'e bildirdi. Belgede Saçan'ın bilgi karşılığında Erkohen'den 5 milyon dolar aldığı ileri sürüldü. Belgede “Erol Erkohen isimli şahıs, Adil Serdar Saçan ve Ayhan Mimaroğlu ile çok yakın ilişki içinde olup, bu sayede hayali ihracat yaptığı iddia ediliyor' ifadesine yer verildi.

MÜDÜR VE EKİBİNE ARABA
Belgelerde Saçan'ın çoçuklarının, suç örgütü lideri Sedat Peker'in bir arsa anlaşmazlığı nedeniyle tehdit ettiği ileri sürülen müteahhit Yavuz Yahya'nın referansı ile İstek Vakfı okullarında eğitim gördüğü ileri sürüldü. Belgelerde “Çete liderlerinden Hakan Çilloğlu'na şubenin imkanları ve yetkileri kendi lehine kullanılarak yapılan yardımlar karşılığı o dönemde Saçan'a, yardımcısı Ahmet A.'ya, Ekipler Amiri Başkomiser Vedat M.'ye ve Tahkikat Büro Amiri Başkomiser Ahmet İ.'ye birer Honda araba alındı.'

Gizli kasası mı var?
Saçan ile ilgili rüşvet iddialarının sıralandığı belgedeki değerlendirme notu dikkat çekiyor. Notta 'Saçan ve kendisine biat etmesiyle bilinen emniyet amiri Ahmet İ. ve kendisine ait iki adet çelik kasada bazı bilgilerin mevcut olduğunun söylendiği ve kasaların anahtarlarının da sadece kendilerinde bulunduğu, kasaların nerde olduğu ve anahtarlarının da sadece kendilerinde bulunduğu biliniyor' ifadesine yer verildi.

Serdar Ortaç'ın evinde çete lideriyle pazarlık
Veli Küçük'ün ofisinde ele geçirilen belgelerde Adil Serdar Saçan'ın Dalmaz Center'ın kurşunlanması olayıyla ilgili organize suç örgütü lideri Osman Dönmez ile sanatçı Serdar Ortaç'ın evinde pazarlık yaptığı iddia edildi. Belgede pazarlığa Serdar Ortaç'ın da aracı olduğu ileri sürüldü. Belgede Saçan'ın aldığı iddia edilen iki rüşvet olayı da şu şekilde anlatıldı: 'Oktay Petrol'ün sahibi Faruk Oktay'dan 4.5 milyon dolar alındığı ve bu parayla Bandırma'da bir benzin istasyonu almış olup, bu istasyonu şubeden malulen emekli edilen Yüksel adında bir polis memuru işletiyor. Ray-Ban gözlüklerinin sahibi Selim Tekdirlik'in oğlunun kaçırılması olayının aydınlatılması karşılığı ekipler amirliği yapan Başkomiser Bülent K. aracılığıyla 500 bin dolar alındı.'

YENİŞAFAK

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ERDOĞAN'IN ARKADAŞI BİLE OLDU, AMA.?

Yol arkadaşıydı, Erdoğan'ı ateşe attı !

Özel kalemiyken, yakın halkasının içindeyken de Erdoğan'ı sürekli kandırıyormuş hem de kimsenin Ergenekon diye birşey bilmediği yıllarda !

ÇÖMEZ, NEREDEN NEREYE !

3 Kasım 2002 seçimlerinden önce Fikri Karadağ'a, “Ben Sağlık Bakanı olacağım. Sen de müsteşarım olacaksın” diye söz vermişti Turhan Çömez.

Fikri Karadağ'ı kimsenin tanımadığı bir dönemde müsteşarlık teklif edecek kadar yakından tanıyan bir isim Turhan Çömez.Dün AK Parti hakkındaki kapatma davası sürürken Turhan Çömez'e mahkeme içinden verilen tüyolardan sadece küçük bir bölümünü yayınladık. Çömez yurtdışına kaçtığı için onunla ilgili olarak Savcı Zekeriya Öz'ün elinde ne tür deliller olduğunu bilmiyoruz. Ancak Ergenekon operasyonunun siyasi ayağındaki operasyonel ismin Turhan Çömez olduğundan kuşkumuz yok. Kapatma davasının kritik bir aşamasında Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt ile Kavaklıdere Tenis Kulübü'nde buluşmaları, dinleme iddialarının gölgesinde kalmıştı. Peki Turhan Çömez o görüşmeden sonra nereye gitmişti? CHP Genel Merkezi'ne giderek Deniz Baykal ile görüşmüştü. Daha sonra Baykal ile Çömez arasındaki görüşmenin ilk olmadığı ortaya çıkmıştı. Osman Paksüt ile 2 görüşmeden sonra kalkıp doğruca Baykal'ın yanına gittiği tespit edilmişti.

Baykal'ın Ergenekon'un avukatlığına soyunduğu günlerdi. Öyle ki Ergenekon'u savunurken harcadığı enerjinin onda birini CHP için harcasa partisi ilk seçimde iktidar adayı olacak kadar bu işe kellesini koymuştu CHP lideri. Haksızlık etmeyelim bir de AK Parti'nin kapatılması için müthiş bir enerji sarfetmişti.

Bu nedenle Baykal ile Çömez arasındaki ilişki çok büyük önem arz ediyor. Çömez Türkiye'ye getirildiği taktirde siyasi projesinin ne olduğunu öğrenme fırsatımız olacak.

YENİŞAFAK

Devamını BURADAN okuyun...>>>

26.8.08

ÇÖMEZ VE MAHKEME ÜYESİNDEN KAPATMA DİYALOKLARI

CEP'TE KAPATMA DİYALOGLARI

Turhan Çömez'le Bay X'in "kapatma diyalogları" dinlemede. Bay X kim mi?

Ergenekon operasyonu kapsamında aranırken İngiltere'ye kaçtığı tespit edilen eski milletvekili Turhan Çömez'in mahkeme kararıyla yapılan telefon dinlemesinde, Anayasa Mahkemesi'nin bir üyesi ve eşiyle samimi sohbetleri kayda geçti.

AK Parti hakkındaki kapatma davası Yüksek Mahkeme'de görüşüldüğü bir dönemde gerçekleşen telefon görüşmesinde, mahkeme üyesi Bay X'in, diğer mahkeme üyeleri hakkında, "Yok yani biliyorum da şey işte onlara tabi bir grup artık kanka yani anca beraber kanca beraber" dediği ortaya çıktı.

Telefon görüşmesine katılan mahkeme üyesi X'in eşi Bayan X'in ise Turhan Çömez'e, "Alo haberin olsun gitmeden şeyi kilitleyip gitmiş, savunmayı" diye 'İçeriden' bilgi verdiği tespit edildi. Bay ve Bayan X ile Turhan Çömez'in AK Parti hakkındaki kapatma davası, Anayasa Mahkemesi ve AK Parti içindeki kulisleri birbirlerine aktarıp, ortak değerlendirme yaptıkları ortaya çıktı.Anayasa Mahkemesi üyesi Bay X, Bayan X ve eski milletvekili Turhan Çömez'in Ankara Kavaklıdere Tenis Kulübü'ndeki buluşmaları, "Dinleme" iddialarının gölgesinde kalmıştı. Olayın patlak vermesinden birkaç saat sonra eski milletvekili Turhan Çömez'in CHP Genel Merkezi'ne giderek Deniz Baykal'ı ziyaret etmesi dikkat çekmişti. Öte yandan Bay X'in kapatma davasının açılmasından sonra Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ ile karargahta kameraların kapatıldığı ve makam katının boşaltıldığı bir görüşme yapmasıyla gündeme gelmişti.

Ergenekon operasyonunu yürüten İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'ne baskın yapılmasına kadar büyüyen dinleme iddiaları nedeniyle, AK Parti hakkındaki kapatma davasının açıldığı bir sırada Bay X ile Çömez'in ne görüştükleri yeterince sorgulanmamıştı.


Mahkeme içinden tüyo

Bayan X, kapatılma davasına ilişkin mahkemenin içinden tüyo veriyor:

Bayan X: Alo haberin olsun gitmen şeyi kitleyip gitmiş savunmayı.

Turan Çömez: Öyle mi?

Bayan X: Evet, kimseye dağıtılmadı AKP savunması.

Turan Çömez: Enteresan enteresan.

Bayan X: Çok enteresan.

BU HAFTA PATLAKLAR OLACAK

Ankara Kavaklıdere Tenis Kulübü'nde Bay ve Bayan X ile Turhan Çömez'in buluştukları sırada gündeme gelen dinleme iddialarının patlak verdiği sırada orada bulunan gazetecilerden birisi de F. Ç.'ydi.

Bayan X: M. G. şeyi çağırmış. Yarın F. Ç. ile görüşecekmiş. Sen hiç benden duymuş olma. Dün F. ile beraberdim. M. G. özellikle telefon açmış. F'ye Pazar günü buluşalım demiş. Yani parti parçalanmaya başladı.

Turan Çömez: parçalanmaya başladı öyle görünüyor ne kadar toparlayabilir onun derdinde.

Bayan X: Bu niye kilitleyip gitti. Ama bu hafta çok patlaklar olacak. Neyse buluşuruz. Turancığım tamam mı? Eşinden de özür dilerim. Sen bizi gece iki - üçte arayabilirsin yani.

KULÜPTE BULUŞALIM


Bir başka görüşmede ise Bayan X'le Çömez, Ergenekon'u değerlendirdikten sonra randevulaşıyorlar.

Bayan X: Alo.

Turhan Çömez: Merhaba Turhan ben.

Bayan X: Ha Turhancığım günaydın nasılsın.

Turhan Çömez: Ya ben seni benim yanımdaki telefondan aradım gizli numara diye kabul etmedin.

Bayan X: Ne yapıyorsun. Buna pislik atıyorlar Ergenekon'la ilgili ya.

Turhan Çömez: Yani adamlar kendileri gibi davranıyorlar aşağılık herifler.

Bayan X: Tamam kaçta geliyorsun kulübe gelebilirsin.

Turhan Çömez: Kaçta istersen gelirim ben.

Bayan X: Ya ben seni esasında bir anayasa mahkemesi üyesi var. Emekli Aysel hanım onunla da tanıştırmak isterim.

Turhan Çömez: Memnuniyetle.


Bay X: Onlar kanka

Bay X ile eşi Bayan X ve eski milletvekili Turhan Çömez arasındaki görüşmenin Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmının çıktığı yurtdışı gezisiyle ilgili olduğu anlaşılıyor:

Bayan X: Alo Turhan sen misin?

Turhan Çömez: Benim ben.

Bayan X: Kusura bakma şimdi gördüm mesajını da.

Turhan Çömez: Kusura bakma bu saatte seni ben rahatsız ettim.

Bayan X: Yok ya. Niye öyle dedin ne bakımdan ilginç.

Turhan Çömez: Yani giden isimlere baktım da bana enteresan geldi.

Bayan X: Ve bunların gitmemesi gereken insanlardı biliyor musun? Yani esasında normalde mahkemede sıra var. Sıra var ve o sırada biz vardık. Mesela biz gitmeyeceğimizi bildirdik.

Turhan Çömez: Başka bağlantı şüpheleniyorum onun için.... Diye düşünüyorum.

Konuşmanın bu bölümünde Bay X telefonu alıyor ve üstü kapalı olarak bazı üyelere ilişkin düşüncelerini aktarıyor:

Bayan X: Bir dakika.

Bay X: İyi akşamlar rahatsız ettik kusura bakma Turhan.

Turhan Çömez: Mesaj atayım istedim konuya küçük de olsa dikkat çekmek için.

Bay X: Yok yani biliyorum da şey işte onlara tabi bir grup artık kanka yani anca beraber kanca beraber.

Turhan Çömez: Evet.

Bay X: Ama başka bir boyutu olabilir tabi bilemiyorum.

Turhan Çömez: Benim az çok hissetiğim şeyler var. Bir ara uğrarım ben.

Bay X: Oldu ben bütün hafta mahkemedeyim her zamanki yerimdeyim.

Turhan Çömez: Gelsem de eve felan gelirim.

Bay X: Fazla bir işimiz de yok aslında. Ha tabi eskiden olsa çok rahattı da şimdi kimliğinde belki şey olabilir. Bir şekilde haberleşiriz. Ben tekrar veriyorum Bayan X'i, iyi geceler.

Turhan Çömez: Tamam abi sağol çok teşekkürler.


Yeni parti beklentisi

Kapatılma davası ile AK Parti'de bölünme beklentisine girdiği anlaşılan Turhan Çömez, "C. ağabey" diye söz ettiği kişi ile T Bey'in yeni parti kuracağından söz ediyor.

Turhan Çömez: C. Ağabeylerden haberin oldu mu?

Bayan X: Neden?

Çömez: Onlar her halde kolları sıvamışlar. T. Bey falan yeni parti kuruyorlarmış.

Kaynak: Yenişafak


Devamını BURADAN okuyun...>>>

YAZARI UTABDIRAN TÜRBAN SAHNESİ


Balçiçek Pamir/Habertürk

Türbanlı cüzamlı mıdır?

Sahne 1

Bodrum’da bir sahil. İki haşemalı genç kız denize doğru yürüyor. Ne yalan söyleyeyim ben de uzun uzun baktım. Alışık olduğum bir görüntü değil. Bir tanesi yeşil bir tanesi mor üstelik. O sıcakta terlemezler mi diye düşündüm. Bir tanesi yanıma yaklaştı. “Biz” dedi. “Bursa’dan geliyoruz, ilk defa buraya geldik. Sizin de ikizlerinizi görünce benim de 1,5 yaşında oğlum var acaba ne önerirsiniz? Ne yapsak, otelden memnun değiliz nerede kalsak?”
Bir süre sohbet ettik. Sonra ben ikizleri simitlerine oturtup denize girdim.
Sohbet ettiğim genç kadın da kız kardeşi olduğunu sonradan öğrendiğim genç bir kızla denize girdi. O sırada diğer kadınlardan taciz başladı.
Hem de yüksek sesle.

-Şunlara bak, ne biçim kıyafet… Üstelik rüküş.
-Buralara kadar geldiler. Bodrum’un da tadı kaçtı.
-Maşallah hiçbir şeyden de geri durmuyorlar.
Utandım. Öylesine utandım ki sormayın. Biz ne zaman böylesine sert, vicdansız acımasız ve tacizkar olduk? Biz ne zamandan beri insanları kıyafetlerine ve dış görünüşlerine göre yargılar ve idam eder olduk? Hep “Sorun bizi yönetenlerde, aşağıda bir problem yok” demiyor muyduk?
Haşemalı kızlardan biri dayanamadı.
“Niye bize laf atıyorsunuz, ben de sizin gibi tatile geldim. Üstelik ben sizi rahatsız etmiyorum”
Karşıdan cevap gecikmedi.
“Görüntün beni rahatsız ediyor”
Nasıl yani? Sahne 2

İstanbul Kemerburgaz’da bir site. Sitenin sakinlerini bir telaş almış ki sormayın. Elimde bir mail var. Site sakinleri sitelerine yeni taşınan aileden son derece rahatsız olmuşlar. Neden? Çünkü ailenin “anne”si türbanlı. Diğer site sakinlerine gönderilen mailde “Hemen bir çözüm bulmalıyız deniliyor. Artık buralara kadar geldiler. Nasıl olur da böyle bir aileye ev kiralarlar anlamıyoruz. Acilen bir toplantı düzenleyip “Kimlere ev kiralanabilir” maddesinin üzerinde detaylıca konuşmalıyız.”
Kendini bilmez bir site sakini böyle bir mail atmış ne olacak ki…
Diyebilirsiniz.

Ben de öyle dedim. Bu mail bana geleli 2 ay olmuştu.
Taa ki diğer site sakinlerini cevaplarını ve konuyla ilgili önerilen çözümleri okuyuncaya kadar… İnanın öyle öneriler var ki yazmaya elim gitmiyor.
Yine utandım. Hayatımda ilk defa bu kadar net bir şekilde, ait olduğumu hissettiğim topluluktan ne kadar uzaklaştığım fark ettim birdenbire.

Sahne 3

İstanbul Levent’te bir İtalyan restoran.
Dört gün önce…
Saat 21.30’da.
Elele bir çift geldi mekana.
Kadının başı kapalı.
Kenarda bir masayı tercih ettiler.
Bir süre sonra yine taciz başladı.
Bakışlar, yüksek sesle söylenmeler, gereksiz gürültüler.
Bir süre sonra “Bir daha burayı adım atmam” diye mekanı terk edenler bile oldu.
Elimde içki kadehim ağzım açık kaldı.

O çift herkesin elinde içki kadehinden, şortlarımızdan, mini eteklerimizden rahatsız olmadan baş başa bir gece geçirmek için kalkıp restorana geliyor ve biz ne yapıyoruz? Ne yapsın adam hayatını Fatih ve çevresinde mi geçirsin?
Üstelik ortada insan haklarına aykırı bir durum yok mu?
Tekrar soruyorum biz ne zaman bu hale geldik?
Şimdi beni topa tutacak kendi deyimleriyle türban konusunda taraf olan okuyucularıma sesleniyorum. “Elinizi vicdanınıza koyun. Bu yapılanlar ayıp değil mi? Günün birinde türbanlı biri sizden bir yardım isterse el uzatmayacak mısınız? Biz böylesine insanlıktan çıktık mı?
Zaten birilerinin amacı toplumu bölmek, biz böylesine garip insanlar haline getirmek değil miydi? Peki biz niye alet oluyoruz?

Devamını BURADAN okuyun...>>>

SİNAN AYGÜN FİNANSE ETMİŞ

Sinan Aygün Finanse Etmiş

Sinan Aygün'ün evinde bulunan paralar sonrası "Ergenekon'un sponsoru" olduğu iddia edilmişti. İşte bu iddiaya kanıt olacak belge..

Ergenekon Terör Örgütü sanığı İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek’in çalışma ofisinde ele geçirilen dosyalar arasında bulunan bir belgeye göre, Ergenekon sanığı İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in organize ettiği 2005 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenen “Lozan Çıkartması” mitingine Sinan Aygün’ün sponsor olması istendiği ve kendisinden hemen tahsil edileceği belirtiliyor.

TÜM MASRAFLAR SİNAN ABİ'DEN

Ergenekon Terör Örgütü sanığı İşçi Partisi Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek’in çalışma ofisinde ele geçirilen bir belgeye göre, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’den Lozan mitingine gidecekler için derhal sponsor olması isteneceği ve bu isteğin de M.Cengiz ve Nusret Senem aracılıyla Sinan Aygün’e iletileceği belirtiliyor. Çiçek’in ofisinde bulunan belgenin ayrıntılarında ise mitingin maliyetinin kişi başına 1.350 YTL olacağı, uçak masrafının 420 YTL, Lozan kentinde düzenlenecek yemekli şehir turunun ise 300 Avro tutacağı belirtiliyor. Sanık Hikmet Çiçek’in yazdığı anlaşılan notlarda masrafların ATO Başkanı Sinan Aygün’e gidilerek “hemen sponsor olması” talebiyle tahsil edilmesi isteniyor.

Belge içerisinde yer alan notta, Lozan’a davet edilecek isim listesinde ortalama 164 ile 185 kişinin olması düşünülüyor. Listede davet edilecek kişilerin başında ise Yaşar Okuyan, Vahit Erdem, Sadık Yakut, Rauf Denktaş, İbrahim Yetkin ve Zeki Sezer notu düşülüyor.

ATO TESİSLERİ'Nİ DE TAHSİS ETMİŞTİ

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) tarafından düzenlenen ve Ergenekon Terör Örgütü lideri ve üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan ve gözaltına alınanların organize ettiği başka bir toplantı da, ATO konferans salonunda yapılmıştı.

3 Mart 2004 tarihinde Ankara Ticaret Odası'nda (ATO), İşçi Partisi’nin (İP) desteklediği ve üst düzey komutanların üniformalarıyla katıldığı, “Hilafetin İlgası” ve “Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 80. Yılı ile Günümüz Türkiyesi” konulu panel düzenlenmiş ve panel, darbe heveslilerinin gövde gösterisine dönüşmüştü. Panelde, “Ulusal Uyanış ve Birlikteliğe Çağrı” adlı bildiri sunulmuş ve toplantının sonuç bildirisinde “Bu, sıradan bir araya geliş değildir” ifadesi dikkat çekmişti.



Devamını BURADAN okuyun...>>>

AB VE SİVİL ASKER İLİŞKİLERİ

Genelkurmay, Savunma Bakanlığı’na bağlandığında...

Aynı gönülde barınması imkânsız iki sevda...

Biri diğerinin önünü kesmeye mahkûm iki heves...

Biri bitmedikçe diğeri başlayamayacak olan iki ilişki...

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefiyle, ‘nevi şahsına münhasırlık’ iddiası arasındaki çelişki tam da böyle tarif edilebilir.

Son kullanım tarihinin çoktan geçtiğini nedense bir türlü idrak edemediğimiz “...ama bizim kendimize özgü koşullarımız var” mazereti, Avrupa Birliği’ne uzanan yolda karşımızdaki en büyük engel belki de.

Üye ülkelerle aramızdaki iktisadi mesafeyi kapatmak da, Avrupa’da mevcut kültürel önyargıları aşmak da zaman içinde mümkün...

Ama zihniyetimizdeki “nevi şahsına münhasırlık” engelini ve bunun siyasi sistemimizdeki tezahürlerini aşamadıkça “Avrupalı” olamayız, olmayacağız.

Bu tezahürlerin başında, sivil-asker ilişkileri geliyor.

Türkiye, sivil-asker ilişkilerini “sil baştan” yeniden düzenlemedikçe Avrupa Birliği’nde kabul görmeyecek.Avrupa Birliği hevesini yaklaşık üç yıldır derin dondurucuya kaldırmış izlenimi veren AKP hükümeti, kapatma davasının “hayırlısıyla” bitmesi ardından bu konuda önemli bir adım atarak, üyelik sürecinde “yol haritası” işlevi gören Ulusal Programlar‘ın üçüncüsünü açıkladı.

Metinde, önceki iki Ulusal Program’da yer verilmeyen bir başlık var:

“Sivil-Asker İlişkileri...”

Taraf’ın dünkü manşetine taşıdığımız bu başlıktaki dört önemli vaadi kısaca şöyle sıralayabilirim:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin harcamalarının demokratik denetimi...

Askerî mahkemelerin görev ve yetkilerine demokratik sınırlar getirilmesi...

İç güvenlik hizmetinin sivil iradeye tabi kılınması...

Ve Milli Güvenlik Kurulu’nun, sivil yönetimin emrinde bir danışma organı olmaktan öte işlev üstlenmemesi...

Bu dört vaatten sonuncusu, gerçekleştirilmiş bir reformun etkin şekilde uygulanmasını öngörüyor; ilk üçüyse henüz hayata geçmemiş temel reformlara işaret ediyor.

Bu üç reformun gerçekleştirilmesi şu anlama gelecek:

Askerî mahkemelerin, sivilleri yargılamaya yönelik her türlü yetkisi kaldırılacak; sadece askerlik işleviyle ilgili davalara bakmakla sınırlandırılacaklar...

Ayrıca, askeriyenin harcamaları üzerinde Meclis’in ve Sayıştay’ın denetimi esas olacak; savunma bütçesi şeffaflaşacak, ve vergilerimizle bu bütçeyi karşılayan bizler paramızın nereye harcandığını bileceğiz...

Dahası, iç güvenlik hizmetinin sivil iradeye tabi kılınması için Jandarma’nın doğrudan İçişleri Bakanlığı’na bağlanması gerekecek...

AKP hükümetinin, bu reformları hayata geçirmek için ciddi çaba göstermesi ve Türkiye’nin, Avrupa Birliği üyelerindekine eş bir demokrasi olmayı hak ettiğine inanan bütün siyasetçilerin, askerlerin, sivil toplum ve medya temsilcilerinin, hükümeti bu çabada desteklemesi gerek.

Ancak, son tahlilde, Türkiye’yi sivil-asker ilişkileri bakımından “nevi şahsına münhasır” bir ülke olmaktan çıkarıp bir Avrupa demokrasisine dönüştürmeye yönelik bu çabanın hedefine ulaşması için, bence biraz daha “somut” konuşmalıyız.

İç güvenlik hizmeti üzerinde sivil denetim sağlanması, Jandarma’nın Fransa’daki gibi İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasını şart kıldığına göre, Ulusal Program’ın yapmadığını yapıp, bunu bu açıklıkla söyleyebilmeliyiz örneğin.

Ve yine, askerî bütçenin denetimi için gerekli adımın adını koyabilmeliyiz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı harcamaların hesabını, parlamenterlere ve onlar üzerinden halka vermesi gerektiğini savunuyorsak, bunun ancak tam bir şeffaflaşma ile mümkün olduğunu ifade etmeliyiz.

Böyle bir şeffaflaşmanın, Meclis ve Sayıştay denetiminin kâğıt üzerindeki varlığıyla garantilenemeyeceği aşikâr.

Genelkurmay’ın hem Savunma Bakanlığı’ndan hem bağlı olduğu Başbakanlığın bütçesinden, hem de Özel Kuvvetler için yapıldığı gibi İçişleri Bakanlığı’ndan fonlandırılmasına son vermek şart.

Bunun en sağlam yolu, Genelkurmay Başkanlığı’nı doğrudan Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak; bütün askerî harcamalara, tek bir başlık altında, Milli Savunma bütçesi dahilinde yer vermektir.

Askerî harcamalar, bütün kalemleriyle hükümetin bilgisine, Meclis’in onayına ve seçmenin denetimine ancak bu şekilde tabi kılınabilir.

Siz, hiç NATO savunma bakanlarının toplantısını izlediniz mi?

İttifak ülkelerinden bakanların, beraberlerinde (ve protokol gereği bir adım arkalarında) genelkurmay başkanları olduğu halde, buluşup konuşmasına tanık oldunuz mu?

O toplantılara genelkurmay başkanını getiremeyen tek NATO üyesinin Türkiye olduğunu fark ettiniz mi?

Genelkurmay Başkanı’nı Milli Savunma Bakanı’nın emrine tabi tutmayan “nevi şahsına münhasır” ülkemizin NATO’da bile biraz sırıttığını hissettiniz mi?

Avrupa Birliği, NATO değil.

Avrupa Birliği’nin “nevi şahsına münhasırlık” iddiasına tahammülü yok.

Sivil-asker ilişkilerini Avrupa Birliği’nin öngördüğü standarda ulaştırmanın yolunu yeniden keşfetmek gerekmiyor.

Jandarma’yı İçişleri’ne, Genelkurmay’ı Milli Savunma’ya bağlayalım, olsun bitsin.

İki sevda arasında sıkışmış marazi bir ruh gibi debelenmeyelim artık.

YASEMİN ÇONGAR TARAF

Devamını BURADAN okuyun...>>>

MEDYA VE OYUN

Medya ve oyun

Ben sizi İstanbul’da sokağa çıkamayacak hale getiririm istersem.

Televizyon bültenlerinin ilk haberleri olarak iki cinayeti veririm her gün.

Gazetelerin birinci sayfasına cinayet haberlerinin en kanlı görüntülerini koyarım.

Üç gün sonra bir dehşet şehrinde yaşadığınıza inanır, sıkıyönetim ilan edilmesini bile istersiniz.

Üstelik verdiğim haberler doğrudur da.

Gerçekten öyle cinayetler işlenmiştir.

Ama on beş milyonluk şehirde işlenen iki cinayeti, suç patlaması gibi sunduğunuzda herkesi korkutursunuz.

Bizim medya, bu oyunu askerin siyasete müdahale etmek istediği dönemlerde kullanır.

Bilmiyorum 28 Şubat’ı hatırlıyor musunuz?

Her darbe aşağılıktır ama 28 Şubat, bir de devleti inanılmaz bir arsızlıkla yağmalattığı için biraz daha aşağılıktır.

Hırsızlıklarını ve yağmacılıklarını da “laiklik” maskesi altına gizlemeyi başarmışlardır.

O dönemde herkes ülkede şeriatın patladığına inanmıştı.Erbakan’ın başbakanlık konutunda verdiği yemeğe katılan sarıklı cüppeli misafirlerin görüntüsü ilk büyük sarsıntıyı sağlamıştı.

Benim için o yemek hâlâ bir muammadır.

Bir darbeye yardım etmek için biri plan yapsa ancak böyle bir iş yapabilirdi.

Gerisini ise üç başrol oyuncusuyla yüz kişilik bir figürasyon ekibi tamamladı.

Siyah külahlı, siyah uzun cübbeli, ellerinde uzun sopalar olan yüz kişi şehir şehir bütün ülkeyi dolaştı.

Her akşam televizyonlarda onlar vardı.

Görüntüleri çok etkileyiciydi.

Arkasından Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz üçlüsü çıktı.

Ali Kalkancı bir şeyhti.

Müritlerinden Fadime Şahin ile “ilişkisi” vardı.

Günlerce “şeyhle” sevgilisini izledik.

Dinden ve dindarlardan kuşku duyulmasını sağlayacak sahnelerdi gördüklerimiz.

Sonra Müslüm Gündüz’ün yaşadığı felaket yansıdı ekranlara.

Bu sefer aynı Fadime Şahin, bir başka şeyh olan Gündüz’le basılmıştı.

Üstelik baskın sahnesi bütün detaylarıyla kameralar tarafından çekilmişti.

Yarı çıplak, şaşkın yüzlü bir adam vardı.

Bu iki “skandal” ülkeyi ayağa kaldırdı.

Kimse, iki skandalda da aynı kadının başrolü oynamasındaki tuhaflığa şaşırmadı.

Yetmiş milyon nüfus vardı ama ne tesadüfse iki şeyhin koynuna giren de aynı kadındı.

28 Şubat darbesi bu gösterinin ortasında gerçekleşti.

Medya sayesinde istediğini ele geçirdi.

Ve, medya patronlarını paraya boğdu.

Sonra Fadime Şahin ortadan kayboldu.

İki şeyhle de basılma becerisini gösteren o “sıradan kadın” sırra kadem basmıştı.

Ardından Aczimendiler yok oldu ekranlardan.

Sonra şeyhler de kenara çekildi.

Geldik bugünlere.

Darbecilerin “cici maması” olan “laiklik” gene gündemde.

Ama ortada 28 Şubat’taki kadar “spektaküler” görüntüler yok.

Öyle görüntüler olmayınca, istenen ortam yaratılamıyor.

AKP’li belediyelerin içki yasaklamaları yetmiyor arzulanan “ambiansın” oluşmasına.

Bize “şeyhler” lazım.

Ve, Alev Er geçen gün Ergenekon iddianamelerini okurken bir telefon konuşmasına rastladı.

Ergenekon sanıklarından biri telefonda konuşurken “nerede bu bizim Kalkancı” diyordu.

İşin peşine düştük.

Telefon konuşmasını yapan ikinci kişiye ulaştık.

Anladık ki “bizim Kalkancı”, şu bizim Ali Kalkancı.

28 Şubat’ın ünlü şeyhi.

Ergenekoncular da aynı şeyhi arıyor.

Onunla bir şeyler yapacaklar.

28 Şubat’ın iki skandala ancak tek kadın bulabilmesinin de gösterdiği gibi “darbe göstericilerinin” sayısı pek bol değil bu ülkede.

Kadro dar.

Darbeye her heveslenen aynı kadronun kapısını çalıyor.

“Bizim Kalkancı”yı arıyor.

Zaten, Ergenekon davasının ortaya koyduğu en önemli gerçeklerden biri bu.

Kadronun darlığı.

Ergenekon’u incelerken Susurluk’a rastlıyorsunuz.

Susurluk’un baş aktörleri Ergenekon’da da karşınıza çıkıyor.

Sonra aynı iddianamenin içinde 28 Şubat’ın isimlerine ulaşıyorsunuz.

Ergenekon çözüldüğü zaman, Susurluk’un da, 28 Şubat’ın da sırlarını çözeceğiz.

Ergenekon, yakın tarihin “suç deltası” gibi.

Yıllardır akan suç nehirleri bütün değerli “elemanlarını” Ergenekon’da biriktirmiş.

Ergenekon, Ergenekon’dan daha fazla bir şey.

Yakın tarihin darbecilik külliyatında bulunan neredeyse bütün “derin devlet” unsurları bu çetenin içinde.

Burayı aydınlatınca yakın tarihi de aydınlatacağız.

Eğer, 28 Şubat’ın o “tek sesli, tek çıkarlı” medyası olsaydı, büyük bir ihtimalle Ergenekon da amacına ulaşırdı.

“Bizim Kalkancı”larla istediği havayı yaratırdı.

Ama o günler geçti.

Ergenekoncular ve onların hâlâ varlığını sürdüren medyadaki uzantılarının bir türlü anlayamadığı da bu zaten.

Hayatın ve Türkiye’nin değişmiş olduğu.

“Bizim Kakancılar” yetmiyor artık bu ülkeyi yolundan saptırmaya.



Devamını BURADAN okuyun...>>>

ERGENEKON VE 28 ŞUBAT BAĞLANTISI

ÇETE ŞEYHİNİ ARIYOR

Ergenekon tutuklusu Zekeriya Öztürk’ün, iddianame ekindeki telefon kayıtlarının izini sürdük ve çetenin 28 Şubat’ın aktörü Ali Kalkancı bağlantısını bulduk

ASKERİN ‘HACO’SI KALKANCI

Ergenekon sanıklarının dinlemeye takılan telefon görüşmeleri, bazı askerlerin 28 Şubat sürecinin en medyatik ismi Ali Kalkancı’yla ilişkide olduğunu ortaya çıkardı. Kayıtlara göre emekli Yüzbaşı Öztürk Kalkancı için “Bizim hoca” diyor

Her satırı bir isme, isimden olaya, olaydan yeni bir isme götürerek, adeta örümcek ağı gibi ilmek ilmek büyüyüp yayılan Ergenekon vakasını tamamen netleştirebilmek için üç değil 13 savcının bile az geleceğini gösteren bir örnek de iddianamenin eklerinde yer alan 13 nolu klasördeki bir iletişim tespit tutanağı oldu.ÖZTÜRK GÖRÜŞMEK İSTİYOR • Tutanaklar, Ergenekon sanıklarından emekli Yüzbaşı Zekeriya Öztürk ile sonradan emekli Üsteğmen olduğunu öğrendiğimiz Cengiz Palacan arasında geçen bir telefon görüşmesinin dökümünü içeriyor. Öztürk, Palacan’dan 28 Şubat sürecinin en medyatik isimlerinden Ali Kalkancı’nın telefonunu istiyor. Cengiz Palacan’ın Kalkancı’yla tanıştırdığını söylediği kişi ise Kemal Ermutlu. Ne tesadüf ki Ermutlu da eski bir asker.

‘BİZİM HOCA ALİ KALKANCI’ • Emekli Yüzbaşı Mehmet Zekeriya Öztürk’ün “bizim hoca” dediği, “ya bir tane salak” diye tarif ettiği, Cengiz Palacan’ın da “Hangisi komutanım” diye yanıt verdiği telefon dökümündeki konuşma oldukça ilginç bir seyir izliyor. Öztürk’ün “ee hocanın adı ee bu Kalkancı, Kalkancı” dediği Ali Kalkancı’nın ‘Kemal’ diye biriyle görüşmeye devam ettiği de Palacan’ın yanıtlarından anlaşılıyor. ‘Kemal’ ise, Cengiz Palacan’ın Ali Kalkancı’yla ofisinde tanıştığını söylediği Kemal Ermutlu. Konuşmanın devamında Öztürk, Kalkancı’ya ulaşırsa göndereceği kişinin yapmasını istediği şeyi de şu cümlelerle tarif ediyor: “O Pez..gi gidip bir becersin yani.”

ASKERİ SİVİLLER • Sözü edilen Kalkancı’nın Ali Kalkancı olduğunu gazetemiz Taraf’a doğrulayan Cengiz Palacan ise Mehmet Zekeriya Öztürk ve Ali Kalkancı’yı tanımanın yanı sıra, internet sitelerinde ve yazılım şirketlerindeki ‘görev tanımları’ ve bunlara ilişkin sorulara verdiği yanıtlarla oldukça ilginç bir portre çiziyor. Öztürk’ün ‘Kemal’ dediği kişinin Kemal Ermutlu olduğunu söyleyen Palacan’ı bu isimlerle buluşturan yer ise Kuleli Askeri Lisesi.

KALKANCI’YI ARIYOR
Taraf, emekli yüzbaşı Öztürk’ün 7 Aralık 2007’de Cengiz Palacan adlı eski bir askerle yaptığı görüşmede, 28 Şubat sürecinde ‘sahte şeyh’ olarak kasetleri ortaya saçılan Ali Kalkancı’ya ulaşmak istediğini saptadı.

ÖZTÜRK: BİZİM HOCA
Öztürk bu görüşmede kendisi de eski asker olan Cengiz Palacan’a “Bizim hoca” diye andığı Kalkancı’ya nasıl ulaşabileceklerini soruyor. Hakaret de ederek “Gazetecileri gönderip onu becerteceğini” söylüyor.

ÜÇ ASKER BİR ŞEYH
Palacan Taraf’a yaptığı açıklamada Öztürk’le görüşmesinde adı geçen kişinin Ali Kalkancı olduğunu doğruladı. Palacan’ı Kalkancı’yla tanıştıran da yine bir eski asker: Görüşmede adı geçen Kemal Ermutlu.
TARAF

Devamını BURADAN okuyun...>>>



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License