28.9.08

ÇANKAYA BELEDİYESİNİN YAMYAMLARI

İŞTE YAMYAMLAR

Eryılmaz'ın 'yamyam' diye nitelendirdiği meclis üyeleri ile yürüttüğü icraatları tek tek ortaya çıkıyor. 2005'te Çankaya Belediyespor'a 900 bin YTL'ye tesis alındı. Ancak ortada tapu yok. Tesisin başına ise kızkardeşin damadı getirildi.

BEHÇET GÜNGÖR / ANKARA
Çankaya Belediyesi'ndeki rüşvet olayı büyüyor. CHP'li belediye meclis üyelerini 'yamyamlıkla' suçlayan Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz'ın, Gayri resmi bir spor kulübümüz var' diyerek tarif ettiği Çankaya Belediyespor tesislerinin tapusuz olduğu iddia edildi. Tapusuz tesislerin başına ise Eryılmaz'ın kızkardeşinin damadı Akif Başer oturtuldu. İKİNCİ İSKİ VAKASI PATLADI

Çankaya'da her gün yeni bir skandal ortaya çıkıyor. Yeni Şafak'a konuşan Çankaya Belediye Meclisi AK Parti Grup Başkanvekili Hüseyin Öz, Çankaya'daki yolsuzlukların ikinci İSKİ vakası olduğunu ileri sürdü. Hüseyin Öz, Çankaya Belediyespor'da da büyük yolsuzluk olduğunu savunarak, 2005 yılında Gölbaşı'nda Belediyespor için Pınar Tesisleri diye bir yerin satın alındığını ifade etti. Öz, “Burası için 900 bin YTL ödendi. Açılışına bizleri de götürdüler. Bu tesisler var ama tapusu ne Belediye'de ne de Belediyespor'da. Tapusunun kimde olduğu belli değil” dedi.

Öz, bu tesislerin başına getirilen kişinin ise Eryılmaz'ın kız kardeşinin damadı olan Akif Başer olduğuna dikkat çekti. Pınar Tesisleri'nin tamamen kara düzen çalıştığını da ifade eden Öz, burayla ilgili hiçbir resmi kayıt tutulmadığını, burada paraların elden toplandığını savundu.

TAVACI'NIN PARALARI NEREDE?

Tavacı Recep Usta'nın yerinin yıkılması için Danıştay'dan karar alındığını ifade eden Öz, ancak bu dosyanın Eryılmaz tarafından uzun süre sümenaltı edildiğini söyledi. Tavacı Recep Usta'nın bulunduğu yerin bin 500 metrekarelik kapalı alanı olduğunu hatırlatan Öz, buradan alınan kiranın sadece 1000 YTL olduğuna dikkat çekti. Öz, buranın o kadar geç yıkılmasından dolayı elde edilen gelirin nereye gittiğinin şimdi ortaya çıktığını söyledi. Tavacı Recep Usta ise "Rüşvet alma da verme de yok" derken, Eryılmaz'ın ses kasedinde yer alan "Recep usta diye bir i.... var" sözünü de kendisine iade ettiğini belirtti.

VAROL'DAN DÜELLO DAVETİ

AK Parti Çankaya İlçe Başkanı Alaaddin Varol, Başkan Eryılmaz'ın sözlerinin rüşvetin itirafı olduğunu söyledi. Çankaya'daki yolsuzlukların artık ayyuka çıktığını vurgulayan Varol, “Eryılmaz burada yolsuzluk olmadığını savunuyor. Kendine güveniyorsa karşıma gelsin bunu dile getirsin. Kendisini bir televizyon kanalında düelloya davet ediyorum” diye konuştu.


İŞTE 'YAMYAM'LAR

Çankaya Belediye Başkanı Muzafer Eryılmaz'ın 'Yamyamları doyurmak için benim dört ayrı eski Muzaffer olmam gerekiyor. Bunlara para bulmak için 50 takla atıyorum' dediği ve rüşvet aldığını iddia ettiği CHP'li Belediye Meclis üyeleri dün sessizliklerini korudu. Yeni Şafak'ın ulaşmaya çalıştığı Çankaya Belediyesi'nin CHP'li Meclis üyeleri Eryılmaz'ın ağır ithamlarına rağmen, yorum yapmaktan kaçındı. Çoğu üye ise günboyu telefonlarını kapalı tuttu. Yamyamlıkla suçlanan üyeler arasında Avrasya Televizyonu'nda hükümet karşıtı tavrıyla tanınan ve 'etik' programları yapan Bahadır Tokmak da bulunuyor. İşte Muzaffer Eryılmaz'ın rüşvetçilikle ve yamyamlıkla suçladığı CHP'li üyeler:


Ayda 150 bin YTL rüşvet dağıtıyorlar

Eryılmaz'ın ses kaydında, rüşvet çarkı, ihaleye fesat karıştırma ve adam kayırmanın nasıl yapıldığı şöyle sıralanıyor: “Gayri resmi bir spor kulübümüz var. Bazen oraya yardım istiyoruz, oraya araba aldırıyoruz. Mütahitlerden alınanlar ise belediye meclis üyelerine dağıtılıyor. Bu para ayda 100-150 bin YTL'yi buluyor. Müteahhitten borç aldık, her birine bin 500 dolardan laptop dağıttık. Şimdi biz burada... Şeylerle, yamyamları onları doyurmak için benim dört ayrı eski Muzaffer olmam gerekiyor. Bunlara para bulmak için 50 takla atıyorum. Burada esas şey, imar konuları. İmarda adam diyor ki benim yerim şurada var. Diyoruz ki git, kulübe bağışla, minibüs al falan... Adamlar imar komisyonunda... Her dosyanın üzerine atlıyor. Ben buradan ne götürürüm. Hergün bunu düşünüyor... 2 milyar veriyoruz AK Partililer'le oy kullanıyorlar... Arsa için Önder Sav'la tehdit ettiler.”


28.09.2008 yenişafak

Devamını BURADAN okuyun...>>>

27.9.08

GEÇDE OLSA AİT OLDUKLARI YERDELER

Özkan, Saçan ve Çapan tutuklandı

'Ergenekon Terör Örgütü' soruşturması kapsamında Adil Serdar Saçan, Gürbüz Çapan, Tanju Güvendiren Emcet Olcaytu ve Hüseyin Nazlıkul tutuklandı.

'Ergenekon Terör Örgütü' soruşturması kapsamında gözaltına alınan gazeteci Tuncay Özkan, eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, emekli Hakim Albay Tanju Güvendiren, Emcet Olcaytu ve Hüseyin Nazlıkul tutuklandı.

Tutuklanan 6 kişi Metris Cezaevi'ne gönderildi.

Ergenekon soruşturması kapasmında dün adliyeye sevk edilen eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan, eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, gazeteci Tuncay Özkan, emekli askeri savcı Tanju Güvendiren, doktor Mesut Özcan, Aydınlık dergisi yazarı Emcet Olcaytu ve Hüseyin Nazlıkul, savcılık sorgusunun ardından tutuklanmaları istemiyle nöbetçi mahkemeye sevk edildi.

Gece boyunca süren mahkemenin ardından sabah saatlerinde karar açıklandı. Mahkeme, Mesut Özcan'ı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakırken, diğer şüphelilerin tutuklanmasına karar verdi.Kararın açıklanmasıyla birlikte adliye önünde bekleyen bir grup ise tutuklamalara tepki gösterdi.

Özkan ve Saçan hangi suçtan tutuklandı?
Gazeteci Tuncay Özkan ve diğer 5 şüphelinin tutuklanma gerekçelerinin, ''Ergenekon terör örgütüne üye olmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak'' olduğu belirtildi.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesine dün sabah saatlerinden itibaren getirilmeye başlanan Tuncay Özkan, Adil Serdar Saçan, Gürbüz Çapan, Tanju Güvendiren, Emcet Olcaytu, Mesut Özcan ve Hüseyin Nazlıkul'un savcılıktaki işlemleri gece yarısı tamamlandı.

Nöbetçi hakimin dosyayı incelemesinin ardından saat 03.00'te başlayan nöbetçi mahkeme sorgusu, saat 07.00 sıralarında sonuçlandı.

Tuncay Özkan, Adil Serdar Saçan, Gürbüz Çapan, Tanju Güvendiren, Emcet Olcaytu ve Hüseyin Nazlıkul'un, ''Ergenekon terör örgütü üyesi olmak ve örgüt adına faaliyette bulunmak'' suçundan sevk edildikleri İstanbul nöbetçi 13. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklandıkları belirtildi.

Bu arada, adliye bahçesinde bekleyen bir grup, çeşitli sloganlar atarak tutuklama kararına tepki gösterdi.

samanyoluhaber.com
27.Eylül.2008 09:

Devamını BURADAN okuyun...>>>

26.9.08

ÇERÇİOĞLU NAMAZ ŞOV YAPTI, ONUDA YANLIŞ YAPTI


CHP'li kadın vekilden namaz şov!

CHP'li kadın milletvekilinden şehit cenazesinde namaz şov! Erkeklerle birlikte en ön sırada saf tutan CHP'li kadın vekil, başını örtme gereği duymadığı gibi, ellerini yanlış bağlamasıyla da dikkat çekti.

Yüksekova'da şehit düşen Uzm. Çvş. Ragıp As, memleketi Aydın'da gözyaşları arasında son yolculuğuna uğurlandı. En ön safta bir CHP'li kadın vekil de yer tuttu.Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nde iftar saatinde evine dönerken teröristlerin bahçe duvarının kenarına koyduğu bombayı patlatmasıyla şehit düşen Uzman Çavuş Ragıp As, memleketi Aydın'ın Koçarlı İlçesi'nde gözyaşları ve tepkiler arasında, yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı törenle son yolculuğuna uğurlandı. CHP Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu, en ön safta erkeklerin arasında cenaze namazını kıldı. habervaktim
Devamını BURADAN okuyun...>>>

ÇANKAYA BELEDİYE BAŞKANINDAN RÜŞVETLİ SES KAYDI

CHP'li Eryılmaz şoke etti!

Ankara'nın Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz'ın rüşveti anlattığı ses kaydı, gündeme bomba gibi düştü! Eryılmaz, belediyedeki rüşvet çarkını birer birer anlatırken CHP'li meclis üyelerine de küfürler yağdırıyor.

CHP'li Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz'ın Çankaya'daki rüşvet çarkını anlattığı ses kaydı gündemi yerle bir etti! Kanal 7'nin yayınladığı ses kaydında Eryılmaz, rüşveti anlatırken Allahım şaştı diyor ve CHP'li meclis üyelerinden şikayet ediyor.
İşte o ses kaydından bazı başlıklar;

-Gayri resmi bir spor kulubümüz var. Biz bazen oraya yardım istiyoruz, oraya araba aldırıyoruz. Mütahitlerden alınanlar ise belediye meclis üyelerine dağıtılıyor. Bu para ayda 100-150 bin YTL'yi buluyor.

-Şimdi biz burada... Şeylerle, yamyamları onları doyurmak için benim dört ayrı eski Muzzafer olmam gerekiyor. Bunlara para bulmak için 50 takla atıyorum.

-100-150 milyar borç alında meclis üyelerine verilecek Yani bizim burada bunu yaparken de bunların bazıları dilleniyor tabi.

-Ama yapılan burada esas şey, imar konuları var. İmarda adam diyor ki benim yerim şurada var. Diyoruz ki git, kulube bağışla, minibüs al falan...

-Var yüksek rakam ondan büyük işte. Adamlar imar komisyonunda... Her gelen dosyanın üzerinde atıyor. Ben buradan ne götürürüm. Hergün koltuğunda dosya..

-Dışarı çıkıyor diyor ki işini hallettim şu kadar ver. Ben burada son dört ayda adam bizde resmen tehdit etti.

-Ben 10 gündük benim Allah'ım şaştı. Ben hiçbir işe bakamıyorum. Bu herifler için gidip mütahitten rica ettik, 75 bin dolar borç alıp, 50 laptop dağıttık.

-Cumhuriyet'e destek veriyoruz. Yani gazetelerini alıyoruz, dağıtıyoruz. Balbay'a 100 milyar ödememiz lazım ödememiz lazım ama yok ödeyemiyoruz.

-Personel dediğin işte bu tipler. Yani TİP'çi DEHAP'lı... Benim yanımda CHP'yi eleştiriyor. Burada partizanlık yapmıyorum ama partiliyim.



internethaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

25.9.08

MİR MEHMET FIRAT VE KILIÇDAROĞLU KONUŞTULAR


İşte Düelloda Konuşulanlar

Dengir Mir Mehmet Fırat'la Kemal Kılıçdaroğlu düellosunun dökümü....

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat: Birileri şunu bekleyebilir. Çok sert olacak. Biraz önce düellodan bahsediliyordu. Biz belgelerle ve belli bir adap çerçevesinde konuşacağız. Bazıları hayal kırıklığına uğrayacak.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Öncelikle size ve sayın Fırat'a teşekkür ediyorum. Bu bir düello değil. Burda sokaktaki yurttaşın rahat soramadığını soracaca bir program olacak. Siyasette yalanın uzun olmayacağını arayacağız. Tüyü bitmemiş yetimin hakkının nasıl yendiğini öğreneceğiz.Uğur Dündar:

İlk olarak iddiam ile ilgili olarak Kılıçdaroğlu'na söz veriyorum.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Değerli basın mensupları yaşamım boyunca hiç kimseye iftira atmadım. Benim kitabımda yok. söylediğim herşey belgeye bağlıdır. Belgeyi fotokopi olarak algılamam. Aslı ile doğrularım. Şaban Dişli olayında bana yine CHP kurumsal olarak Kılıçdaroğlu iftira atıyor dediler. Deniz Feneri'nde iftira atıyor dediler hala yayılıyor. Mehmet Gürhan ile Karaman arasındaki ilişkiyi ortaya koydum. Dolayısı ile söylediğim herşey doğrudur. İftira atmadım. Öyle bir niyetim de yoktur. Size bir belge gösteriyorum. Altında saygılarımla Dengir Fırat imzası var. Fırat'ın mal varlığını çocuklarının üstüne geçirdiği ile ilgili belge. Fırat sıradan bir politikacı değil. Bu dilekçeyi yazarken iyi düşünmüştür.

Bu belge Ukrayna hükümetinin Gümrük İdaresi'ne yazıyor. Menas dış ticaretin gönderdiği faturanın sahte olabileceğini incelenmesi gerektiğini söylüyor. Bu olaydan sonra sayın Fırat Gümrük İdaresi kontrolörünü şikayet ediyor. Başbakan onay veriyor. İnceleniyor. kendisi kardeşleri küçük çocukaları dahil tüm yakınları kontrolör arkadaşın yedi sülalesi inceleniyor. Müfettişlerin sonucu 'yapılacak soruşturmaya gerek olmadığı' yönünde sonuç bildiriyor. Başbakan da tamam diyor. Bir politikacı olarak sizin çocuklarınızın kardeşlerinizin üstüne geçen malların incelendikten sonra iki müfettişin aylarını vererek ortaya çıkardığı sonuç bunun fiyasko olduğudur. Muhbir şikayetçi ben değilim. Ortaya çıkmasını isteyen arkadaş Fırat. yine iki müfettiş tarafından aklanmış olmasıdır. Sayın Fırat bununla da yetinmedi bu arkadaşları görevini kötüye kullanmaktan mahkemeye verdi. Mahkeme bunun iddiadan ileriye gitmediğini somut bir delil olmadığı için beraatine karar veriyor. Şimdi bizi dinleyen vatandaşlarımıza sesleniyorum. Kim müfteridir, kim değildir. Benim söylediğimin hepsi doğru çıktı.

Bir politikacı halkın önüne çıkarken her söylediği düzeltilecekse o yanlıştır. Biz belgemizi alıp konuyu gündeme getirmeliyiz. Sayın Fırat'ın ortaya koymuş olduğu bana yönelik muhbir suçlamasının doğru olmadığını benim belgelerle takdiri size bırakıyorum.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat:

Birşeyi düzeltmem lazım. Ben hiç bir zaman Kılıçdaroğlu'na muhbirdemedim. Ben müfteri dedim. Müfteri iftira edendir. İkincisi sayın Kılıçdaroğlu çok öncesinden bir iddiada bulundu. Hayali ihcatla ilgili ve ikincisi de benim ortağım olduğu şirketin uyuşturucu kaçakçısı olduğu iddiası. Kılıçdaroğlunun söylediğine gelince. Ben siyasetçiliğiin dışında ben TC vatandaşıyım. Anayasa'nın verdiği yetkileri kullanma hakkıma sahibim. Bu tahkikatı yürüten kişi 2002 seçimlerinde Diyarbakır aday adayımıydı? 2007 yılında yine bu raporu hazırlayan kişi aday adayı mıydı? Eğer aday adayı ise organik bağ var. Doğrudur benim hakkımda haksız iddia olduğu gerekçesi ile yetkili merciler nezdinde kullandım. Bunun diğer belgeleri okuma gerekçesi görüyor. Aslında tümünü okumak lazım. Ne diyor bu belge. Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun belgesi. Mal beyanı yönünde suç olmadığı. Fakat haksız yere beni suçladığından dolayı mahkemeye sevkine karar veriliyor. Ben şikayet hakkımı kullanıyorum. Benim söylediklerimin birisi uygun bulunmuyor ve diğerleri uygun bulunuyor mahkemeye sevk ediliyor. Bu raporu da size veriyorum. Davalı Fırat: Dava: Manevi tazminat. Fakat mahkemenin kararı çok ilginç. Anayasal hak arama özgürlüğü sınırsız değildir. Başkasını karalamak için kullanamaz.

Şikayet hakkı bazı emare ve olguların varlığı yeterlidir. Sonuç reddine karar veriyor. Eğer mutlaka bir mahkeme kararı istiyorsa buyursun. Onu inceleme lütfunda bulunursa aynı şeyi burda görünecek.

Biz asıl meseleye dönelim. Ben neyle itham ediliyorum. Benim şirketimin hayali ihracat ile itham ediliyorum. Hangi belge ile sayın Kılıçdaroğlu bunu belgelerse ben de memnun olurum. Hukukun temel şeyi müddeyi iddiasını ispatlamakla mükelleftir. Önce iddia edeni dinleyelim. Benim de kendisine bir sözüm var. Burda istifa dilekçem var. Belgelerse onu götürme zahmetinde bulunur.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Sayın basın mensupları 2002 yılında aday adayı olmuştur. Doğru. Halka doğruları söyleyeceğiz. Bütün bürokratlar aday adayı olabilir. Kendilerinden de oluyor. Sayın Fırat bir düzeltme yaptı. Ben müfteriyim dedi. Başbakanlık Teftiş Kurulu bir memur üzerine yedi göbeğini inceliyorsa bu nedemektir. Bunu Başbakanlık Müfettişleri yapıyor. Kim söylüyor bunları Başbakan söylüyor. Tazminat davasında yansıma olmaz. Bir kişiye kesilir.

İhracat yapılmış gibi gösteriliyor. İhracat yapılmıyor. Döviz içerden toplanıyor. Mersin'e götürülüyor. Para dışardan geldi diye bankaya veriyorlar. Bunun üzerine teşviği alıyorlar.

Bir soruşturma oluyor. O raporda bu iş Menas yönetim kurulu başkanına soruluyor. Siz defif teşviklerini merkez bankasına geri verdiniz. O da diyor ki biz bu konuda Merkez Bankası'nı mahkemeye verdik. Parayı geri alacağız diyor. Dava Mersin İdare Mahkemesi'nde açılıyor. Dava sonucunda: 'İhracata ödenen parasal teşviklerin gerçekten ihracat yapmadan, para transferi ile yapıldığını ve paranın iadesinde hukuka aykırılık yoktur. Oy birliği ile karar alıyor. İlk mahkemedir. Firma itiraz ediyor. Temyiz dilekçesi bu. Menas eksik ve yanlış soruşturmasına itiraz ediyor. İtiraz Danıştay'a gidiyor. 10. Dairede görüşülüyor. İhracata ödenen parasal teşviklere ödenen paranın ihracat yapmadan haksız olarak elde edildiğinden bahsediliyor. Cezai mahiyetin gecikme faizi ile birlikte geri istiyor. Karar: Usül ve hukuka uygun olarak temyiz dilekçesinin kararı bozduracak nitelikte olmadığına karar veriyor. Burda çok önemli birşey var. Burda hayali ihracatın yapıldığı dönemde Fırat bu şirketin yönetim kurulu başkan verkili. Bunu nerden biliyorsunuz diyorsun. Pek çok yerde var ama ben müfettişin raporunda var. Adı geçen ticaret memurluğunun yazının incelenmesinde Fırat'ın olduğu anlaşılmıştır. Hayali ihracatı böylelikle sonlandırıyoruz.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat:

Biraz önce bu elemanın CHP ile bir organik bağının olduğu ortaya çıktı. İki seçimde aday adayıydı. Bu müfettişin raporunu okuyorum. Nedense hep noksan okuyor. Biraz daha devam etse: Firmanın diğer ortakları Dengir Fırat En önemli ikinci bu soruşturma raporu Mersin Cumhuriyet Savcılığı'na gidiyor. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı bunu inceliyor. Ve kovuşturmaya yer olmadığına karar veriyor. Takipsizlik kararı veriyor. Hüküm kısmı: Yukarda açıklanan nedenlerle soruşturma karar sayı ile kovuşturmaya gerek olmadığı reddine. İtiraz masraflarının itiraz edenden alınmasına karar veriliyor. Bu aslında Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi'nin gümrük avukatının itirazıdır. Kovuşturmaya yer yoktur diyor. Ama bu olmuyor. Bir de mahkemeye gidiyor. Kesin karara inanıyorlar mı? her vatandaş gibi kalkıp bunu niye şikayet ettin diyorlar. CHP ile bağlantısı olduğunu bilseydim şikayet etmezdim. Ben kovuşturmaya yer olmadığına karar. Mahkemenin tasdik eden kararını sundum. Şurada da basın mensuplarının alması için o dosyalardan koydum. Alırlarsa bunun fotokopisini ordan alma fırsatı olur. Siyaset yapıyoruz. Siyaset dürüstlük sanatıdır. Delillere dayanmadan ben o şirketin yönetim kurulu üyesi değilim. Ben milletvekili olduğum zaman ordan çekildim. O bilirkişi raporunda var. Orada hangi tarihten 1993 yılında kurulan şirketin hangi tarihte yönetiminin değiştiği yer alıyor. Bunun içinde onlar da var. Eğer ben bu olayın olduğu tarihte yönetim kurulu üyesi isem haklılığını kabul ederim. Soruşturma raporunda da müfettiş yazıyor. O tarihte ben sadece anonim şirketi ortağıyım.

Şimdi bu kadar ciddi bir işlem yaparken araştırma yapmadan. Şu bizim tosun, müfettiş raporu düzenledikten sonra bunun sonucu ne oldu. nereye gidecek mahkemeye gidecek. 8-9 tane yere gidiyor. Bir tanesi de gereği yapılmak üzere mahkemeye gidiyor. Savcılıktan bu hükmün ne olduğunu isteseydi. Bu belgeler eline geçerdi. Sayın Kılıçdaroğlu benim hakkımda böyle bir ithamda bulunmazdı. Kendisine tek taraflı verilen belge ile beni suçlamasını haksızlık olarak görüyorum. Ben hiç bir şeyi savunmam da mahkeme kararı olmadan iddia etmem dedim. Keşke benden daha önce bunu isteseydi. Mersin Cumhuriyet Savcılığı kovuşturmaya gerek olmadığına dair karar da buradadır. Bu konuda yapılan iddia asılsız ve çirkindir. Hukuken de geçersizdir. Ben inanıyorum ki dosyayı inceledikten sonra benden bir özür dilemeyi beklerim.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Birimiz elmadan bahsederken birimiz başka birşeyden bahsediyoruz. Yargı kararlarına sonuna kadar saygılıyım. O raporla ilgili olarak dosya zaman aşımından reddedildi. Bir dosya zaman aşımından dolayı geri dönmüşse zaman aşımına uğratılan memurlardan hesap sorulmuyor. Terfi ediliyor. Benim sözünü ettiğim Fırat'ın söylediği raporla ilgisi yok. Hazine kontrolörü ismini vereyim. Ortan Turbey'in yazdığı rapordur. Ben yazının tarihini de vereyim. Olay kesinlikle şu rapora dayanıyor. Sayın Fırat bu dosyayı gazetecilere dağıtın. Ben size Danıştay kararını okuyorum. Ben size savcılığa götürülüp zaman aşımına uğrayan belgeleri göstermiyorum. Bu başka bir rapor. Yine aday adayı olan adamın raporu yok. Bu adamların siyasetle ilgisi yok. Bu raporda gümrük müfettişi Menas'ın İngiltereye gönderdiği malları soruyor. İngiltere memurları gidiyor bakıyor. Firmanın hakkında incelemenin yapıldığı malesef bu şirketin var olduğuna dair bilgi olmadığı. Antrepolarla dolu boş bir yer olduğunu söylüyor. Soruşturmayı yapan gümrük müfettişine soruyor. Ben hayali ihracatı söylerken özellikle raporu düzenleyen arkadaşın o dönemde yapılan ihracatın Fırat'ın görevde oluduğu döneme rastlıyor. 1998 o görevden ayrılmış. Ama 1997 ve onun öncesi yapılan hayali ihracat yapıldığı dönemde Fırat görevde ve en büyük ortağı.

Ben size hem mahkemenin hem de Danıştay'ın kararını okudum. Net açık yapılmayan ihracatın belgeleridir bunlar.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat:

Çok üzgünüm böyle bir rapordan dolayı üzülüyorum. Bu rapor Ukrayna ile ilgiliydi şimdi İngiltere oldu. Danıştay kararını açıkladı. 10. daire 1994 tarihinde yapılan ihracattan bahsediyor. Nerden yapılıyor. 2003 yılında yapılıyor. 2003 yılında yapılan bir ihracatı Danıştay nasıl karara bağlamış. Bölge idare mahkemesinin kararı birbirini tutmuyor. Fotokopi çekin ve dağıtın. Bana yöneltilen suç ayrı söylenenler ayrı. Bir de zaman aşımı var. Çok ayıp çok çok çok ayıp. Hemen okuma ihtiyacını söylemek isterdim. Ben bir kez daha okumak istiyorum. İhraç edilen mallarda sorun olmadığ tespit edilmek üzere Fırat'ın suç tarihinde görevde olmadığını. Fırat'ın suç tarihi itibari ile görevde olmaması. Bu davanın düştüğüne dair tek bir belge var mı. Ben bunu kendilerine sundum. Şimdi hayali belgelerle Daşıtay şu kararı vermiş deyip başka kararı vereceksiniz. Bu kaçakçılık değil, zaman aşımından kapatılmış diyeceksiniz. Bu memurlara ne yapacaksınız. Bu konuda devamlı gündeme getirdiniz. Tartıştık. Size süre istediğiniz yerde istediğiniz zaman tartışmaya hazırım. Sahte belge göstermeyin. Yanlış ve yalan beyanda bulunmayın. Burda bir zaman aşımı yok. Zaman aşımından değil. Tarsus mahkemesi bunun uygun oludğunu söylüyor. Danıştay kararını o dosyaları çıkarın onları tartışalım. Onlar mutlaka yargıdan mutlaka neticelenmiş olması lazım. O bakımdan ben takdiri sizlere bırakıyorum. Sakın ola bana ordan evrak sallanmasın. Fotokokopi yapılır biiri bana birisi de basına verilir. Mahkeme kararlarını inceleyin. Bir de bu dava ile inceleyin. İlişki var ise hak verin. Yoksa bir daha inanmayın.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Değerli vatandaşlarım 3 tane rapor var. Birisin tarihi 2000 144/9, 2004/6 ve 2006/21-206 sayılı rapor. Benim tespit ettiğim yargı kararlarını dağıtacağım rapor 2004 tarihli rapor. Bu rapor 24 Ekim 200 bu rapor hatalı. Benim iddiam bu. Menas'ın mallarını yurtdışına götüren. Hayali ihracat yaptı diyor. Mahkemeye verdim. Danıştay'ın verdiği kararı verdim. Ben hiç bir zaman Ukrayna'ya diye söylemedim. Hayali ihracat diye söylemedim. İhracat 30 senede bir yapılan bir iş değildir. Yapılır, raporlara girer. Uzun süre bu işi yaptım. 24 Ekim 2000 tarihli raporda hayali ihracat yaptığı karar var. Daha benden ne istiyorsunuz. 3. raporu bilmiyorum. O raporu da bana verirse incelerim. Kesinleşen mahkeme kararı yok mu? Ben onlarla ilgilenmem ben yargının kesinleştirdiği size bilgiyi raporu, kimin düzenlediğini itirazı ve Danıştay'ın kararını açıkladım.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat:

Sayın Kılıçdaroğlu hesap uzmanı olup olmadığımı sordu. Peki bana birşey söyleyebilir mi biraz önce ilk sorusu vardı ya. Başbakan'ın imzası ile yalanlayacaktı. Kimdi o? Bayram Çolak adında bir arkadaştı. Onun düzenlediğini bilmiyorsa yemin ederse ve dosya üzerine yemin ederse ben inanırım. Biraz önce dağıtılan rapora dikkat edin. 3 tane gelecek. Bunların ilintisi var mı yok mu? aynı dava mı ayrı dava mı bakın. Karar bunlarla ilgili mi değil mi? Bayram Çolak'ın benim hakkımda düzenlediği rapor ile neden çok ilgilendi. Gündeme getirdi. Zannediyorum Mersin belediyesi bu kadar belge bulmuş. Bunları kendisine göndermiş. Tekrar o konularla ilgili konuşalım. Ben ne gibi konuşacaksam belgeleri takdim ediyorum. Siz de takdim ederseniz ihtilaf olmaz.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Ben yine 24 Ekim 2004 yılındaki raporu alıp dağıtması ile ilgili söz istiyorum. Söz versin her ortamda tartışalım.

Şimdi ikinci işe gelelim. Arkadaşlar benim iddiam. Fırat'ın ortağı olduğu şirketin tırında 89 kilo eroin yakalandı mı yakalanmadı mı? Sayın Başbakan'a sordum. 27 Şubat 2008'de yakalandı. Bu olay Vatan Gazetesi'nde yayınlandı. Manşetten. Eroin tırının sırrı diye yayınlandı. Ben bu haberi okudum. Sayın Fırat'ın açıklamalarını okudum. Ayrıldıktan sonra başka firmada çıkar çıkmaz beni ilgilendirmez. Fakat bir süre sonra bir belge elime geçti. Gümrükler İdaresi'ne yazılmış. Belge'de şöyle ifade var. İdaremizden her türlü işlemin durdurularak taarfıma bilgi verilmesini rica ederim. Bu şu demek bizim ürünlerimiz sınırdan geçerken engellemeyin diyor. Firma diyebilir mi diyebilir. Yazının altında A.Kadir Gürüz'ün altında Fırat deniliyor. Vekil olarak avukat imzalıyor. Ben iktidardaki partinin genel başkan yardımcısı isem. Benim adımı Gümrük Müsteşarlığına yazılan yazıya kim hangi hakla yazabilir. Bunu alan memur ne diyebilir. Dikkatli olalık diyecek. Bu sadece Menas olsa sorun yok. Siyasi nüfuzunu burada kullanmıştır. Burda soru işareti doğar. Sayın Fırat ben 1 Eylül 2007'de ayrıldım. ayrılma yazısı bu arkadaşlar. Bir daktilo ile yazılmış. Sorna ne oluyor. Yönetim Kurulu toplanıyor. onlarda diyorlar 2007'de ayrılmıştır diye karar alıyorlar. Aradan 8 ay geçiyor. Bir gün Vatan Gazetesi şunu manşet yapıyor. 10 Mayıs'ta 9 Mayıs'ta Sayın Fırat'a tır yakalandı ne diyorsun diyor. 8 ay sonra notere gidilip ben şu tarihte ayrıldım diyor. 1 sorum ayrıldığınız neden 8 ay sonra notere gidiyorsunuz. Siz tereddüt etmez misiniz? Sonra Ticaret Sicil Gazetesi'nde yayınlanmış. 4 Haziran 2008. Şimdi Sayın Fırat diyor ki ben ordan ayrıldım. Bu iki belgenin daktilonun 8 ay bekliyorsunuz da uyuşturucu olayından sonra notere götürüyürsunuz. Fırat efendim suçlular bulundu ağır cezada yargılanıyor, şoför hapiste diyor. Bizi dinleyen vatandaşlar siz bugüne kadar uyuşturucu baronlarının yakalandığını duydunuz mu? Van'da bir uyuşturucu baronlarının karakol basıp polisin burnunu kırdığını biliyorsunuz. Hapishaneye gir sana ve ailene bakarız diyor. Sen bunu uyduruyor musun? Hayır. Jandarma narkotikten davet edilen insan. Niye yakalayamıyorsunuz deniliyor. Diyor ki bizim yakalayabildiklerimiz sadece taşıyıcılar. Onların bu işle hiç bağlantısı görülmüyor. Delil ve veri elde edilmiyor. Tamamen geri planda kalıyor. Tüm dünyada bu böyle. Baba filmini hepimiz biliyoruz.

Peki nasıl yakalandı. Kırmızı, sarı yeşil hat. Yeşil hatlar hiç aranmazlar. Onlarda hiç sorun olmaz. Sarı hat evrakları incelenir, kırmızı hattaki firmalar tamamen incelenir. Menas kırmızı hatta olan bir firma. Kırmızı hatta olan bir firmayı çıkarın diye bir belge var. Niçin kırmızı hattan çıkarın derken sayın Dengir Fırat beyin ismi yazılır. Bu bürokrasi anlamadığımız yada iyi anladığım baskı anlamına gelir. İddiamı yine okuyayım size. Fırat'ın en büyük ortağının firmasında uyuşturucu yakalandı mı yakalanmadı mı? Kaygılarım da kuşkularım da bu. Kılıçdaroğlu'nun iddialarını ispatına gerek yok. Ben aşağılık sözü için özür diliyorum. Benim söylediklerimin tamamı belgeye dayalı. Asla bir tane belgeli yok. 89 kilo eroin yakalandı mı yakalanmadı mı? yazı var mı yok mu? var. Uyuşturucu haberinden sonra götürdü. Benim aklıma geldi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat:

Birincisi bütün delilleri şu dosyanın içinde var. Size dosya verdim zahmet edip bakın. Şimdi dolayısıyla ortak idim. Birşey sormak istiyorum. Ben şu tarihte hissemi şu kadar 300 bin ABD dolarına aldım diyor. Bunu yönetim Kurulu Kararı'na işliyorlar. Vatan gazetesinin yayınının yapıldığı gün ile aynı. Vatan'ın Ankara temsilcisi bana ulaştı. Ne gibi bir durum olduğunu sordu. Menas'ı aradım noter tasdikli karar zaten noter tasdikli ama alınan kararın da noter tasdikli olduğunu yazıyor. Ben orda banka havale mektuplarını gösterdim. Bazılar hisse senedi alıp satıyor ben o tarihte sattığım ile ilişkili olarak 300 bin doların hesabıma İş Bankası'na geldiğini görebilirsiniz. Dolayısı ile ben 1 Eylül'de ayrıldım. Velev ki ben ayrılmadım. Ben Menas AŞ bu işlerle uğraştığı konusun tenzil ediyorum. Benim ortağım avukat ben de avukatım. İkimiz de hukuk fakültesi mezunuyuz. Narenciye ile geçiniyoruz. Narenciyeyi bir tüccara satıyoruz. Bazen parasını alamıyoruz. Arkadaş geldi biz de bu işi yapalım dedi. Biz Menas'ın adını söyleyelim. Paketleme tesisi aldık. Mersin'de olan Menas Kooparatifi'nin tesisi vardı. Onu aldık. 1993 yılında kuruldu. Ne zamana kadar 1998'e kadar yönetimdeydi. Sadece imza yetkim yoktu. 1998 yılında seçime gireceğim için ben bu işten ayrılıyorum dedim. Bu arada ihracatımız devam ediyor. Ortak yarısındayız dedi. Kar zarar beraberiz dedi. Tamam dedim. Ama bu tesis var, buna da bir kiralama fiyatı koyalım onu da siz işletin dedi. Benim hisseme düşen 500 bin dolar zarar çıktı. Ben o kirayı da alamadım. Borçlarıma sayıldı. Bu arkadaşlarım benden dolayı iftiraya uğruyordu. Ankara'ya geldi. Ben bunu satayım dedim. Ya sen al yada bunu üçüncü kişiye satalım dedim. Oğlumla görüştüm çok masraf yapmış. Paramı gönderdiğin gün ben sana satarım dedi. İki kızımın hissesi de var dedi. Onlar da vardı. Yine banka dekontlarını incelerseniz. Ama bunlar önemli değil. Menas saedce narenciye ihracatçısı. Gelelim ki buna hadi ortak oldum. Değerli arkadaşlar birşey söylerken ayağınız yere basmalı. Sizin Tır'da eroin yakalandı mı yakalanmadı mı. Senede 1500 tır ile nakliye sevkiyat yapan bir sektör. O bakımdan ben hiç baron olmadım. 5 kuruş parayı haram parayı cebime sokmadım. Ben rahatım dedim. Yapılan yoklamada bu daha evvel takip edilen bir araç. Kaçakçılık tarafından. Geliyor yükü yüklüyor ve malı çıkarıyorlar içerisinden. Edirne hazırlıyor mahkemeye gönderiyor. Halen orda cezaevinde. İlk yakalandığı anda da ifade veriyor. Ben Irak'a yük götürmüştüm. Urfa yakınlarında bu yükü yükleyeceklerini söylemişlerdi. Bana şu kadar para vereceklerdi dedi. İfadeleri bu. Menas'tan herhangi bir ifade vermek üzere çağrılmamıştır. Eroin'in üzerinde 4 kişinin parmak izi görünüyor. Parmak izleri alınıyor ve izler uyuşmuyor. Başka şahıslar olduğu tespit ediliyor. Durum bu Menas'ın aracında eroin çıktı mı? Diyelim ki basın Finlandiya'dan kağıt getiriyor. Gelirken üzerinden uyuşturucu çıkıyor. Bunu patron mu öder. Aracın başka yerinde esrar ele geçiyor. Bu sizin mi esrarınız mı oluyor?. Siyaset yapıyoruz diye birilerini karalamayın. Siz Vatan'ın devamı sayfasına geçseydiniz. Arkasını çeviriyorsunuz Dengir Fırat şu tarihte şirketten ayrılmış diyor. Yapılan araştırmada şoför tarafından yapıldığı yazılıyor. Her cümlesinde beni ve Menas'ı aklıyor. Elinizi vicdanınıza koyun. Bu haberi okudunuz devamını neden söylemiyorsunuz. Şüphe uyandırsanız doğru ama şüphe uyandırmazsanız başka yerde tekrar edeceğim. Aksini ispat etmediğiniz sürece iftira olduğunu ve yanlız Fırat'a yönelik değil partimizin anlayışı olarak algılıyorum.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu:

Fırat şoför şüpheli bir adamı neden çalıştırır. Böyle şey olur mu? Ben size yeşil hattan geçen firmaları da söyleyeyim. Menas'ın kırmızı hatta alınmasını isteyen ben değilim. Son inceleme Ukrayna'dan gelen yazı. Çok ilginçtir ki Ukrayna, Rusya'ya yapılan ihraçta çift fatura düzenliyoruz diyor. Sayın Unakıtan ne düşünüyor. Çift fatura terimini siz söylüyorsanız sistem bitmiştir demek. Bizim partimizin tutumu bu yönde olduğu beyanı oldu. Bizim partimizin beyanı siyasi ahlak için tüm çabayı sarfetmektir. Şaban Dişli ne yaptı. Çıktı. Ben kendisine şu kürsüden teşekkür ettim. Siyasette ahlakı artırdığımız zaman ama biz bir şey yapmalıyız. Ben ortağı dahi olsam ne olur dedi. Geçen bir gazetenin manşetinde. Japonya'da dağıtılan pirincin küflü olduğu için istifa ediyorum. Ben istifa etsem diyordu etse doğru olmazdı.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat:

Ben birşey söylemeyeceğim. Anadoluda yaygın olan bir fıkra var. Analarımız habur yoğurup ekmek yapar. Eşi karşısında oturuyor. O sırada bir gaz kaçırıyor. Eşi ayıp olmadı mı diyor. O da sen geçen sene baltanın sapını kırdığın için utanmadın mı. Biz yine hayali ihracata geldik. Özür. Siyasete seviye getirmek için belgesiz konuşmayın. Delil olmadan açıklamam. Bir sürü geliyor. Açıklamam. Belgesini bulurum. Hazırlıklı olurum. Söz böyle yapmışsınız derim. Usulsüzlük ve yolsuzluk için istifa etmek gerekiyorsa önce kendi partisini soyanların istifa etmesi gerekir.

aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

YARSAV BAŞKANI MUHALLEBİCİDE

Eminağaoğlu Muhallebicide

Genelkurmay'da çalışan eşinin de yardımıyla aldığı çürük raporuyla tepki çeken YARSAV Başkanı'nın sık sık görüştüğü bir bayan avukatla görüntüleri ortaya çıktı.

Aldığı tartışmalı çürük raporuyla gündeme gelen Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'yla ilgili çarpıcı görüntüler ortaya çıktı.

YARSAV Başkanı uzun süredir değişik mekanlarda Kalkınma Bankası'nda avukat olarak çalışan Pervin Özbıçakçı ile görüşüyor. İkili sevgililer gününde saat 13.00-14.00 arasında bir araya gelerek samimi görüntüler verdi. Cafeden ayrılırken objektiflere yakalanan ikilinin ellerindeki hediye paketleri de dikkat çekiyor. Eminağaoğlu'nun Özbıçakçı'ya yüzük hediye ettiği, Özbıçakçı'nın da YARSAV Başkanı'na bir devlet büyüğüne ait önemli bir dosya verdiği iddia ediliyor.YA MUHALLEBİCİDE YA EVDE
Ömer Faruk Eminağaoğlu ile Pervin Özbıçakçı sık sık görüşüyor. İkilinin görüşme adresi ise ağırlıklı olarak Ankara Tuna Caddesi'ndeki Zeynel Muhallebicisi ya da MADO. İkilinin bazen Özbıçakçı'nın evinde de buluştukları iddia ediliyor.

PERVİN HANIM PANİK YAPTI
Konuyla ilgili görüşmek için haberi hazırlayan 8Sütun'un aradığı Pervin Özbıçakçı, Eminağaoğlu ile ilgili ilişkisini yalanlamadı. Müsait olmadığını söyleyen Özbıçakçı, daha sonra arayacağını ifade etti. "Ne zaman ararsınız?" şeklindeki sorumuza Özbıçakçı, "Daha sonra" cevabını vermekle yetindi.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Pervin Özbıçakçı, Tarsus'lu Haşim-Nuran çiftiniz kızı olarak 1967'de İskenderun'da doğdu. Ankara Barosu'na kayıtlı Avukat Uğur Arslan Dinçer ile evlenen Özbıçakçı bir süre sonra eşinden ayrıldı. Özbıçakçı'nın 13 yaşında bir kızı var.

EMİNAĞAOĞLU'NUN EŞİ NE DER BU İŞE?
YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağoğlu'nun kısa süre önce çürük raporu alarak askerlik yapmadığı ortaya çıkmış ve çürük raporundaki şaibeler dizi dizi belgelerle yayınlanmıştı.

Eminağaoğlu bu süreçte yeni çürük raporu için harekete geçmiş, iki kere GATA'ya gitmişti. GATA'ya muayeneden geçmek için ikinci gidişinde kapıda kendisini Tuğgeneral Tahir Ünal tarafından kapıda karşılanmıştı. Ancak Eminağaoğlu'nun GATA'daki bu sıradışı temasları fotoğraflarıyla ortaya çıkınca, direkt olarak MSB devreye girmiş ve yeni rapor hazırlıkları by-pass edilerek eski raporunun geçerli olduğu şeklinde açıklama yapılmıştı.
YARSAV Başkanı Eminağaoğlu'nun eşi Serpil Hanım Genelkurmay Adli Müşavirliği'nde çalışıyor. Eminağaoğlu ailesi Askeri Lojman'da oturuyorlar. kaynak 8sutun.com

YARSAV başkanı ile ilgili diğer fotoğraf ve hakkındaki belgelerin kopyaları için TIKLA

Devamını BURADAN okuyun...>>>

DERVİŞ GÜNDAY'DA MERAL GİBİ VAMPİR ÇIKTI

CHP'de İkinci Vampir Vakası

CHP'de ikinci Bayram Meral vakası. Derviş Günday artık milletvekili ama aklınıza gelebilecek her masrafını hala emekçiler ödüyor. İşte şok ayrıntılarla ikinci "vampir" vakası

Milletvekili seçildikten sonra Yol-İş'ten danışmanlık adı altında maaş almaya devam eden CHP'li Bayram Meral'den sonra ikinci 'elin üstümüzde olsun' vakası Türkiye Şoförler Federasyonu (TŞOF)'nda yaşanıyor.

Suçlanan isim bu kez Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) ve Türkiye Şoförler Federasyonu (TŞOF) eski Başkanı CHP Çorum Milletvekili Derviş Günday. TŞOF'a üye bir grup taksici, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, İçişleri ve Sanayi Bakanlığı'na verdikleri dilekçede Derviş Günday'la ilgili ilginç iddialarda bulundu.

İddialara göre, TŞOF ve TESK başkanlıkları sırasında aylık geliri 25 bin YTL'yi bulan Derviş Günday'ın halen tüm masrafları Şoförler Federasyonu tarafından karşılanıyor. Günday'a özel bir büro tutulurken, yardımcısı, koruması, şoförü ve evindeki hizmetçisinin ücretleri federasyonun kasasından çıkıyor.Aralıksız 19 yıl Türkiye Şoförler Federasyonu, 16 yıl da Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu başkanlığı yapan Derviş Günday, geçen yıl yapılan genel seçimlerde CHP'den Çorum milletvekili seçildi. Birçok yolsuzluk davasından yargılanan Günday'ın, kendisini ve arkadaşlarını Ankara Şoförler Odası kasasından usulsüz şekilde emekli ettiği mahkeme kararıyla tescillendi. Günday ve arkadaşlarının emekli maaşları kesilirken, emeklilik tazminatı ve bugüne kadar aldıkları emeklilik maaşlarının yasal faiziyle tahsil edilmesine karar verildi. Derviş Günday hakkında ortaya atılan yeni iddia ise TESK ve TŞOF başkanlığını bırakmasına rağmen bu kurumların parasıyla 'saltanat sürdüğü' yönünde. Ankaralı bir grup taksici, iddialarını bir şikayet dilekçesiyle en üst devlet kurumlarına iletti. Birçok taksici esnafının imzasının bulunduğu dilekçede, Günday'ın TŞOF'la hiçbir bağı olmamasına rağmen federasyonun tüm imkanlarından yararlandığı ileri sürülüyor. Dilekçede, "Ankara Fevzi Çakmak Sokak'taki Zümrüt Apartmanı'nın son katının kendisine tahsis edilerek tüm masraflarının federasyon tarafından karşılandığı, yine yanında çalışan A.C., şoförü M., koruması C. ve evindeki hizmetçisinin maaşının federasyon tarafından ödendiği, eşinin federasyona ait makam aracını kullandığı herkesçe bilinmektedir." denildi.

Şikayet dilekçesinde ayrıca Derviş Günday'a yakınlığıyla tanınan eski bakanlardan Tahir Köse'ye her ay 5 bin, Ersan Yavuz adlı kişiye de 16 bin YTL para ödendiği savunuldu. Şikayet dilekçesinde şu görüşe yer verildi: "TŞOF'un tüm imkanlarının halen Derviş Günday tarafından kullanıldığı, mevcut Federasyon Başkanı Fevzi Apaydın ile yönetim kurulunun da bunlara göz yumduğu ve federasyonumuzun parasının çarçur edildiği bilinmektedir. Günday'ın şoför esnafının üzerinden elini çekmesinin sağlanması, ayrıca sözünü ettiğimiz iddiaların incelenerek sorumluluğu bulunan ilgililer hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını tüm şoför esnafı adına saygılarımızla arz ederiz."

Günday'ın koruması, TŞOF personeli çıktı

Derviş Günday'a her türlü desteği vermekle suçlanan TŞOF Başkanı Fevzi Apaydın, iddiaları cevaplarken Günday'ın yanında çalışan kimseye maaş vermediklerini savundu. Cemal Ülger adlı kişinin kendi personelleri olduğunu ve maaşının federasyon tarafından ödendiğini doğrulayan Apaydın, Günday'ın telefonlarını açan ve kendisini 'Derviş Günday'ın korumasıyım' diyerek tanıtan Ülger'in gerçekte korumalık görevinde bulunmadığını ileri sürdü. Apaydın, ardından da, "Cemal'in Günday'ın koruması olduğunu söylemesi etik değil. O burada görevlidir. Cemal veya onun gibi insanlar 20 yıldır Günday'la çalıştıkları için bazen onun yanında olabilirler." diye konuştu. Fevzi Apaydın, Derviş Günday milletvekili seçildikten sonra iki ay boyunca kendisine federasyon olarak her türlü insan ve araba desteği verdiklerini kaydetti. "Seçilirken iki tane kuruluşun başkanıydı. Buradan kopması kolay değildi." diyen Apaydın, birçok TŞOF çalışanının hâlâ Günday'la baba-oğul gibi olduğunu kaydetti. Günday'a özel daire tahsis etmediklerini ancak CHP'li vekilin Zümrüt Apartmanı'na bazen gelip gittiğini anlatan Apaydın, burada Günday'la çeşitli istişareler yaptıklarını vurguladı. Apaydın, ayrıca Günday milletvekili seçilirken bazı arkadaşlarının 'çorbada tuzumuz olsun' diyerek kendisine maddi destek vermiş olabileceklerini belirtti.

aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

24.9.08

KILIÇDAROĞLU NELER YAPMIŞ NELER

Teröristleri Devlete Doldurmuş

Son günlerin yıldızı CHP'li Kılıçdaroğlu'nun devlette işe 10 bin kişi aldığı ortaya çıktı. Bunlardan 100'den fazlası PKK ve TİKKO'lu, neredeyse tamamı bölücü çizgide ...

CHP Meclis Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu, ortaya attığı iddialarla siyasetin gündemini şekillendiriyor. 6 yıl önce Meclis'e giren milletvekili, son üç aydaki çıkışlarıyla CHP'nin yıldızı oldu.

Ancak, Kılıçdaroğlu'nun yaptığı ağır suçlamaların hiçbiri henüz mahkemelerce teyit edilmedi; tıpkı 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) kendisi hakkında hazırladığı 'Kürtçü-bölücü' raporları gibi. Kılıçdaroğlu, ağustos ayı başındaki ilk ciddi çıkışında CHP adına çok sert bir kayaya çarptı.

Emekli olan Yaşar Büyükanıt'a alınan zırhlı araca ilişkin sözleri, Genelkurmay tarafından 'hazin bir iftira ve talihsiz bir değerlendirme' ifadeleriyle kınandı. Ardından Şaban Dişli olayı, Deniz Feneri davası, Zahid Akman ve Zekeriya Karaman'a yönelik suçlamaları gündeme taşıdı. CHP'li Kılıçdaroğlu'nun son iddiaları ise AK Parti'li Fırat hakkında ve öncekilere oranla çok daha ağır.'Dersim isyanı' ile meşhur Tunceli'de doğan Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara'da iktisat eğitiminin ardından hesap uzmanı olarak Maliye'ye girdi. 20 yıl içinde SSK Genel Müdürlüğü'ne kadar çıktı, 7 yıl bu görevi yürüttü. Ardından İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. 2002'de de CHP'den milletvekili oldu. Geçen yasama döneminde TBMM Plan Bütçe Komisyonu üyesi olarak teknik boyutta siyaset yapmak zorunda kaldı. 22 Temmuz seçimlerinden sonra CHP grup başkan vekilliği'ne seçildi. Bürokrasideki çevresiyle istediği belgelere kolaylıkla ulaşma avantajını kullanıyor.

10 BİN ALEVİ/KÜRT 100'DEN FAZLA TERÖRİST ATADI

Ancak Kılıçdaroğlu'nun bugüne kadar ortaya attığı hiçbir iddia yargı kararına dayanmıyor. Özellikle AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Fırat'ın uyuşturucu kaçakçısı olduğunu iddia etmesi 28 Şubat döneminde on binlerce insanı fişleyen BÇG'nin kendisiyle ilgili raporlarını akıllara getirdi. BÇG'nin raporunda Kılıçdaroğlu'nun SSK genel müdürlüğü yaptığı sırada 'Kürtçü-bölücü' faaliyetler içinde olduğu ileri sürülüyordu. Rapora göre, genel müdürlüğü döneminde SSK'ya aldığı 10 bine yakın kişinin tamamı Alevi veya Kürt kökenliydi. İşe aldığı 100'den fazla kişi PKK ve TKLP terör örgütleri üyeliği yapıyordu.


Devamını BURADAN okuyun...>>>

TOLONDA HASTANELİK, SIRADA TAHLİYEMİ VAR

Hurşit Tolon da hastaneye kaldırıldı

Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanarak Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevine konulan emekli Orgeneral Hurşit Tolon hastaneye kaldırıldı.

Alınan Bilgiye göre, Kandıra ilcesinde kaldığı Kocaeli F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde rahatsızlanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon Kocaeli Devlet Hastanesine kaldırıldı. Tolon, kaldırıldığı hastanede yapılan muayenesinin ardından cezaevine geri götürüldü.
Rahatsızlığı nedeniyle Kocaeli Devlet Hastanesine kaldırılan emekli Orgeneral Hurşit Tolon, ambulanstan sedyeyle indirildi. Tolon'un hastanenin acil servisinden içeri alınması sırasında jandarma ekipleri geniş güvenlik önlemi aldı.Muayene edildiği öğrenilen Tolon, hastanenin B Blok girişinden yürüyerek çıktı. Koyu renk takım elbiseli ve kravatlı olduğu gözlenen Tolon, ambulansla tekrar cezaevine götürüldü. Tolon'un rahatsızlığı ile ilgili açıklama yapılmadı.

Kandıra F tipi Cezaevinde tutkuluyken, geçtiğimiz hafta hipertansiyona bağlı olarak düşen ve beyin kanaması geçiren Emekli Orgeneral Şener Eruygur da hastaneye kaldırılmış, sağlık sorunları nedeniyle soruşturma savcılarının talebiyle tahliye edilmişti. AA



Devamını BURADAN okuyun...>>>

23.9.08

BOĞAZİÇİ'NDE BAŞÖRTÜSÜ ÖZGÜRLÜĞÜ BİTTİ

Boğaziçi'nin özgürlüğü başörtüye kadar!

Genç Siviller'den başörtüsü yasağına tepki: Boğaziçi rektörü vatanî görevine başladı!

Bugüne kadar sağladığı özgür ortamla tanınan Boğaziçi Üniversitesi'nde dün yasak vardı. Açılış gününde başörtülü öğrenciler kampüse alınmadı. Öğrenciler durumu protesto etti.

Yeni rektörle birlikte Boğaziçi Üniversitesi'ndeki (BÜ) özgürlükler dönemi de sona erdi. Üniversitenin açılış gününde okullarına gelen başörtülü öğrenciler, önceki yıllarda rahatça girdikleri kampüse dün alınmadı.

Bu durum karşısında şaşkınlık yaşayan öğrenciler yasağı girişte protesto etti. Olay üzerine açıklama yapan Genç Siviller hareketi de, başörtülülerin kampüse alınmamasını ilginç bir dille eleştirerek "Boğaziçi Üniversitesi'nin yeni rektörü Kadri Özçaldıran vatani görevine hızlı başladı." ifadesini kullandı.2004-2008 yılları arasında rektörlük yapan Prof. Dr. Ayşe Soysal'ın ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bu göreve atadığı Prof. Kadri Özçaldıran, üniversitedeki ilk gününe yasakla başladı. Rektör, öğrencilerin peruk takarak okula girmelerine de izin vermedi. Girişte toplanan 50-60 kişilik başörtülü öğrencinin protesosuna başı açık arkadaşları da katıldı.

Başörtülü öğrencileri destekleyen Genç Siviller yaptıkları açıklamada olayı şöyle protesto etti: "Öğrenciler içeri girmezse dersler ne kadar da iyi geçer, diyen yeni rektörü tebrik ediyoruz (!) Bu buluş tüm dünya üniversitelerini öğrenci belasından kurtarıp onları daha çok araştırmaya doğru yöneltecektir. Evrenin sırlarını keşfetmek için çalışan İsviçre'deki CERN laboratuvarlarına da bu model örnek olmalı. Şimdi esas görev, 'Üniversitelere başörtülü öğrencilerin girmesine evet; ama diğer özgürlükler de sağlanmalı.' diyen 3. yol bildirisine imza atmış Boğaziçili öğretim üyelerine düşüyor. Kapıda öğrencileriniz bekliyor. Şimdi onlara okula girebilecekleri üçüncü bir yol açmak size düşüyor. Rektörün tehditlerine boyun eğmeyin."

Yasak karşısında şaşkınlık yaşayan öğrenciler ise okullarına girememenin üzüntüsünü yaşadı. Üniversitedeki 2. yılını okuyan B.C. eğitim yılının ilk gününde yaşadıklarına anlam veremediğini söyledi. B.C. "Yasa geçen yıl da aynı yasaydı, ancak özgürdük. Şimdi rektör değişti ve bizi engelliyorlar. Bu ne biçim anlayış." dedi. Eğitim haklarının ellerinden alınmasına tepki gösteren öğrenci grubu, daha sonra güvenlik görevlilerinin engellemelerine rağmen toplu halde kampüse girerek sınıflarına gitti. Bu olayın ardından kapıdaki güvenlik görevlileri başörtülü öğrencilerin geçmesine engel olmadı. İlk gün okullarına eylem yaparak giren öğrencilerin bundan sonraki günlerde neler yaşayacağı ise merak konusu oldu.

Başörtüsü yasağına 'özgürlüklerin kalesi' olarak bilinen Boğaziçi Üniversitesi de katıldı. Eğitim yılının ilk günü öğrenciler, yeni rektörün direktifiyle okula alınmadı.

Rektör Boğaziçi'nde kaliteyi düşürdü
Boğaziçi Üniversitesi'nde, dün sabah ders başı yapmaya gelen öğrenciler, üniversitenin yeni atanan rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran'ın aldığı başörtüsü yasağı kararıyla karşılaştılar. Başörtülü olarak okula alınmayan öğrenciler, karara tepki olarak üniversitenin güney kapısında toplanarak Boğaziçi Üniversitesi tarihinde ilk defa uygulamaya sokulan yasağı protesto ettiler. Kapı önünde toplanan yaklaşık 200 kişilik gruba çok sayıda öğrenci de destek vererek derslere girmedi.

OKULUN TARİHİNDE İLK
Grup daha sonra, yasağı tanımadıklarını belirterek, kalabalık bir şekilde turnikelerden güvenlik görevlilerinin müdahalesine rağmen okula giriş yaptı. Grup bu sırada alkış ve ıslıklarla rektörlük önüne geldi ve yönetimi protesto etti. Öğrenciler yaptığı açıklamada okulun tarihinde ilk defa böyle bir uygulamaya gidildiği belirtilerek, başörtülü öğrencilerin şapkayla bile içeri alınmamasının mantığa sığmadığını ifade ettiler. Okul öğrencisi Ferhan Soylu, yasağı, aklı, vicdanı ve fikri hür çağdaş üniversite öğrencileri olarak protesto ettiklerini belirterek, "Yüzlerce öğrenciyi mağdur eden, demokrasiye inanan kesimleri, ülkenin geleceği konusunda hayal kırıklığına uğratan bu uygulamanın Boğaziçi öğrencileri olarak bir an önce sona erdirilmesini istiyoruz" dedi.

Zeynep Çalışkan adlı öğrenci ise güvenlikçilerin aşağılamaları ile karşı karşıya olduklarını söyleyerek, bu duruma tepki gösterdi. Bu arada Boğaziçi Üniversiteliler Derneği bir açıklama ile yasağı protesto etti. Açıklamada uygulamanın okul geleneklerine uygun olmadığı belirtilerek, "Boğaziçi Üniversitesi'nde gardrop modernizmi hortladı" denildi.

Zorla kağıt imzalatmak istediler
Üniversite kapısında güvenlik barikatıyla karşılaşan başörtülü öğrencilere rektörlük tarafından hazırlanan ve içeriğinde "Başörtülü girdiğim takdirde tüm hukuki sonuçları önceden kabul ediyorum" yazılı bir kağıt imzalatılmak istendi. Kağıdı imzalamayan çok sayıda başörtülü öğrenci ise Güney Kampüsü'nün kapısında bekledi. Önceki yıllarda üniversitelerinde başörtüsü ile ilgili bir problem yaşamadıklarını belirten Şeymanur Ekren, sabah ilk derse girmek için geldiklerinde engellendiklerini söyledi. Ekren, "Bize rektörden aldıkları kağıdı gösterip 'Ancak bu kağıdı imzalarsanız içeri girersiniz' dediler. Önceki yıllarda bu tür bir uygulama yoktu. Şaşkınlık içindeyiz" dedi.


23.Eylül.2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>

MEDYA ACIMASIZCA LİNÇ ETMİŞTİ

Medya Linç Etti Mahkeme Akladı

Denizli'de öğrencilere 'namaz kitabı' dağıttığı iddiasıyla gazeteler tarafından hakarete uğrayan öğretmen, mahkeme kararıyla aklandı.

Din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmeni Mehmet Yıldız, basında yer alan haberler suç duyurusu kabul edilerek 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde açılan davada beraat etti. Yaklaşık 1,5 yıl süren dava sonucunda, Mehmet Yıldız'ın, kitabın dağıtıldığı ileri sürülen 23 Nisan 2007'de Türkiye'de olmadığı da ortaya çıktı.

Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş), 15 Mayıs 2007'de Denizli Gazeteciler Cemiyeti'nde basın toplantısı düzenleyerek Yeşilköy İbrahim Cengiz Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda, Namaz Gönüllüleri Platformu tarafından hazırlanan 'Dinin Direği Namaz' isimli kitabın dağıtıldığını ileri sürdü. '27 Nisan e-muhtırası' olarak kayıtlara geçen Genelkurmay bildirisinin ardından ortaya atılan bu iddia özellikle Doğan Grubu gazetelerinde genişçe yer aldı. Hürriyet, 'Okulda cihat propagandası iddiası', Milliyet, '23 Nisan'da öğrencilere namaz kitabı', Radikal ise 'Türkiye, Denizli olmasın' manşetiyle iddiayı kamuoyuna duyurdu. Haberlerin ardından Denizli Valiliği olayı soruşturmak üzere müfettiş görevlendirdi. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı ise basında yer alan haberleri suç duyurusu kabul ederek 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açtı. Ancak müfettişler davanın sonucunu beklemeden Yıldız'a idari para ve kınama cezası verdi. Yıldız, evinin yakınında bulunan ve başmüdür yardımcısı olarak görev yaptığı Yeşilköy İbrahim Cengiz Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'ndaki görevinden alınarak, uzak bir mahalledeki Dr. Bekir Sıddık Müftüler İlköğretim Okulu'na öğretmen olarak atandı.

Denizli 4. Asliye Ceza Mahkemesi, 1,5 yıl süren yargılamanın ardından Yıldız'ın kendi branşıyla ilgili kitabı bazı öğrencilere dağıtmış olmasının görevi kötüye kullanma suçu oluşturmayacağına karar verdi. Mahkeme, yaptığı araştırmada, Yüksek İslam Enstitüsü mezunu olan, çalışkanlığından dolayı maaş mükafatı, üç takdir ve üç teşekkür belgesi verilen Yıldız'ın dağıttığı iddia edilen kitap hakkında yasaklama ve toplatma kararı olmadığına işaret etti. Mahkeme kararında şöyle denildi: "Söz konusu kitap, dosyada mevcut yazı ve raporlardan anlaşılacağı üzere İslâm dini ve dinin emirlerinden olan namazla ilgilidir. Kitabın bazılarımızca beğenilmemesi veya uygun görülmemesi, böyle bir suçu oluşturmasını gerektirmeyeceği anlaşılmakla sanığın beraatine karar vermek gerektiği kanaatine varılmıştır." Yıldız, mahkemeye sunduğu belgelerde kitabın dağıtıldığı iddia edilen 23 Nisan'da yurtdışında (Suriye'de) olduğunu, izin ve pasaport belgeleriyle ispatladı.

Memur Sendikaları Konfederasyonu'na bağlı Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim-Bir-Sen) Denizli Şube Başkanı Ahmet Sert, Yıldız'ın yalan bir bilgi sebebiyle linç edildiğini söyledi. Eğitim-İş'in olaylarda siyasi davrandığını ifade eden Sert, ilgili sendikanın "çamur at, izi kalsın" mantığıyla hareket ettiğini söyledi. Sert, Yıldız'ın bütün haklarının iade edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

KANADOĞLU VER PARALARI GERİ...

Kanadoğlu "Yolsuzluk" Yapmış

Sayıştay Müfettişleri Ondokuz Mayıs Üniversitesi'ni denetlerken çarpıcı bir usulsüzlük tespit etti. Baş aktörler Sabih Kanadoğlu ve Vural Savaş

Sayıştay müfettişleri yolsuzlukla mücadelede ilginç bir raporun altına imza attılar. Müfettişler, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi tarafından düzenlenen iki ayrı etkinliğe katılan ve 162’şer YTL harcırah alan Yargıtay Eski Başsavcıları Vural Savaş ve Sabih Kanadoğlu’nun parayı geri ödemesini istedi. Üniversite yönetimini usulsüz ödemeyle suçlayan müfettişler, eski rektör Prof. Dr. Ferit Bernay’ın yasalara aykırı davrandığını belirtti. Raporlarda, Kanadoğlu’na 2007’de üniversitede Çağdaş Demokrasi ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ adlı konferansa katıldığı için, Vural Savaş’a da aynı yıl üniversitenin konuğu olarak ağırlandığı için harcırah ödendiği vurgulandı.

aktifhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ERGENEKONDA YENİ GÖZALTI DALGASI

Ergenekon'da ŞOK gözaltılar-TAM LİSTE

Ergenekon operasyonunun bugün gerçekleşen son perdesinde sürpriz isimler gözaltına alındı.

İŞTE BUGÜN GÖZALTINA ALINANLAR

- Tuncay Özkan
- Adnan Bulut (Kanaltürk televizyonunun eski haber müdürü)
- Mesut Özcan (Tuncay Özkan'ın doktoru)
- Tanju Güvendiren (emekli askeri hakim)
- Mahir Akkar
- Gürbüz Çapan (Esenyurt eski belediye başkanı)
- 4 Adli Tıp Uzmanı
- Tuncay Mollaveyisoğlu
- Evrim Baykara
- Şafak A.
- Yıldıray B.
- Mustafa T.


16 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların aldığı mahkeme kararıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'de eş zamanlı operasyonlar gerçekleştirildi. İstanbul Organize Polisi'nin gerçekleştirdiği operasyonlarda Gazeteci Tuncay Özkan, Esenyurt eski belediye başkanı Gürbüz Çapan, 1 eski Emniyet müdürü, 1 emekli askeri savcının da aralarında bulunduğu 16 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Kanaltürk eski çalışanları Duygu Dikmenoğlu, Tuncay Mollaveyisoğlu, Adnan Bulut, Evrim Baykara ile 4 Adli Tıp uzmanı da bulunuyor. Polis Kanal Biz televizyonunun İstanbul ve Ankara'daki adreslerinde de arama yapıyor. Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan son operasyonda gözaltına alınan zanlılar İstanbul Organize Şube'de sorguya alınacak. TUNCAY ÖZKAN GÖZALTINA ALINDI

Gazeteci Tuncay Özkan, Ergenekon soruşturması kapsamında İstanbul'daki evinde gözaltına alındı.

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Beşiktaş'taki evinde halen arama yapılan gazeteci Tuncay Özkan'ın eski avukatı CHP milletvekili Şahin Mengü, Özkan'ın sabah saatlerinde telefonla arayarak ''Gözaltına alınıyorum'' dediğini bildirdi.

POLİS, TUNCAY ÖZKAN'IN YENİ KANALINDA ARAMA YAPIYOR

Tuncay Özkan'ın yeni televizyon kanalı "Kanalbiz"de arama yapılıyor. Sabah saatlerinde gelen polisin yaptığı arama ve incelemeler devam ediyor. Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Hayrettin Ertekin'in ortağı olduğu ve daha sonra kapatılan Business Channel'in bulunduğu yerde kurulan Kanalbiz de mercek altına alındı. Kanaltürk'ü sattıktan sonra Tuncay Özkan tarafından kurulan Kanalbiz'e sabah saatlerinde baskın düzenlendi. Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri sabah saatlerinde geldikleri kanaldaki arama ve incelemeler devam ediyor.


KANALTÜRK ESKİ HABER MÜDÜRÜ GÖZALTINA ALINDI

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Kanaltürk televizyonunun eski haber müdürü gazeteci Adnan Bulut, İzmir'de gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Organize Suçlar Büro Amirliği ekipleri, İzmir'de bir otelde kalan Bulut'u gözaltına aldı.

Bulut'un işlemleri tamamlandıktan sonra İstanbul'a gönderileceği bildirildi.


DUYGU DİKMENOĞLU DA GÖZALTINDA

Tuncay Özkan dışında, bugün gözaltına alındığı iddia edilen bir diğer ünlü isim de Duygu Dikmenoğlu. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Özkan'ın Aşiyan'daki evine sabah saatlerinde gelen polis arama ve inceleme çalışmalarına devam ediyor. Arama işlemleri sırasında Özkan'ın yanında manken sunucu Duygu Dikmenoğlu'nun da bulunduğu iddia edildi.


GÜRBÜZ ÇAPAN DA GÖZALTINA ALINDI

Esenyurt eski belediye başkanı Gürbüz Çapan ve bazı adli tıpçılar da Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Esenyurt eski Belediye Başkanı, Cumhuriyet gazetesi ortaklarından Gürbüz Çapan, sağlık kontrolünden geçirildi.

Esenyurt Esenkent Özdeniz Villaları'ndaki evine sabah 06:00 sıralarında gelen polis ve jandarma ekipleri tarafından yapılan arama sonrası gözaltına alınan Gürbüz Çapan Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne götürüldü. Çapan burada sağlık kontrolünden geçirildi. Sorulara kısaca yanıt veren Çapan, "Ergenekon soruşturması nedeniyle" gözaltına alındığını söyledi. Çapan sağlık kontrolünün ardından Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

TUNCAY ÖZKAN'IN DOKTORU DA GÖZALTINDA


Ergenekon Soruşturması kapsamında gazeteci Tuncay Özkan'ın İstanbul'da gözaltına alınmasının ardından doktoru Mesut Özcan da Ankara'da gözaltına alındı. Adli Tıp'ta sağlık kontrolünden geçirilen Özcan, Ankara Emniyeti'ne götürüldü.

Mesut Özcan, adliye çıkışında, gazetecilerin sorusu üzerine, ''Neyle suçlandığımı bilmiyorum. Evimden alındım, arama yapıldı'' dedi.

EMEKLİ ASKERİ HAKİM DE GÖZALTINDA

Ankara'da Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınanların sayısı 3'e yükseldi. Gözaltına alınan Tanju Güvendiren'in emekli askeri hakim olduğu öğrenildi. Güvendiren ile birlikte gözaltına alınan ve ''adli bilirkişilik'' yaptığı bildirilen Mahir Akkar isimli şahıs, Adli Tıp'tan çıkışında gazetecilere ''Ergenekon örgütü üyesiymişiz, alakamız yok. Piyango bize de vurdu'' diye konuştu.

ÇİLLER'İN DYP'SİNDEN MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMUŞ

Ergenekon opersayonu kapsamında gözaltına alınan Tanju Güvendiren'in emekli askeri yargıtay üyesi olduğu ve Futbol Federosyonu'nda Tahkim Kurulu üyeliği yaptığı belirtildi. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde bir dönem askeri hakim olarak görev yapan Güvendiren'in Tansu Çiller'in DYP Genel Başkanı olduğu dönemde Balıkesir'den milletvekili adayı da olduğu öğrenildi. Güvendiren ile birlikte gözaltına alınan Mahir Akkar'ın adli sicil memuru olduğu belirtildi. Gözaltına alınan üçüncü zanlı Mesut Özcan ise adli tıp çıkışında ''Tuncay Özkan'ın doktorumuzsunuz'' sorusuna ''kalp cerrahıyım'' diyerek yanıt verdi.

İSTANBUL'DA GÖZALTINA ALINANLAR SAĞLIK KONTROLÜNDEN GEÇİRİLDİ

Ergenekon operasyonu kapsamında İstanbul'da gözaltına alınan Şafak A., Yıldıray B., ve Mustafa T.., sağlık kontrolünden geçirildi. İstanbul'da gözaltına alınan Şafak A., Yıldıray B. ve Mustafa T., Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne getirildi. Zanlılar, sağlık kontrolünün ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.


23.Eylül.2008
samanyoluhaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

TUNCAY ÖZKAN NİHAYET MURADINA ERDİ

T.Özkan gözaltında; Benide alın demişti

Ergenekon operasyonu kapsamında gazeteci Tuncay Özkan, İstanbul Bebek'teki evinde sabah saatlerinde gözaltına alındı. Polisler evde arama yaptı.

Kanal Türk televizyonunun eski sunucularından Duygu Dikmenoğlu ile haber müdürü Adnan Bulut da gözaltına alındı.

İstanbul, Ankara ve İzmir'de Tuncay Özkan ve Evrim Baykara'nın da içinde bulunduğu toplam 10 kişinin gözaltına alındığı belirtiliyor.

CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, Tuncay Özkan'ın sabah 06.45 sıralarında kendisini aradığını ve 'Beni gözaltına alıyorlar' dediğini kaydetti.Tuncay Özkan'ın, Bebek Cevdetpaşa Caddesi'ndeki evinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığının koordinasyonunda Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince başlatılan arama sürüyor.

Konuyla ilgili olarak soruları yanıtlayan CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, eskiden Özkan'ın avukatlığın yaptığını belirterek, milletvekili olması dolayısıyla artık avukatlık yapmadığını ifade etti.

Mengü, Özkan'ın sabah saatlerinde kendisini telefonla aradığını anlatarak, ''Sabah beni aradı. Saat 06.30 gibi. 'Ağabey beni gözaltına alıyorlar. Evde arama var' dedi'' diye konuştu.

İnsanın böyle durumlarda şok olduğunu ifade eden Mengü, polisin evde ''Ergenekon'' soruşturması kapsamında arama yaptığını kaydetti.

GAZETECİ ADNAN BULUT DA GÖZALTINDA

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Kanaltürk televizyonunun eski haber müdürü gazeteci Adnan Bulut, İzmir'de gözaltına alındı.

İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Organize Suçlar Büro Amirliği ekipleri, İzmir'de bir otelde kalan Bulut'u gözaltına aldı.

Bulut'un işlemleri tamamlandıktan sonra İstanbul'a gönderileceği bildirildi.

ÖZKAN'IN DOKTORU DA GÖZALTINDA

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında Ankara'da 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar İstanbul’a gönderilecek.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince Ankara Adalet Sarayına getirilen Dr. M.Ö'ye, Adli Tıp Kurumunda sağlık kontrolünden geçirildi. Dr. M.Ö, adliye çıkışında, gazetecilerin sorusu üzerine, ''Neyle suçlandığımı bilmiyorum. Evimden alındım, arama yapıldı'' dedi. Kalp cerrahı olduğunu söyleyen M.Ö'nün, İstanbul'da evindeki arama devam eden gazeteci Tuncay Özkan'ın doktoru olduğu öğrenildi.

Bu arada, Ankara'da gözaltına alınan ve sağlık kontrolünden geçirilen M.A'nın ''adli bilirkişilik'' yaptığı belirtildi. M.A, Adli Tıp'tan çıkışında gazetecilere ''Ergenekon örgütü üyesiymişiz, alakamız yok. Piyango bize de vurdu'' diye konuştu.

Ankara'da gözaltına alınanlar diğer iki kişiden birinin emekli yargı mensubu T.G, diğerinin ise emniyet müdürü Adnan Kılıçarslan olduğu belirtildi.

internethaber.com

Devamını BURADAN okuyun...>>>

22.9.08

HÜRRİYET'İN TAMAMI ÇÖLAŞAN OLDU

Yenişafak'tan Mehmet Gündem'in Mehmet Barlas'la yaptığı röportaj:

ile siyaset arasında geçmişte daha büyük kavgalar olmuş…

27 Mayıs'ı Akis dergisi okuyarak yaptık dediler. 12 Mart gökten mi indi. Kanunsuz Süleyman manşetleri çok atıldı. Darbeleri yapanlar gazeteleri okuyarak yaptılar.

Gazeteler darbe süreçlerinin içinde bilinçli mi yer alırlar, yoksa başka bir mekanizma tarafından kullanılır mı?

Bazen bilinçli yer alırlar, Talat Aydemir olayında büyük basın patronları yazarlar da vardı. 12 Mart'a dayanan Madanoğlu cuntasında gazeteciler yok muydu? 28 Şubat'ta ne olduğunu hepimiz biliyoruz…

Bugüne Doğan-Erdoğan kavgasına gelirsek…

Kavgalar hep var ama Türkiye değişiyor, aktörler değişiyor, aktörlerin nitelikleri değişiyor. Eski kavgalar İstanbul medyasıyla -ki İstanbul sermayesini temsil ediyorlar- Ankara siyaseti arasında kavgalar var. İstanbul sermayesi yerleşik sermaye, eskiden gayrimüslim sermaye vardı bunlar varlık vergisiyle tasfiye edildiler. Koçlar, Adanalı Sabancılar, İzmirli Eczacıbaşılar İstanbul sermayesi rolünü üstlendiler, Anadolulular İstanbullu oldu ve karşısındaki Ankara siyasetine tepki gösterdiler. Buradaki sorun her iki tarafın da birbirlerinin 'yeni' olduklarını kabul etmemesidir. Eski Ankara siyasetinde siyasetin bir ayağı devletti, öbür ayağı kent merkezli laikler. Şimdi AK Parti'yle birlikte yeni bir Ankara çıktı, eskisine benzemiyor. Nedir bu yeni Ankara?

Daha Anadolu merkezli. Aktörleri çevreden gelmişler ve yeniler. Burada geleneksel olan eski Ankara. Çünkü değiştirmek istemediği ritüelleri, alışkanlıklar var.

Bugün kapatma davasından tutun da medyayla kavgalara kadar yeniyle eskinin hazımsızlığı söz konusu?

Bir tanesi bu. İstanbul sermayesi de yapı değiştirmeye çalışıyor, yabancı ortaklıklar dışa açılmalar var. Özal onları çok değiştirdi ama yine de AKP'ye göre eskiler. Hatırlıyorum Özal işadamları toplantısındaydı, Koç grubundan bir sözcü Özal'ı çok ağır eleştirdi. Özal kızdı, “ne biçim konuşuyorsunuz, babanız Vehbi Bey bir aktardı. Şimdi siz bana gelmişsiniz ikinci kuşak olarak Türkiye'nin aristokratları gibi davranıyorsunuz. Siz aristokratsınız biz de sefil halk mıyız? Hiçbirimizin kökünde aristokrasi, ayrıcalıklı sınıflar yok, hepimiz birlikte gelişiyoruz, büyüyoruz. Şimdi biz iktidarız siz de holdingsiniz, bu sizin gökten indiğinizi benim de yerin dibinden çıktığımı göstermez ki… Hepimiz eşitiz” dedi.

'YENİ'LİKLERİNİN FARKINA VARMALILAR

Bugün de bakış aynı mı?

Taraflara bakalım, bir tanesi Aydın Doğan. Doğan 1980'de Milliyet'i aldığında Koç'un bayii olan genç bir girişimciydi. 28 yılda bu noktaya geldi. Aydın Doğan da yeni, Koçların, Sabancıların arasında kendine zorla yer açtı, kabul ettirdi. Tayyip Erdoğan da kendine yeni yer açtı. Doğan da Erdoğan de yeni. İkisi de bu yeniliklerinin farkına varmalılar.

Bir yazınızda Doğan Grubu'nun içinde bulunduğu durumu Hürriyet'in içindeki yönetim sorunlarına bağladınız. Nedir o sorun?

Hürriyet grubu yazarı Emin Çölaşan'ı susturdu. Nedeni de Aydın Doğan'ın memleketi Kelkit'te bir olay. Çölaşan konuyu çarpıttı, Doğan da haksızlığı yakından gördüğü için işine son verdi.

Bu durum Hürriyet'in yönetiminde nasıl bir sorun oluşturdu ki…

Çölaşan sürekli aynı şeyleri yazarken Ertuğrul Özkök onu dengelemeye çalışırdı, liberal demokratları överdi, AKP'ye karşı insaflı olunması gerektiğini söyler, genel yayın müdürü olarak dengeyi korumaya çalışırdı. Çölaşan susturulunca okuyucudan reaksiyon geldi, otuz bin okuyucu terk etti. Özkök telaşa düştü, Emin Çölaşan'ın rolünü oynamaya başladı. Çölaşan kadar tutucu olduğu zaman o boşluğu dolduracağını düşündü. Ama o rolü o kadar benimsedi ki Oscar'a aday oldu.

Yani Hürriyet'te denge bozuldu…

Evet, bütün Hürriyet gazetesi Çölaşan oldu. Eskiden Çölaşan vardı ama Özkök de vardı. Özkök kendini kaybedince bütün gazete bir Emin Çölaşan sütununa döndü. Bunu her olayda gördük. Cumhurbaşkanı seçiminde, kapatma davasında… Aydın Doğan da bu rüzgârda hükümetle karşı karşıya geldi. Doğan'ın Ceyhan Rafinerisi, Hilton arazisi gibi konular dolayısıyla mutlaka rahatsızlıkları vardır, ama ben kendisiyle uzun yıllar çalıştım, Milliyet'te 7 yıl başyazarlık yaptım, bir kere olsun 'şunu şöyle yazalım' dediğini görmedim. 28 Şubat'ta yazarlarını korudu. Aydın Doğan'ın huzursuz olduğu kesin ama sadece o mu huzursuz, diğer sermaye sahipleri, AKP'li olmayanlar çok mu huzurlu.

ÖZ VARLIĞIMIZLA ALABİLİRDİK

Sabah Grubu'nun oluşumu sizde nasıl değerlendirildi?

Biz yazarlar olarak Çalık'ı sorguladık. Siz büyük bir grupsunuz, Sabah-Atv'yi iki kamu bankasından kredi almadan alamaz mıydınız dedik. Çalık; 'Vakıflar Bankası'yla kurulduğundan beri çalışıyorum, benim için kamu bankası değil. Sabah ve Atv'yi alırken kullandığım kredi 750 milyon dolardır. Bunu kendi öz varlıklarımızla da alabilirdik ama böyle bir imkan bulduk, ticari açıdan değerlendirdik' dedi.

Başbakan'ın damadının Ahmet Çalık'la beraber çalışması da karşı grupta sık sık gündeme getiriliyor.

Başbakan'ın damadı, Tayyip Erdoğan Başbakan olmadan da, hapisteyken de yine Çalık'ın yanında çalışıyormuş, yani Çalık grubuna sonradan girmiş değil…

Medya patronu olmak ve medyada kalıcılığı sağlamak çok zor… Çalık bunun farkında mı?

Farkında olduğunu sanıyorum. Bu noktaya geldiğinde göre akıllı bir adam, içinde bulunduğu durunun hesabını yapıyordur…

Fakat bu sektöre giren başka akıllı adamlar da vardı ama şimdi yoklar…

Orada galiba akılla ihtirası dengede tutmak lazım. Tabii burası piyangolar ülkesi, yarın ne olacağını kim bilebilir ki…

TARAFTAR DEĞİLİZ, TARAFIZ

Ergenekon, Hilton, Şaban Dişli ve Deniz Feneri haberleri medyada bir cepheleşme oluşturdu…

“Taraf olmak” ve “taraftar olmak” arasında fark var. AKP'nin seçimle iktidara gelip yönetimi ele almasına alkış tutuyorum. Bu demokrasinin zaferi diyorum. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasına alkış tutuyorum. Ne olursa olsun aman AKP'ye zarar gelmesin fikrinde değilim, aynı şekilde Ergenekon konusunda da böyle. Deniz Feneri davasında Alman yargısı kararını verdi. Keşke AKP iktidarı savcılara baskı yapsa, iddialar Türkiye'de de araştırılsa…

MEDYAYA KALSAYDI ERDOĞAN BİR HİÇTİ

Medya patronunun da içinde olduğu bir grup Ecevit'i indirip yerine Hüsamettin Özkan'ı düşünmüşler… Medya iktidar değiştirmek için plan yapar mı?

Amerika'yla yakın ilişkisi olan bir uzmanla 28 Şubat'ı konuşuyorduk; siz 28 Şubat'ı askerler yaptı zannediyorsunuz ama 28 Şubat Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel'in planladığı bir olaydır. Taşıyıcılığını da Batı Çalışma Grubu ve medya yaptı dedi.

Medya siyasete bizim tahayyül ettiğimiz oranda hükmedebiliyor mu?

Medya kimseyi iktidar yapamıyor. Eğer medyaya, büyük tirajlı gazetelere kalsaydı Tayip Erdoğan şu anda bir hiçti. Demirel hayatta başbakan olamazdı. Medya kimseyi iktidar yapamaz ama şartlar elverir, toplum da destek verirse iktidarı devirebilir… Bu tehlike her iktidar için geçerlidir, dengeler bir anda değişebilir.

Bu tartışmalar basın özgürlüğünü tehdit ediyor mu?

Basın özgürlüğü çok izafi bir kavram. Basın özgürlüğü her zaman tehlikede ve basın özgürlüğü her zaman da var. Şu anda basın özgür Türkiye'de.

Basının güvenilirliği zedeleniyor…

Hatırlarım 1950'lerin sonunda basın Menderes'le kavgaya girdi. O günlerde en büyük yatırım Seyhan Barajı'ydı. Menderes açılışa gitti, İstanbul gazeteleri Türkiye'nin en büyük yatırımını küçük haber olarak verdiler.

CEPHE GENİŞLETMEK HATADIR

Aydın Doğan, Başbakan'la kavgasında stratejik hata yaptı, karşı cepheyi genişletti, biat medyası değiliz dedi, yayınlarda da kendi dışındaki bütün medyayı hedef aldı..

Bunu Ekrem Dumanlı çok güzel yazdı; herkes yanlış da bir siz mi doğrusunuz dedi…

Kavgaya gireceksen insan daha 'akıllıca' davranmaz mı?

Aydın Doğan neticede bir Anadolu çocuğu, o da konuşmaya başladığı zaman duygularına hâkim olamıyor. Aydın Doğan böyle bir kavganın içinde olmak ister miydi, bence hayır. Başbakan da bu kavgayı böyle yapacağına bir sürü yardımcısı var, onlardan birisi üstlenseydi daha iyi olurdu…

Şık bir durum değil…

Başbakan'ın ikinci konuşmasından sonra Doğan Grubu yazarları; bu muydu, başka bir şey yok muydu dediler. Daha ne olsun. Aydın Doğan'ın da, Erdoğan'ın da çevrelerinde onları yanlış yola sürükleyenler ver.

Fehmi Koru; “Umarız önceki dönemlerde olduğu gibi sonu iki tarafın birbiriyle yanlışta anlaştıkları bir ateşkesle sona ermez” dedi. Kavga nereye gider?

Dramatik bir noktaya varmamalı. Türkiye'de Doğan basını varolmalı, AKP de seçildiği sürece varolmalı. Akılcı yolda bir uzlaşmayla sorun çözülmeli. Kimse imtiyazlı olmasın Erdoğan da basınla mesafeli bir ilişki içinde olsun.


Medyanın göreceğini bilseydim yapmazdım


Sizin Başbakan Erdoğan'ın yanağını okşamanız medya siyasetçi ilişkisinde nasıl bir fotoğraf verdi?

“Ben orada bir sorun görmüyorum. Bu bir vücut dilidir, Başbakan'a yukarıdan bakıp, takdir etme durumu değil. O gün ekonomi konusunda Özal'ı aşan bir konuşma yapmıştı, ben de beğendiğimi bu şekilde ifade etmiş, ne güzel hep böyle olsun demiştim. Medyanın yakalayacağını bilseydim yapmazdım. Ben Aydın Doğan'ın da yanağını okşadım…

Peki İsmet Paşa'nın gazetecilerin kulaklarını çekmesi ne anlama geliyor…

O mesleki bir durum değil, yaşlı ve tonton bir adamın sevecen tavrı… Takdir ya da azar değil.


Mafyaya biat eden var


Ertuğrul Özkök “biat medyası” diye bir kavram ortaya attı. 28 Şubat sürecini, brifingleri ve bugün AKP'nin icraatları karşısında medyayı gözönüne aldığınızda sizde neler çağrıştırıyor…

Biat Arapça kökenli olduğu için genellikle AKP'ye karşı kullanılıyor. Takiyye de öyle. Siz eğer AKP'nin kapatılmasını istiyorsanız ama aynı zamanda demokrasi kutsaldır diyorsanız takiyye yapıyorsunuz demektir. Türkiye'de orduya da biat eden, mafyaya da biat edenler var. Bazılarının Veli Küçük'ü var, bazılarının velinimeti var, bazılarının da Veli Göçer'i var. Herkesin bir velisi var. Biat etmek böyle bir şeydir bazıları karısına biat eder, bazısı bir generale rastlar, o general; ne biçim yazıyorsun bölücü müsün der, ertesi gün başka türlü yazmaya başlar. Bazısı Başbakan'dan fırça yer…

Bir yazar patronunun iş ve ilişkilerine rağmen gazetecilik yapabilir mi?

Yapabilir. Somut bir örnek; Dinç Bilgin banka aldı Necati Doğru Sabah'ta, basın patronunun banka sahibi olması yanlıştır diye yazdı. Dinç Bilgin banka almaktan vazgeçti. Fakat sonraki yıllarda o hatayı yaptı ve battı. Böyle örnekler çok ama bazen de anlaşamazsınız, çekip gidersiniz…

Ciner başına gelenleri hak etti mi?

Turgay Ciner'e çok büyük haksızlık yapıldı, Ciner'in elinden gazete alındı. Eğer o şekilde alınmasaydı bugün bu tartışmalar yaşanmazdı.

Nasıl bir gazete yapacaklar?

Onu hiç bilmiyorum. Ama başarılı olmalarını çok isterim, çok seslilik her zaman iyidir. Her şey bir patronda olunca hareket imkanı çalışanlar açısından da kısıtlanıyor.


Bilgin'i Doğan bitirdi


Medya patronları niye bu kadar hızla gelip gidiyorlar…

3-4 grubun dışında Türkiye'de bütün sermaye gidip geliyor. Türkiye'de başka sektörlerde de çok zengin ve itibarlı olduğu halde batan patronlar var.

Patronların genel hatası ne oldu?

Simaviler çekindikleri için kaçtılar, yani işin çapına hakim olamayacaklarını anladılar. Nadir Nadi vefat etti, gazeteci ailesi bitti. Onun dışında gelip gidenler önemli değildi ki. Önemli isimlerden birisi de Dinç Bilgin, onun da ihtirası aklını geçti. Aslında Dinç Bilgin'i Aydın Doğan bitirdi.

Medyayı ustaca kullanan siyasiler var mı bizde?

İktidarlarını ilk dönemlerinde iyi kullananlar var. Menderes, Özal, Demirel… Erdoğan da ilk dönemde medyayı çok iyi kullandı, ikince dönemde ilişkiler bozuluyor. İktidar yoruluyor ya da iktidardan istediklerini alamıyor patronlar…

Ne istiyorlar?

Gördük işte imtiyazlı olmak istiyor, sıradan vatandaş olmak istemiyor, ben basın patronuyum diyor.

yenişafak

Devamını BURADAN okuyun...>>>

ORAKĞOĞLU'NDAN CİDDİ İDDİALAR

Orakoğlu'ndan "Apo" Deşifresi

28 Şubat'ta darbeyi önleyen ve BÇG'yi deşifre eden dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu'ndan Apo ile ilgili flaş deşifre...

28 Şubat sürecinde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı yapan Bülent Orakoğlu Ergenekon terör örgütüne yönelik çok çarpıcı iddialarda bulundu. Orakoğlu, PKK, Dev-Sol, Hizbullah ve Hizbuttahrir örgütlerinin Ergenekon tarafından kurulan ‘naylon’ örgütler olduğunu ifade ederek, “Abdullah Öcalan da Ergenekon üyesidir. Abdullah Öcalan devlet görevlileri ile bir araya geldiğini, görüştüğünü söylemiştir ama Ergenekon’un adamı olduğunu söylememektedir” dedi.


İpek Medya Grup Başkanı Fatih Karaca’nın hazırlayıp sunduğu Gündem Siyaset programının bu haftaki bölümünde Ergenekon davası ve Ergenekon yapılanmasının geçmişten bugüne tüm ayrıntıları masaya yatırıldı. Programa katılan TBMM Susurluk Komisyonu Üyesi ve eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve 28 Şubat sürecinin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’nun çarpıcı iddiaları ise Ergenekon’a yeni bir bakış açısı kattı.“ERGENEKON DEVLETİN DIŞINDA”


Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Sağlar, Ergenekon terör örgütünün Susurluk çetesinin bir uzantısı olduğunu söyledi. 1950’lerde NATO tarafından çeşitli ülkelerde kurulan kontr-gerilla kadrolarının Türkiye ve Almanya haricindeki diğer ülkelerde başarı ile tasfiye edildiğini belirten Sağlar, Susurluk ve Ergenekon gibi örgütlerin varlığı ile bu olgunun halen sürdüğünün ortaya çıktığını söyledi. 11 yıldır, bu yapının Türkiye’den tasfiye edilmesi için mücadele ettiğini vurgulayan Sağlar, Susurluk Komisyonu üyeliğinden edindiği bilgiler çerçevesinde Susurluk’un 12 Eylül öncesinde ve sonrasında kullanıldığını, bu yapının, bir şeyleri hedefleyenler tarafından oluşturulduğunu ancak tasfiyesinin başarılı olmaması ile birlikte bugün Ergenekon olarak yeniden ortaya çıktığını söyledi. “Ergenekon Susurluk’un devamıdır” şeklinde konuşan Sağlar, Susurluk’ta devlet kademelerine sızan bir örgüt yapısı olduğunu ancak Ergenekon’nun, bir zamanlar devlet kademelerinde bulunmuş emekliler ve onların devlet içindeki bağlantılarından kurulu bir örgüt tablosu çizdiğini söyledi.


ERGENEKON’UN ÇÖZÜMÜ TÜRKİYE İÇİN ŞANSTIR”


Sağlar, Ergenekon’da hiçbir şekilde halk desteği olmadığını vurguladı. Ergenekon’un korkusuzca üzerine gidilerek çözülmesinin Türkiye için bir şans olacağını belirten Sağlar, Susurluk’tan farklı olarak Ergenekon’da devletin, onun dışında kurulan çeteleri takibinin söz konusu olduğunu söyledi. Sağlar, her türlü girişime rağmen Ergenekon davasının iddianamesinde hata olduğunu da dile getirdi. Sağlar’a göre 2 bin 450 sayfalık iddianameyi destekleyen on binlerce sayfalık deliller olduğu halde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in ‘Darbe Günlükleri’nin iddianamede yer almamış olmasının büyük bir eksiklik olduğunu söyledi.


“ERGENEKON DOĞRU DÜRÜST ANLATILMADI”


Sağlar, Ergenekon davasının öneminin, halka Susurluk kadar çok iyi aktarılamadığını belirtti. Özellikle bu davanın çeşitli çevrelerce laiklere, Atatürk’e ve yurtseverlere karşı açılmış bir dava gibi gösterildiğini vurgulayan Sağlar, “Hala birtakım çevreler, Ergenekon’un fasa fiso olduğu izlenimini vermeye çabalıyor. Bu çok tehlikeli bir propagandadır. Eğer bu operasyon sonuna kadar götürülmezse Türkiye’de siyasi birtakım çalkantılar yaşanmaya devam edecektir. Bu dava, laiklere ve ulusalcılara karşı açılmış bir davadır anlayışını ortadan kaldırmak gerekli. Çünkü bu düşünceler Türkiye’yi kutuplaşmaya götürür. Bir terör örgütünün şundan bundan yana olması mümkün değildir. Bu bir davadır, suç örgütü vardır. Davada da gereği yerine getirilecektir. Rakibimiz suçtur” şeklinde konuştu.


“SUSURLUK ÜZERİNE GİDİLSEYDİ 28 ŞUBAT OLMAZDI”


Emniyet İstihbarat’ın eski patronu Bülent Orakoğlu’nun saptamaları ise çarpıcıydı. İstihbaratçı gözüyle Ergenekon terör örgütünün tahlilini yapan Orakoğlu, Susurluk’un devlet içindeki sağ tandanslı bir çeteleşme olduğuna dikkat çekerken, Ergenekon’un ayrılıkçı Kürt, aşırı sol, sağ ve muhafazakar kanatları içinde barındırdığının ortaya çıktığını söyledi. Bu durumun Türkiye’nin nasıl bir abluka altına alındığının anlaşıldığının altını çizen Orakoğlu, amacın Türkiye’de bir kaos ortamı yaratılması olduğunu kaydetti. Kendisinin görevde olduğu dönemde Susurluk sürecini yakından izlediğini belirten Orakoğlu, Susurluk’un yeterince üzerine gidilemediğini, eğer gidilmiş olsaydı 28 Şubat sürecinin yaşanmayacağını ve Refah-Yol hükümetinin düşürülemeyeceğini söyledi. Ergenekon’da da aynı sürecin bugünkü hükümeti hedef aldığını belirten Orakoğlu, bu oyunun başarıya ulaşamadığını ancak devlet kademelerinde halen derin yapılanmaların var olduğunu söyledi.


“GLADİO YAPILANMASI AÇIKLANSIN”


Orakoğlu, Ergenekon davasının amacına ulaşması ve bu tür yapılanmaların tamamen devletin içinden temizlenmesi için öncelikle Gladio yapılanmasının devlet tarafından açıkça kamuoyuna anlatılması gerektiğini söyledi. Özellikle 28 Şubat sürecinin aktörlerinin halen yargılanmamasının sonucu olarak bugün bu durumun yaşandığına dikkat çeken Orakoğlu, Ergenekon’un üzerine gidilmediği sürece Türkiye’de ilerleyen dönemde farklı kisvelerde 28 Şubatlar yaşanacağından şüphe duyulmaması gerektiğini söyledi.


“APO ERGENEKON ÜYESİDİR”


Orakoğlu’nun en çarpıcı iddiası ise bölücü örgüt elebaşı Abdullah Öcalan’ın Ergenekon örgütü üyesi olduğu yönündeydi. Orakoğlu, Abdullah Öcalan’ın geçmişte pek çok kez kendisini devlet görevlisi olarak tanıtan kişilerle irtibata geçtiğini ifade ettiğine dikkat çekerek, kendisinin de tam olarak bilmediği bu yapılanmaya hizmet ettiğini ve Ergenekon örgütüne üye olduğunu söyleyemeyeceğini iddia etti. 28 Şubat aktörlerinin Avrupa’da PKK sorumlularıyla görüşmeler yaptığını savunan Orakoğlu, “PKK, Hizbullah, Dev-Sol ve Hizbuttahrir örgütleri Ergenekon yapılanmasının naylon örgütleridir” dedi. Orakoğlu, hükümetin ve TSK’nın Ergenekon yapılanmasının üzerine gitmek konusunda siyasi irade gösterdiğini vurgulayarak, Ergenekon’un gövdesine ulaşmak için kararlılık gösterilmesi gerektiğini, sadece kollarının budanmasının yetmeyeceğini söyledi
ORAKOĞLU KANALTURK TVDE KONUŞTU

Devamını BURADAN okuyun...>>>

GAZETELERİ BOYKOT ÇAĞRISI

Gazeteleri boykot çağrısı

Netameli bir konuya girdiğimin farkındayım; ancak zor zamanda konuşmak, üstelik lafı eğip bükmeden konuşmak böyle zamanlar için gereklidir.
Zor zamanda konuşmak diyorum; çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'Yalan haber yazan gazeteleri evinize sokmayın' çağrısı, meseleyi bir siyasî partiye ve bir medya grubuna odaklamış oldu. Konuyu buradan kopararak tartışabilsek Türk medyası muazzam bir mesafe alacak. Müsaadenizle önce manzarayı kısaca özetlemek isterim; sonra bir boykot çağrısı da bu satırların yazarından gelecek. Bakalım bu çağrıya kimin yüreği yetebilecek? Başta şu tespitimi aktarmak zorundayım: Tayyip Erdoğan bu çağrıyı başbakan sıfatıyla yapmadı; lideri olduğu siyasî parti adına yaptı. Tarihî tecrübeyle sabittir ki başbakanlar basına baskı oluşturmak istediğinde halka çağrı yapmaz; onun yerine baskıcı yasalar çıkarmayı tercih eder. O metot daha etkileyicidir. Bahsi geçen konuşmanın mekânı da muhatabı da önemli bir ayrıntı. Çağrı, AK Parti Ankara İl Teşkilatı'nda ve parti başkanı sıfatıyla parti mensuplarına hitaben yapıldı. Zaten o yüzden Erdoğan, 'Parti mensubu arkadaşlarımdan ricam...' diyor.

Çok daha önemli bir konu var: Tayyip Erdoğan, yalan haber yazan gazeteleri boykot çağrısı yaparken bir medya grubunun adını zikretmedi. "Yalan ve yanlış haber yapan" vurgusunu çok kuvvetli bir şekilde yapmaya çalıştı. Son haftalardaki Erdoğan-Doğan tartışmasına binaen herkes 'Bu Doğan Grubu'dur' diyor. Üstelik Doğan Grubu da 'Bizi kastediyor' diyerek öfkeli hamleler yapıyor, ilişki içinde oldukları meslek örgütlerini (yurtdışındaki meslek örgütleri başta olmak üzere) devreye sokuyor. Eğer konuyu bu duygusal zeminden ve alınganlıktan kurtarabilsek önemli adımlar atılabilir ve Türk basını büyük bir badireyi atlatmış sayılır.

Yalan haberle mücadele şart

Açık söyleyeyim; mesele bir siyasî parti ile bir medya grubu arasında sıkıştırılmış olmasa 'yalan ve iftira haberler' konusunda yapılacak her makul çağrının doğru olacağına inanıyorum. Sivil bir çağrıya ihtiyaç var aslında. Çünkü gazetelerin asıl denetçisi tüketicidir. Bu bakımdan gecikmiş bir toplumsal tepkiden bile bahsetmem mümkün. Neden mi?

Türkiye'de yalan haber de var; iftira haber de! Türk medyasının sabıkası hiç de temiz değil. Darbe kışkırtıcılığından özel hayata müdahaleye kadar her türlü yanlışta maalesef Türk basınının parmak izi bulunuyor. Bırakın 60 darbesini, 71 muhtırasını ve 80 ihtilalini, sadece 28 Şubat'ta ve e-muhtıra döneminde yapılan haberler bile kirlenmenin ne kadar kesif ve ufunetli olduğunu gösterecek kadar barizdir. Bir gecede medyatik lince tabi tutulanlar, özel hayatları altüst edilen insanlar, itibarı sarsılan ve telafisi mümkün olmayacak kadar zarara uğratılan markalar... Türk medyası, kuruntular ve avuntular eşliğinde hatalarını sürekli örtbas ediyor, aynaya bakamıyor. Ara rejimlerde giyotine gönderir gibi sunaklar haline getirdiği ve andıçlar eşliğinde feda ettiği meslektaşlarını hatırlasa medyanın başını öne eğmesi için yeter.

Yatsıya kalmadan sönen mumlar

Yanlış anlaşılmasın; her şey çok kötü ve Türk medyası çok berbat deyip kestirip atmıyorum. Ancak, Türk basınında sorumsuz yayıncılığın diz boyu olduğunu da atlamayalım. Bir zamanlar bu feci durum fark edilmiyordu; lakin bu sistemin devam etmesi artık imkânsız. Zira kitle iletişim araçlarında büyük bir zenginlik ve çok seslilik gözleniyor. Artık kimse manipülasyon yapamaz; yapsa da diğer bilgi kaynakları adama dünyayı dar eder. Bu saatten sonra hiç kimse okurunun ve seyircisinin alacağı bilgiye 'beyin yıkama ve militanlaştırma' işlemi olarak bakamaz; çünkü artık her bilginin çapraz kontrolleri yapılıyor ve yalancının mumu yatsıya kalmadan sönüyor...

İletişim çağının son imkânları ve sunduğu zenginliği görenler, kendini yenilemek, yalancı çoban rolünden sıyrılmak zorunda. Malumunuz, yalancı çoban o kadar çok yalan konuşup halkı köy meydanına çağırmış ki, insanlar bîzâr kalmış ve artık çobanın can havliyle istediği yardıma bile kulak asmaz hale gelmiş. Bir şeyleri düzeltmek için hâlâ fırsat var, hâlâ Türk medyası güven tazeleme konusunda avantajlara sahip. Ancak eski alışkanlıkların keyfini sürmek isteyen küçük bir zümre -bütün medya gruplarında bulunabilir bu zihniyet- eski usul üzerine yazıp çizmeye devam ediyor. Muhatabına sorulmadan yazılan haberler, tam araştırılmaksızın ve çapraz bilgi kontrolü yapılmaksızın paylaşılan bilgiler, belli güç odaklarına boyun eğilerek yazılan yorumlar, şirket menfaatleri göz önüne alınarak girilen ilişkiler... Maalesef bütün yanlış yayınların bir tortusu kalıyor geriye ve hata, sadece yapanın değil, meslekteki herkesin itibarını sarsıyor.

'Yalan ve iftira haber'den kurtulmak için ne yapmalı? Bir kere şunu açıkça tespit etmek lazım: Bu işi siyasetçilere bırakmadan medya kendisi çözmeli. Bu ülkede adam gibi meslek örgütleri olsa ve bu örgütler grup menfaatlerini ve hegemonyasını aşabilse bir boşluk doğmayacak. Ortada kara delikleri bile küçük gösterecek bir boşluk var ki, meseleye başkaları da müdahil oluyor. İletişim fakülteleri de gereken bilimsel çalışmaları yapmıyor maalesef. Haksız yayın, yapanın yanına kâr kalıyor. Okurunu aldatan, karşısında ilmî bir araştırma bulmalı ve kamuoyu kimin sansasyonel yayın yaptığını, kimin toplumu manipüle ettiğini tarafsız ve bilimsel araştırmalar sonunda görmeli. O da olmuyor ne yazık ki! Ombudsmanlık sistemimiz bile grup menfaatlerini aşamıyor: Öyle ombudsmanlık mı olur? Ombudsman dediğin gruptan bağımsız olacak ki lafı eveleyip gevelemesin. Bir köklü gazete 2004 yılında ombudsmanını kapı dışarı ediverdi de kimseden çıt bile çıkmadı. Şimdi kim inanır bu sistemin bağımsız ve cesur olduğuna? Mesele sadece iktidar-medya ilişkisi ile sınırlı değil ki! Reklâm dağılımına bir bakın, nasıl bir haksız rekabet olduğunu göreceksiniz. Nasıl bir ilişki ağı var ki bu memlekette reklâmların aslan payını hep birileri alır ve bu işi yöneten bütün kurumlar belli yerlere çalışır? Soru çok, sorun çok. Konuyu sadece siyasete odaklamak başımızı kuma sokmak anlamına gelir...

Gerçekleri görelim lütfen: Basından haksız bir şekilde canı yanan çok insan var bu ülkede. Ticarî itibarı yerle bir edilmiş dürüst çok işadamı var bu ülkede. Gereksiz yere yaftalanmış çok sayıda kuruluş var bu ülkede. Özel hayatı paramparça edilmiş ve hakarete maruz kalmış çok sayıda vatandaşımız var bu ülkede... Bu yanlışları düzeltmek lazım ki, meslek dışından birileri meseleye müdahil olmasın. Zaten basına dışarıdan müdahaleye halkın tepki vermemesi, hatta bütün medya gruplarının meseleyi basın özgürlüğü içinde değerlendirmemesi basın hakkında oluşan negatif imajla ilgilidir.

Kampanya çağrısı

Siyaseti meselenin dışına çıkararak şöyle bir kampanya başlatalım mesela: Ey Türk milleti! Her kim yalan ve iftira haberleri ısrarla yapıyorsa onu okumayın, seyretmeyin; boykot edin! Bu çağrıyı gazete yöneticileri yapmalı; hatta genel yayın yönetmenleri el ele vermeli, kamuoyu huzuruna çıkmalı ve demeli ki: 'Yalan ve iftira tarzı haberler bir gazetede ya da bir televizyonda alışkanlık haline gelirse lütfen sivil tepkinizi gösterin ve bizi protesto edin! Hangi gazete yaparsa yapsın ya da hangi TV kanalı bu insanlık suçunu işlerse işlesin biz basın mensupları ve yöneticileri artık yalan yanlış bilgi verdiğimizde; halktan gelecek toplumsal ve demokratik tepkiye razı olacağız.' İşte bunu söyleme cesareti gösterebildiğimiz gün medya üzerine hiç kimse baskı kuramaz.

Tabii ki iş kazaları olur, tabii ki hatalı haberler çıkar; yeter ki art niyet olmasın ve yanlış bilgi hemen düzeltilsin. Bu ülkede gazeteciler, meslektaşları hakkında bile yalan yanlış hatta iftira sayılabilecek iddialar dile getiriyor. Gazeteciler birbirine saygı duymazken kim bu mesleğe saygı duyar ki! Birileri eline geçirdiği kara bir kömürle herkesin alnına bir kara çalıp dolaşıyor ve buna 'basın özgürlüğü' diyorsa ne kadar inandırıcı olabilir ki! Yalan haberin iflahını genel yayın yönetmenleri kesecek; başka çare yok. Ve halka diyecek ki: 'Biz yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmişsek artık bizi cezalandırın!' Başka çıkış yolu yok.

Vatandaş da artık bilinçlenecek ve tüketici şuuruyla yalanı doğrudan, yalancıyı dürüstten ayıracak. Bu meselenin bir ucunda sorumlu yayıncılığa gönül veren dürüst basın yöneticileri olacak, diğer ucunda da gazetesini/televizyonunu bizzat denetleyecek sivil toplum. Sivil toplum 'Ben gerçekten özgürlükçü ve dürüst gazete istiyorum ve bu çizgiden sapan medyayı takip etmeyeceğim' demedikçe serzenişlerin de bir anlamı kalmayacak. Tabii ki yalan haberle beslenen bulvar gazeteleri de olacak; onlar yalana bayılan bir kitle tarafından takip edilecek ve herkes bilecek ki bunların doğru habercilikle alakası yok. Aradaki melez gazeteler kaybolacak; kaybolmak zorunda çünkü. Bir yandan en hayatî memleket meseleleri diğer yandan podyumlardan esen yalan rüzgârıyla yapılan gazetecilik artık kabak tadı verdi ve kafaları bir hayli karıştırdı, itibarları sıfırladı...

Son söz: Yüreği yeten medya yöneticileri yalan haber üzerine bir kampanya başlatır ve kamuoyu huzurunda dosdoğru gazetecilik yapacağına dair söz verir. Bakın o zaman kimse karışabilir mi basının işine? Bu yapılmazsa toplumun kitleler halinde gazetelerden küsüp gideceğini şimdiden görmek lazım.

EKREM DUMANLI
e.dumanli@zaman.com.tr 22/09/2008

Devamını BURADAN okuyun...>>>



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License