13.9.10

AVCININ ANLATAMADIKLARI

Hanefi Avcının Anlatamadıkları

Yazdığı kitapla gündeme bomba gibi düşeceğini planlayan Hanefi Avcı, bombayı kendi kucağına bıraktığının farkında değil. Avcı kitapta anlattığı ya da anlatmadığı pek çok konuyu yıllarca gazetecilerle paylaştı. O unuttu belki ama gazeteciler unutmadı.
Yasin Oğuz / LİBERALSES

Avcı’ya soruyoruz; Yener Kaya ile Sabancı Center’ı nasıl unuttun?

Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın kitabı Cuma günü gazetelere konu oldu. O günden bu yana gündemden düşmüyor. Avcı’nın kitabında dile getirdiği “cemaat” ve “cemaatçilik” tartışmalarına hiç girmeyeceğiz. Çünkü bizim bilebileceğimiz ve detayına vakıf olabileceğimiz bir konu değil.

Bizi asıl ilgilendiren Danıştay Cinayeti, Sabancı Center baskını gibi adli olaylar. Bu olaylarla ilgili Hanefi Avcı’nın yazdıkları, kitabında iddia ettikleri. Öyle görünüyor ki Avcı daha önce bu olaylarla ilgili gazetecilere anlattıklarını, haber yaptırtmak için servis ettiği bilgileri, belgeleri kitabına eklemeyi unutmuş. Dün konuyla ilgili Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi haklı olarak isyan etmişti. Hanefi Avcı’ya göre yakın siyasi tarihin en tantanalı, üzerinde en fazla konuşulan kısımları kalem oynatılmadan ya da basite indirilerek geçiştirilmiş. Biz de kısaca hem kitaba göz attık, hem de Avcı’nın kaleme aldığı kitapla ilgili yazılanları okuduk. Doğrusu çok şaşırdık. Çünkü Avcı Ankara’da görev yaptığı dönemde gazetecilere defalarca anlattığı konulara hiç değinmemiş. Ancak en büyük şaşkınlığı Sabancı Center’da işlenen cinayetle ilgili yazılanları okurken yaşadık. Avcı’ya göre bu cinayetin çözülmemiş hiçbir yanı kalmamış! Buraya ünlem koyup, buradan devam etmek istiyoruz.

Avcı, Ankara’da kızakta olduğu dönemde bu cinayetle özel olarak ilgilenmişti. Bu arada da ulaştığı bilgileri yanına gelip giden gazetecilerle paylaşıyordu ki bu gazetecilerden en az ikisini gayet yakından tanıyoruz.

Avcı işte bu gazetecilere Sabancı Center cinayetini anlatırken JİTEM’i işaret ediyordu. O günlerde varlığı tartışmalı JİTEM’in işi DHKP-C’ye havale ettiğini söylüyordu. Şimdi terör örgütleriyle derin devlet arasındaki ilişkiyi inkar etse de o günlerde son derece rahatlıkla konuşuyordu.

Avcı’nın cinayetle ilgili anlattığı diğer iddia ise Demir Sabancı ve Sabancı Ailesi ile ilgiliydi. Emniyet Nuriş Kardeşlerin telefonlarını dinlemeye almıştı ve bu kardeşlerin Sabancı ailesi ile temas kurduklarını tespit etmişti. Bunun üzerine de Sabancı ailesi uyarılmıştı. Ancak aile uyarıyı dinlememiş ve sonucunda Mustafa Duyar cezaevinde Nurişler tarafından öldürülmüştü. Avcı’ya göre cinayetin azmettireni Demir Sabancı’ydı. Bu sözleri altı doldurulmak ve yazılmak kaydıyla gazetecilere anlatan Hanefi Avcı’dan başkası değildi.

Avcı’nın gündemi sarsacak bomba açıklamalarından bir diğeri de yine on – on beş yıl önce kamuoyunu çok meşgul eden borsacı Yener Kaya cinayetiydi. Bu cinayette de örgütsel bir bağlantı bulamadığını, görmediğini söyleyen Avcı o günlerin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Fuat Miras’ı işaret ediyordu. Güya Yener Kaya ile Miras’ın eşi arasında bir ilişki vardı. Bunu öğrenen Miras İstanbul’da aynı zamanda uyuşturucu ticareti de yapan bir mafya mensubuna Kaya’nın öldürülmesi talimatını veriyordu. Bunun üzerine Kaya öldürülüyor, elleri arabaya kelepçelendikten sonra cesedi TEM otoyolunda yakılıyordu.

Avcı bugün kitabında ne bu konulara girmiş, ne de gazetecilere rahatlıkla anlattığı olayların detaylarını yazmış. Üstüne üstlük bir de gazetecilere o günlerde anlattıklarının Sabancı Cinayeti örneğinde olduğu gibi tam tersini anlatmış. Ancak Avcı unutsa da bu anlatılanları biz unutmadık. Avcı’nın hatıralarında eksik bıraktığı boşlukları buradan doldurmaya devam edeceğiz…

LİBERALSES

Yarın: İstanbul – Fatih’te Çarşamba’yı 28 Şubat’ta kim, nasıl bombalatacaktı?

Hanefi Avcı'ya bu bilgiyi kim verdi?

JİTEM niye Fethullah Gülen’in peşindeydi ve Avcı bu olayı kime anlattı?

Avcı’nın ağına takılan avlar ve diğerleri…

İstanbul – Fatih’te Çarşamba’yı 28 Şubat’ta kim, nasıl bombalatacaktı? Hanefi Avcı'ya bu bilgiyi kim verdi? JİTEM niye Fethullah Gülen’in peşindeydi ve Avcı bu olayı kime anlattı?
Yasin Oğuz / LİBERALSES

28 Şubat Süreci’nin en zorlu günleriydi. Gazeteler adeta Genelkurmay Başkanlığı’nın bülteni gibi çıkıyor, muhafazakâr halk kitlelerine karşı psikolojik harp yapıyorlardı. Bu işlerin Genelkurmay ayağını Çevik Bir yürütüyordu. Batı Çalışma Grubu ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda örgütlenmişti.

Sürecin en kesif olduğu günlerde bir sabah gazeteler Türk Silahlı Kuvvetleri’ne casus yerleştirildiği haberleriyle çıktı. Casus askerliğini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapmakta olan Kadir Sarmusak, onu yönlendirenler ise dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ile yardımcısı şimdinin meşhur emniyet müdürü Hanefi Avcı’ydı. Üç isim de gazeteler aracılığıyla adeta linç edildi. Baştan itibaren suçlu ilan edildiler. Orakoğlu ve Avcı görevden alındı, Orakoğlu uzun süre tutuklu olarak yargılandı. Avcı ise uzun yıllar sürecek kızak bir göreve getirildi.

İşte bu günlerde Avcı sık sık gazetecilerle buluşur, onlara bilmedikleri çok önemli gerçekleri açıklardı. Şimdi başarısız Balyoz Darbe Girişimi belgeleri arasında çıkan “Cami Bombalama” timiyle ilgili belgeleri “Olur mu canım böyle şey” diye küçümseyen Avcı o gün benzeri pek çok bilgiyi gazetecilerle paylaşmaktan çekinmemişti. Bunlardan bir tanesi de İstanbul – Çarşamba semtinin askerler tarafından bombalanacağıydı. Olayın planlanma safhasında bizzat Kadir Sarmusak da bulunmuştu. Çarşamba askerlere göre irticacıların yuvalandığı bir semtti. Bu semt adeta şeriatçıların kalesiydi. Öyleyse gerekli dersin verilmesi gerekiyordu. Bunun için de askeri bir yol seçilmişti.

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı uçaklar tatbikat maksadıyla bomba yüklü olarak havalanacaklardı. Uçakların güzergâhı Fatih – Çarşamba’dan geçecekti. Bu sırada bomba yüklü uçaklardan bir tanesi üzerindeki bombaları bırakacaktı. Meydana gelecek bu katliamdan sonra yapılacak açıklama bile belirlenmişti. Uçak bombalarını mekanizmasının bozulması yüzünden kazayla düşürmüştü.

Ya böyle bir planın duyulmuş olmasından, ya da planın yapıldığı birimin deşifre olmasından dolayı bu korkunç plan hayata geçirilemedi. Ancak Avcı bu planı gazetecilerden saklama lüzumunu hiç hissetmedi.

Avcı’nın anlattığı bir diğer olay ise Fethullah Gülen’e düzenlenecek suikast iddiasıydı. O günlerde Türkiye’de olan ve İstanbul – Altunizade’de kalan Gülen JİTEM elemanları tarafından takip ediliyordu. Aynı elemanlar binanın planına ulaşmaya çalışıyorlar, bina ile ilgili bilgi topluyorlardı. Üzerinde durdukları konu Gülen’in binaya ne şekilde girip – çıktığıydı. Çünkü Gülen dışarı çıktığında zırhlı bir araca biniyordu. Yani yol boyunca kendisine bir zarar verilmesi mümkün değildi. Binada da kaldığı yer bilinmiyordu. Suikast için ancak binaya giriş – çıkış yaptığı kısa zaman dilimi kalıyordu.

Bu bilgiyi de Avcı pek çok gazeteci ile paylaştı. Şimdi yerden yere vurduğu Bülent Orakoğlu için de Avcı’nın ağzından hiç de kötü sözler çıkmıyordu; “Gardaş geçmişine kefil olamam. Ama şimdi sağlam duruyor” sözleri gazeteciler arasında Orakoğlu’nun en büyük referansıydı.

Hanefi Avcı bunları söylerken yanılıyor ya da yanıltıyor muydu? Elbette hayır. İstihbari bilgileri hem devletin ilgili kurumlarına rapor ediyor, hem de kendince askere karşı bir cephe oluşturuyordu. Anlattıklarının doğruluğu da çeşitli defalar teyit edildi. En azından bizim konuştuğumuz gazeteciler arasında bu bilgiyi başka kaynaklardan teyit eden isimler de var. Zaten aksi olsaydı o tarihlerde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda en önemli terfi postu olan İstihbarat Daire Başkanı Kurmay Albay Eser Şahan emekli edilmezdi. Askerler planlarının sızdığını fark edince ilk kurban ettikleri isim Şahan oldu.
Hal böyleyken Avcı şimdi niye çark etti? Sizce bunun Ermeni Mustafa ile bir ilgisi olabilir mi?

LİBERALSES

Yarın:

Ergenekon Terör Örgütü’ne yönelik ilk toplantı ne zaman oldu? Bu toplantıda kimler vardı?

Toplantıdaki bilgilerin basına sızması üzerine Hanefi Avcı’nın tepkisi ne oldu?

Ergenekon’a yönelik soruşturmayı yıllarca nasıl sakladı?

Hanefi Avcı, umduğu makamlara gelebilmek için neler yaptı? AKP kurmaylarıyla ilk ne zaman temas kurdu? Hangi gazetecilerle sürekli görüşüyordu? Bugün inkar ettiği Ergenekon için eskiden ne düşünüyordu?
Yasin Oğuz / LİBERALSES

Dün Hanefi Avcı’nın yazmadığı, yazamadığı doğruları anlatırken, bugün için sizlere Ergenekon Davası’nın başlangıcıyla ilgili basına hiç yansımamış bilgiler aktaracağımıza söz vermiştik. O sözümüzü birkaç paragraf aşağıda bulacaksınız. Ama bundan daha önce Hanefi Avcı’nın kızaktan indiriliş sürecine dair bilinmeyenleri anlatalım.

Avcı 28 Şubat Süreci’nde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan yardımcısı ve daha sonra vekili oldu. Oradan da askerlerin baskısı ile kızağa alındı. Ankara – Dikmen’de Emniyet Genel Müdürlüğü binasının beşinci ya da altıncı katında, AKKM’de (Ana Komuta Kontrol Merkezi’inde) görev yapıyordu. Avcı’nın tayini buraya çıktıktan sonra AKKM gazetecilerin uğrak noktası haline gelmişti. Necdet Açan, Faruk Mercan, Tuncay Opçin, Soner Arıkanoğlu, Adnan Gerger, Ferhat Ünlü, Gürkan Zengin, Cüneyt Özdemir vb. pek çok gazeteci Avcı’nın yanına sık sık giderdi. Ya da Ankara ve İstanbul’da buluşur, görüşürlerdi. Avcı’nın yalnızlaştırıldığı, lanetli ilan edildiği o günlerde yanındaki isimlerden bir tanesi de Önder Aytaç’tı. Aytaç ile Avcı sıkı dosttu.

Yıllar birbirini kovalarken Fazilet Partisi’nin kapatılmasının ardından parti grubunun yarıya yakını yeni partiye geçmeyi reddetti. Başını Tayyip Erdoğan’ın çektiği AKP kuruldu ve 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından iktidara geldi. Ardından da Abdullah Gül’ün başbakanlığında kabine oluşturuldu. Bu kabinede İçişleri Bakanlığı koltuğuna deneyimli siyasetçi Abdülkadir Aksu getirildi. Birkaç ay sonra da Aksu, Hanefi Avcı’yı bulunduğu kızak görevden alarak Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı (KOM)’na getirdi. Avcı’nın yıldızı tekrar parlamaya başladı.

Aksu bu tayin işlemini yaparken uzak, yakın çevresinin yoğun baskısına maruz kalmıştı. Etrafındaki hemen herkes bu göreve ya da İstihbarat Daire Başkanlığı’na Hanefi Avcı’nın getirilmesini istiyordu. Aynı istekler önemli, önemsiz pek çok isim tarafından o sırada henüz meclise girememiş olan Tayyip Erdoğan’a da iletiliyordu. İki isim de bu Avcı’ya mesafeli durmuyorlardı. Sadece yeni kurulmuş, geçmişi yüzünden çok sıkıntılı bir hareketten gelip hükümet kurmuş olmanın heyecanıyla tayin için biraz süre istiyorlardı.

Nitekim Gül hükümetinin üçüncü ya da dördüncü ayında Hanefi Avcı, KOM’un başına getirildi. Buraya kadar Avcı’nın kariyerinin en zor günlerini, yıldızının parladığı anın kronolojisini yazdık. Bundan sonrası ise hem kulis bilgisi, hem de kendisini her türlü beklentiden uzak gösteren Avcı’nın en küçük ayrıntılarda bile yalan söylediğinin belgesi.

O günlerde Avcı’nın aktif ve parlak bir göreve getirilmesi için en fazla uğraşanların başında Önder Aytaç geliyordu. Aytaç hem emniyet camiasındandı, hem de Abdülkadir Aksu’nun çok yakınıydı. Aytaç bu yakınlığı kullanarak Aksu üzerinde bunaltıcı bir baskı oluşturdu. İstanbul’da da Tayyip Erdoğan’ın ofisiyle temas kuran bazı isimler Hanefi Avcı için Erdoğan’a referans oluyorlardı.

Ancak bilmedikleri bir nokta vardı. Hanefi Avcı daha Fazilet Partisi bölünmeden önce, parti içindeki yenilikçi kanat ile temasa geçmişti. Yenilikçilerin bir araya geldiği meşhur Pazar pikniklerinin müdavimiydi. Bu temaslar sayesinde AKP içinde hatırı sayılır bir çevresi olmuştu. Hükümet kurulduktan sonra Avcı, yakın çevresine, gazetecilere hiçbir beklentisi olmadığı imajını yaysa da el altından AKP ile pazarlık yapıyordu. İlk istediği makam İstihbarat Daire Başkanlığı’ydı. İkinci sırada ise KOM vardı. İsminin askerlere alerjik gelmesinden çekindikleri için Erdoğan’ın onayıyla Aksu, Avcı’yı KOM’na tayin etti. Avcı için gün doğmuştu. Burada neler yaptığı bir çok farklı yazının konusu olacağı için şimdilik Avcı’nın KOM günlerini atlıyoruz.

Bu tayin sürecinde önemli olan Avcı’nın çevresine verdiği imaj ile gerçek yüzünün birbiriyle örtüşmemesi. Avcı hayatının her döneminde ve her evresinde kariyerist oldu. Kitabında hiçbir beklentisi olmayan derviş resmi çizse de sadece KOM’a tayin döneminde yaşananlar bile Avcı’yı anlamaya yeter. Eskişehir Emniyet Müdürlüğü görevine getirildikten sonra da Ramazan Akyürek’ten boşalan İstihbarat Daire Başkanlığı için Ankara’da çalmadık kapı bırakmadı. Bunlardan sonraki hedefi ise İstanbul ya da Ankara Emniyet Müdürlükleri oldu. Ama asıl muradı, kendisinin ve ekibinin arkasındaki isim olan Ermeni Mustafa’nın da yardımıyla MİT’in başına geçmekti. Bunların hiç birinin olmadığını anladığı anda da son valiler kararnamesine girmek için uğraştı. Ancak Avcı burada bir gerçeğin farkına vardı; İsmi başbakan Tayyip Erdoğan tarafından çizilmişti. Gelebileceği en son nokta Eskişehir Emniyet Müdürlüğü gibi görünüyordu. Şimdi Avcı bu kulisleri hiç yapmamış, hiç mevki ve kariyer tutkusu olmamış ya da yokmuş gibi davranıyor. Ankara’da bu işler için çaldığı tüm kapıları tek tek biliyoruz.

Şimdi en basit, en anlaşılabilir ve en insani noktada bile yalan söyleyen bir portreyle, hiç bilmediğimiz, hiç sevemediğimiz bir Hanefi Avcı portresi ile karşılaşıyoruz. Bu kadar basit bir konuda bile yalan söyleyen bir insanın dürüstlüğünden dem vurulabilir mi? Ya da biz bu ismin şimdi anlattıklarına nasıl inanacağız?

Bu faslı burada kapatıp, asıl konumuza dönelim. Türk basınında Ergenekon ile ilgili ilk bilgi ve yazılar 1996 yılında yayınlanmıştı. Daha sonra Ergenekon Davası kapsamında gözaltına alınan emekli binbaşı Erol Mütercimler ilk defa Ergenekon Örgütü’nün varlığından bahsetmişti. Araya 28 Şubat’ın zorlu günleri girmiş ve Mütercimler’in anlattıkları hafızalardan silinip gitmişti.

Ta ki Tuncay Güney bir dolandırıcılık davasında gözaltına alınana kadar. Güney’in bürosunda çıkan belgelerde ilk defa Ergenekon’la ilgili belgelere ulaşılmıştı. Konunun önemine binaen o zaman İstanbul KOM’un müdürü şimdinin Ergenekon sanığı Adil Serdar Saçan, belgeleri Ankara’ya yollamıştı. Bunun üzerine Ankara’da İçişleri Bakanlığı’nda beş kişinin katılımıyla bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya öğrenebildiğimiz kadarıyla dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Hanefi Avcı, Kazım Abanoz ve Sabri Uzun’un da aralarında olduğu beş kişi katılmıştı. Avcı uzun zamandır şüphelendiği bu örgütlenmeyle ilgili ilk somut bilgilere burada ulaştı. Ancak bu toplantıda konuşulanlar kısa süre sonra basına sızdı. Zaman’dan Aydoğan Vatandaş, Yeni Şafak’tan ise Taha Kıvanç konuyla ilgili üç köşe yazısı kaleme aldılar. Bu Avcı’nın çok canını sıktı. Tam örgütün üzerine gidecekken çıkan yazılar, Ergenekon’un Tuncay Güney dışındaki elemanlarının yeraltına çekilmesine neden olmuştu. Bu sıkıntısını da Hanefi Avcı çevresindeki gazetecilerle paylaşmadan edemedi.

Yıllar sonrada şimdi küçümsediği ve önemsizleştirmek için özel çaba gösterdiği Danıştay Saldırısı’nın ardından Ergenekon’la ilgili bilgileri basına servis etti. Bu baskından yıllar önce bile KOM’da bulunduğu sırada Ergenekon’la ve Ergenekon araştırmalarıyla ilgisini hiç kesmemişti.

Hem bunları yapan, hem de yaptıklarını büyük bir pervasızlıkla gazetecilerle paylaşan Avcı şimdi Ergenekon Davası’nı sabote etmeye çalışıyor. Avcı’nın söylediklerine dünya inansa biz inanmayacağız…

Yarın:

Muhafazakâr gazetecilerin çapkınlıkları nasıl tespit edildi? Kimler, hangi vasıtalarla uyarıldı?

Avcı’nın “korkak” dediği genel yayın yönetmeni kim?

“Alınan her rüşvetten yüzde yirmi payı var” dediği parti başkanı şimdi ne yapıyor?

Hangi parti başkanı ve başbakanın ailesi hakkında bilgi topladı, tarikat bağlantılarını araştırdı?
Hanefi Avcı hangi muhafazakâr gazetecinin çapkınlıklarını tespit ettirdi? “Korkak” dediği genel yayın yönetmeni kim? Hangi parti başkanını rüşvetçilikle suçladı? Hangi başbakanın ailesi hakkında bilgi topladı?
Yasin Oğuz / LİBERALSES

Pandora’nın kutusu madem açıldı, o halde kapanmadan ne biliyorsak hepsini anlatmak boynumuzun borcu. O yüzden dün ne söylediysek, bugün de onları yazıyoruz. Hanefi Avcı istediği kadar inkar etsin, “yalan, yok böyle bir şey” desin biz hem Çetin Doğan cuntasının, hem de Şener Eruygur’un o dönemde neler yaptığı gayet iyi biliyoruz.

İşte o günlerde Hanefi Avcı, KOM'un başındaydı. Türkiye’deki bütün gelişmeler KOM’da toplanır, ondan sonra ilgili birimlere neler yapması gerektiği iletilirdi. Avcı o zaman Türkiye’nin özellikle de muhafazakâr kesimin büyük ağabeyi rolüne bürünmüştü. O yüzden hemen herkesi yakın takibe almıştı. Avcı’nın yakın ilgisine mazhar olmuş isimler arasında muhafazakâr kesimin şöhretli kalemleri de vardı.

Avcı’nın yakın kontrolü altındaki bu kalemlerden de hiç iyi kokular gelmiyordu. Bir kısmının kumar, bir kısmının parayla ilgili sorunları vardı. Bazılarıysa aklını kadınlarla bozmuştu. Avcı kendisine bu isimlerle ilgili gelen bilgileri inceler, gerekli yerlere pas ederdi. Bunlardan biride televizyonlardan bir tanesinin ekran yüzüydü. Bu isimle ilgili iddialar uzun süredir dillendiriliyordu. Ancak hem konunun nezaketi, hem de söylenenlerin ispatı çok zordu. Bu dedikodular kulağına geldiğinde Avcı gerekli tetkikâtı yaptırttı; söylenenler doğruydu. Bu ekran yüzü, kendisine bir şekilde ulaşan muhafazakâr aile kızlarını baştan çıkartıyordu. Bu kızların büyük çoğunluğu da henüz lise çağında gençlerdi. Avcı o dönemde “tehdide açık yaşayan” bu isimlerin çalıştığı kurumlarla görüştü. Çalıştıkları kurumların Ankara temsilcilerine ya da etkili isimlerine ulaşan Avcı, dikkat çekmeden bu isimlerin çalıştıkları kurumlardan ayrılmalarına neden oldu. Bu bilgileri de yakınındaki gazetecilerle paylaşmaktan çekinmedi. Peki Avcı, sayısı onu bulan bu isimlerle ilgili belge ve bilgilere nereden ulaştı? Bu isimlerin telefonlarının dinlenmesiyle ilgili mahkeme kararı var mıydı? Haklarındaki dedikodular mahkemeye intikal etmiş, adliyenin konusu olmuş muydu? Elbetteki hayır. Şimdi devlet içinde yasadışı telefon dinlemelerinden yakınan Avcı acaba görevi süresince hep bu tür işlere uzak mı durdu?

Avcı basında çıkan yazıları hep takip eder, gerektiğinde müdahale etmekten çekinmezdi. 28 Şubat Süreci’nin en zor günleriydi. Enis Berberoğlu, Avcı’yla ilgili bir yazı kaleme almıştı Hürriyet’te. Berberoğlu o günlerde emniyet çevrelerinde konuşulan bir iddiayı dillendirmişti; Hanefi Avcı Fethullahçı’ydı.

Avcı bu yazıyla ilgili soru soran gazetecilere; “Gardaş ben de duymuşum, benim de kulağıma gelmiş” diyerek dedikodulardan haberdar olduğunu anlatmıştı. Ona göre teşkilat dediği emniyette bu tür sözler edilirdi ve bu sözlerin hiçbir önemi yoktu. Berberoğlu için tespiti ise oldukça ilginçti; “Enis korkaktır. Üzerine gidilirse siner. Haber kaynağı Ünal İnanç’tır. Derinliğine bilgisi yoktur.”

DSP – MHP – ANAP koalisyonu döneminde Avcı’nın ilgisi siyasilere yoğunlaşmıştı. Koalisyonun MHP kanadıyla bağlantıları iyiydi. Avcı’nın eşi Kayseriliydi. Avcı’da Kayserili dostları sayesinde MHP’yle bağlantı sağlamıştı. Koalisyonu umutla karşılayan Avcı bir müddet sonra çevresine MHP’nin yolsuzluklarını anlatır olmuştu. Özellikle hükümetin MHP kanadından Bayındırlık ve İskan Bakanı Koray Aydın’ın yaptıklarından bizardı. Ancak Aydın’ın bu işte yalnız olmadığını, aldığı her türlü rüşvetten parti genel başkanı Devlet Bahçeli’ye yüzde yirmi pay verdiğini, hatta büyük bir işten Bahçeli’nin payını vermediği için ikilinin tartıştığı bilgisini de gazetecilere ulaştıran Hanefi Avcı’dan başkası değildi. Aydın’la görüşüp, iş alamayan, rüşvet verip karşılığını bulamayan bazı işadamlarının gazetecilerle de temas etmesini sağlamıştı.

Koalisyon hükümetinin üçüncü ortağı ANAP’tı. Partinin başında Mesut Yılmaz vardı. Yılmaz, İçişleri Bakanı Kazım Yücelen üzerinden iş yapıyordu. O sırada Yılmaz’ın eşi Berna Yılmaz’la ilgili pek çok haber gazetelerde yeralıyordu. Avcı da Yılmaz’a yoğunlaşmıştı. Yılmaz’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde iki adamı vardı; Adil Serdar Saçan ve Ayhan Mimaroğlu. Saçan KOM Şubesi’nde, Mimaroğlu ise Mali Şube’nin başındaydı. Bir taraftan da İstanbul Atatürk Havalimanı’nı kontrol altında tutuyordu. Tüm bağlantıları da Turgut Yılmaz sağlıyordu. Yılmaz kardeşler kendilerine engel olarak gördükleri İstihbarat Şube’yi ani bir hamle ile dağıtmışlardı. Hanefi Avcı’da o sırada Yılmaz kardeşlerin peşine düşmüş, gelen her türlü bilgiyi değerlendiriyordu. Gazetecilerle paylaştığı bu bilgiler arasında en önemlisi Yılmaz kardeşlerin annesi Güzide Yılmaz’ın tarikat bağlantısıydı. Güzide Yılmaz, İstanbul’da yaşıyordu ve Rıfai dergâhına bağlıydı. Kenan er – Rıfai’nin ölüm yıldönümünde Mesih Paşa Camii’nde yapılan mevlit töreni Hanefi Avcı’nın isteği üzerine adım adım izlenmişti.

Şimdi yasadışı dinlemeden şikayet eden, başı dara düşen her emniyetçinin; Osman Ak, Adil Serdar Saçan gibi her ismin başvurduğu bir yönteme başvuruyor. Hanefi Avcı’nın anlattıklarına inanırız, ciddiye alırız. Ama bir şartla; doğruluğunu yüzde yüz bildiğimiz olayları kamuoyu ile paylaştığı taktirde. Yoksa Hanefi Avcı’ya gökten kitap inse bizi bağlamaz.

Hanefi Avcı kimleri izlettirdi? Gazetecilere, Susurluk ilişkilerinde dönen paranın kimlerde olduğunu anlattı? Askeriyeyle ilgili belgeleri nasıl saklıyordu?
Yasin Oğuz / LİBERALSES

Dün yazımızın altına not düşmeyince Hanefi Avcı ve ekibi rahat bir nefes almış. Malzememizin tükendiğini düşünmüşler. Biz onların ne düşündüğünü bir tarafa bırakıyor, Avcı’nın çevirdiği dolapları anlatmaya devam ediyoruz. Hep yasadışı dinlemelerden dert yanan, kendisinin dinlendiğinden dem vuran Avcı kendi yaptıklarını unutmuşa benziyor.

Avcı’nın taktığı isimler vardır. İstanbul’da görev yaptığı yıllardan itibaren taktığı isimlerin başında İbrahim Sungur geliyor. Avcı, Sungur’un Susurluk’ta kazada ölen Abdullah Çatlı’nın olduğuna inanırdı. Sungur’la ilgili her bilgiye, her yazıya da özel ilgi gösterirdi. Avcı’nın ilgilendiği bir diğer isim şimdi ulusal medyada önemli bir yer tutan Turgay Ciner’di. Susurluk Skandalı’nda ortaya çıkan ilişkiler ağında dönen paranın üç isim olduğunu anlatırdı Avcı gazetecilere. Bu isimlerden bir tanesi de Turgay Ciner’di. Ciner’i de her zaman büyüteç altında tutardı.

Avcı’nın izlemede, dinleme ya da araştırma yaptırmak için taktikleri vardı. Bir konuyu merak ettiğinde gizlice araştırtır, sonra da o konuyla ilgili bilgileri bir mektupla ilgilisine gönderir, araştırma başlatılmasını sağlardı. Mesela Abdullah Çatlı’nın Ataköy’de kaldığı ev böyle tespit edilmiş, gelen bir mektupla da araştırma başlatılmıştı. Avcı bunu da gazetecilerle paylaşmıştı. Avcı’nın bir diğer merakı da kendisine boş, büyük, sarı zarflar postalatmasıydı. Avcı evinde ya da işyerinde bir baskın ya da arama olduğunda bu zarfları delil olarak kullanacaktı. Avcı’da her zaman askerler ve askeriyeyle ilgili çok önemli belgeler bulunurdu. Birisi bu belgeleri nereden buldun diye sorduğunda Avcı “Bana postayla gelmiş” diyebilmek için önceden delil oluştururdu. Gördüğünüz gibi Avcı şimdi meslektaşlarını neyle suçluyorsa aynısını hatta fazlasını kendisi yapıyordu.

Kendisi yaptığı için de bugün herkesten işkilleniyor.

Avcı’nın isminin yanına çentik attığı kişilerden bir tanesi de Aydan Kodaloğlu ya da şimdiki soyadıyla Aydan Kozluca’ydı. Avcı Ankara’da Kozluca’yı adım adım takip ettirdi. Bu bahsi şimdilik burada kesip Pazartesi gününe bırakalım. Çünkü gerçekten romanlara konu olabilecek zenginlikte bir malzeme.

LİBERALSES

Hanefi Avcı deşifre ettiği askeri belgeleri, nasıl ve kimden temin etti? KOM Daire Başkanı'yken kime güveniyordu da "darbe olmadıkça beni buradan alamazlar" diyordu. Avcı ve ekibinin hedefinde kim var?

Yasin Oğuz / LİBERALSES

Hanefi Avcı’nın kaleme aldığı, Ulusalcıların “Bible”ı olmaya aday kitabını dün en nihayet korsandan bulduk ve bazı kısımlarını okuduk. Bugüne kadar yazdıklarımızla Avcı’ya haksızlık yapmadığımızı bir kez daha anladık. Kitabın Cemaat başlıklı bölümünün ilk sayfalarında KOM Başkanlığı’yla ilgili bilgilere bakmak istedik ama Avcı bu bölümü neredeyse birkaç satırla geçiştirmişti. Üzerinde durduğu nokta görevden alınması, Edirne’ye kendi deyimiyle sürgün edilmesiydi.

Göreve nasıl getirildiği, kimlerle, ne gibi kulisler yaptığını hiç anlatmamış. Kızakta olduğu yıllarda neler yaptığı da yok kitapta. Oysa bizim için kitabı önemli kılacak bilgiler buradaydı. Madem Hanefi Avcı bunları anlatmamış, biz anlatmaya devam edelim. Bir yandan da Emre Uslu’nun bugün Taraf gazetesinde yayınlanan yazısını okumanızı salık verelim.

Avcı, Susurluk Skandalı ile birlikte öne çıkmış bir isimdi. 28 Şubat Süreci’nde de Avcı ismi artık kamuoyuna iyice malolmuştu. Avcı’nın bu kadar tanınmasının nedeni TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifade ile 28 Şubat Süreci’nde hazırladığı bilgi notuydu. Bu bilgi notu devlette depreme neden olmuştu.

Avcı bilgi notunu “Türkiye hızla bir askeri diktatörlüğe doğru gitmektedir” sözleriyle bitiriyordu. Bu bilgi notunu hazırlamak için onlarca askeri belgeyi incelemek durumunda kalmıştı. Bu belgelerde gördükleri Avcı’yı şaşkına çevirmişti. Peki bu askeri belgeler Avcı’ya nasıl ulaşmıştı. Avcı belgenin yakınına sızmış cemaat mensupları tarafından verildiğini iddia ediyor. Bazı belgeler de Avcı’yı posta yoluyla gelmiş.

Dün Avcı’nın postadan geldi görüntüsü vermek için neler yaptığını anlatmıştık. O yüzden bu yazdıkları hiç inandırıcı gelmedi. “Yakınındaki cemaat mensupları” iddiası da bizim için geçerli değil. Çünkü henüz Avcı dindar kitleler için bilinen bir isim değildi Her ne kadar demokrat ve liberal kamuoyu Avcı’yı Susurluk komisyonuna verdiği ifade ile tanımış olsa da muhafazakarların Avcı’yı keşfetmesi için zamana ihtiyaç vardı. Tanınmayan, asker karşıtı olarak bilinmeyen Avcı’ya kim, niye o belgeleri göndersin? Avcı’nın bu soruya kesin ve net bir yanıt vermesini bekliyoruz. Bu belgeleri kimden ve nasıl temin etti?

Buradan da Avcı’nın KOM Başkanlığı günlerine atlıyoruz. Avcı görevden alınmasının birkaç nedeni arasında Enerji Bakanlığı’nda yürüttüğü operasyonu anlatıyor. Avcı’ya göre hükümet kanadı bu operasyondan hiç memnun kalmamış. “Aferin” bile dememiş. Peki memnun kalmadığı operasyonun çok daha büyüğünü yapan şimdiki Kom Daire Başkanı’na niye bir şey yapmıyor? Biliyorsunuz Ahmet Pek döneminde Enerji Bakanının müsteşarı ve en yakın çalışma arkadaşları tutuklandı. Hükümet kanadından tek bir olumsuz laf eden olmadı. Pek’ten rahatsız olmayanlar, Avcı’dan niye rahatsız olsun?

Avcı’nın kitabında yaptığımız kısa okumada bir nokta daha dikkatimizi çekti. Hanefi Avcı’nın kitabında İstanbul’da bir polis şefi hedefe yerleştirilmiş. Bütün suç, yapılan bütün kabahatler hep bu polis şefinin üzerine atılmış. Zaten bu polis şefi de Fethullahçı’ymış. Bundan iki ay önce Sabri Uzun da Nedim Şener’in mahkemesinde vermiş olduğu ifadede daha önce hiçbir suçu yoktur diye temize çıkardığı polis şefini suçlamıştı. Ha keza Emin Arslan’ın hedefinde de aynı polis şefi vardı…

Bu polis şefiyle alıp – veremediğiniz nedir? Niye tüm şikayetleriniz askerin en üst düzeyde görevden alınması için baskı yaptığı döneme denk düştü? Ankara’da çok konuşulduğu için mutlaka Avcı’nın kulağına da gitmiştir. Bu polis şefinden askerin üst düzeyi oldukça rahatsız. Ergenekon Operasyonlarının ve darbe soruşturmalarının beyni olduğunu düşündükleri için her fırsatta bu ismin görevden alınması için baskı yapıyorlar. Şimdi aynı isim geçmişin kudretli polis şeflerinin hedefinde. Sizin de burnunuza bir yanık kokusu gelmiyor mu? Bu bir danışıklı dövüştür. Avcı ve Uzun şu anda Kafes Eylem Planı ve Ergenekon sanıkları için sahte delil üretmekle meşguller.

Avcı, KOM Daire Başkanlığı’ndan alınmadan çok önce bazı daire başkanlarının görev yerlerinin değiştirileceğine dair söylentiler çıkmıştı. Bunun üzerine Avcı kendisi ile görüşen gazetecilere, “Darbe dışında hiçbir durumda beni buradan alamazlar” demişti. Avcı niye bu kadar kendine güveniyordu? “Ermeni Mustafa” ya, yani Mustafa Kadıoğlu’na mı yoksa başbakanlık danışmanı Cüneyt Zapsu’ya mı? 2003 – 2004 yıllarında Ankara’da yaşanan fırtınalı günlerde Avcı’nın rolü, görevi neydi? Neler yaptı? Avcı’nın yazmadıklarını, yazamadıklarını yarın okumaya devam edeceksiniz.

Yarına bırakmadan bir de Avcı’ya sorumuz var; İl emniyet müdürlüğü makamına gelmiş bir insan niye çift cep telefonu taşır? O telefonlarla ne yapar, ne görüşüyor? Devlet nasılsa Avcı’nın eski itirafçılarla bağlantılarını biliyor. Avcı’nın akçeli işlerle de ilgisi olmadığı herkesin malumu. O halde bir emniyet müdürünün üç tane cep telefonu taşımasının manası ne?

LİBERALSES

Hanefi Avcı MİT'in görev alanına girmesine ramen Aydan Kodaloğlu'nu neden ve nasıl takip ettirdi? Avcı neden Kodaloğlu'nu yok etmeyi hedefliyordu? Ermeni Mustafa bu işin neresindeydi?
Yasin Oğuz / LİBERALSES



28 Şubat Süreci’nin en başat ismi şüphesiz Genelkurmay II. Başkanı Org. Çevik Bir’di. Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı yerine bütün süreci Org. Çevik Bir idare etti. Bir’e ordu içinden sanılanın aksine çok büyük muhalefet vardı. Bu muhalefetin en önemli ismi ise dönemin Birinci Ordu Komutanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’ydu. 28 Süreci’nde ve sonraki birkaç yılda yaşanan bilek güreşi ve kavganın ardın Kıvrıkoğlu Çevik Bir ve ekibini Türk Silahlı Kuvvetleri’nden tasfiye etti.



Çevik Bir, ordu içinde davranışları ve sözleriyle itici bulunan bir generaldi. Ama bir kampın adamı olduğu için kimse kolay kolay Bir Paşa’yı karşısına almayı göze alamıyordu. Bir’in yurtiçinden daha fazla yurtdışından destekçisi vardı. İsrail genelkurmay başkanı ile yaptığı yazışmalar Radikal’de Avni Özgürel tarafından deşifre edildi. Meraklısı oraya bakabilir. Bir’in asıl bağlantısı Amerikalılarlaydı. ABD’liler Bir’i sever, Bir de onların isteklerini yerine getirmeyi hayatının gayesi bilirdi.



ABD’nin 28 Şubat günlerinde Ankara’daki gayr – ı resmi temsilcileri Aydan Kodaloğlu’ydu. Kodaloğlu bu sıfatla Ankara’nın altını üstüne getiriyor, hemen herkesle temas kuruyordu. Bu isimler arasında siyasetçiler ve işadamları başı çekiyordu. Kodaloğlu’nın faaliyetleri, temasları büyük ihtimalle Hanefi Avcı’nın da ilgisini çekmişti. Avcı Kodaloğlu’na özel ilgi gösterdi ve kısa sürede hakkındaki tüm bilgilere ulaştı. Avcı’nın Kodaloğlu ilgisi uzun yıllar devam etti. Bu bilgileri de sürekli yanına gidip – gelen gazetecilerle paylaştı. Kodaloğlu ile ilgili küçük küçük bilgiler fısıldadı. Cüneyt Ülsever’e de bu bilgileri vererecek Hacı romanını yazdırttı. Sonra da biliyorsunuz bu roman televizyon dizisi oldu. Dizinin başrol oyuncusu da Fikri Sağlar’ın üvey kızıydı.



Kodaloğlu’nun kim olduğunu merak edenler için aşağıdaki satırlarda yeterince aydınlatıcı bilgi var. Ama bizim ilgimizi Hanefi Avcı’nın ABD bağlantısı daha fazla çekiyor. Sırf Amerikalılara hizmet ettiğine inandığı için Kodaloğlu’nu izlemeye alan Avcı, niye Ermeni Mustafa hakkında bir çalışma yürütmedi? Avcı’nın en yakınındaki isimler bile niye bu isimle bağlantılarından haberdar değil? Yoksa Ermeni Mustafa ile Aydan Kodaloğlu ABD’li farklı çıkar gruplarını adamı mı? O yüzden mi Ermeni Mustafa’yı kollarken Kodaloğlu’nu yok etmeye çalıştı? Sahi bu işin sırrı ne? Hanefi Avcı bir kitap daha yazsa da bu konuyu da öğrensek.



Kim bu Kodaloğlu?



Michael Rubin adını duydunuz mu? Ya da Harold Rhode? Bu iki ismi duymadıysanız bile Richard Perle ismine aşinalığınız mutlaka vardır. Hani isminin başına "Karanlıklar Prensi" sıfatı getirilen kişi. Bu üç isim de Türk medyasının sık sık görüşlerine başvurduğu ABD'li stratejistler. Aslında yaptıkları danışmanlık. Ama Türkiye'de her gün örneklerini televizyonlarda gördüğümüz stratejistlere daha çok benziyorlar.

Son dönemde bu üç isim arasında en çok öne çıkanı Michael Rubin. Kâh Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini savunuyor, kâh ABD'nin PKK'ya silah verdiğini söylüyor. Türkiye'de yaşanan PKK terörünü bitirmek için ise harika bir önerisi var: Mesut Barzani'yi yakalayıp Türkiye'ye getirmek ve Abdullah Öcalan ile birlikte İmralı'da hapsetmek. Bir nevi ABD'li Yiğit Bulut.

Bu yazıları da Türkiye-ABD ilişkilerinin darboğazda olduğu, Türk kamuoyunda milliyetçi histerinin ayyuka çıktığı Dağlıca Baskını'nın hemen ardından kaleme aldı. Allah’tan Michael Rubin'i ne Türkiye'deki karar odakları, ne de ABD'li karar vericiler ciddiye almadı. Peki Rubin'in Türkiye sevdası, PKK düşmanlığı nereden geliyor? Niye ABD'li bir danışman Türkten fazla Türk kesilip, ahkâm kesiyor? Hem de ülkesinin resmi politikasının dışına çıkarak yapıyor tüm bunları.

Gerçi Türkiye'de Michael Rubin oldukça itibar görüyor. İstanbul'da Harp Akademileri'nde yapılan toplantının flash konuğuydu geçen yıl. Türk basınının ise yıldızı. Ne dese, ne yazsa mutlaka alıntılanıyor. Görüşleri ABD'nin resmi devlet politikaları üzerinde hiçbir ağırlığı olmasa da Rubin'i bu kadar değerli kılan bir şeyler olmalı.

Hem Rubin, hem de Harold Rhode ve Richard Perle, Türkiye'de değerli dostlara sahip. Bunların başında Aydan Kodaloğlu gelmekte. Kodaloğlu, öyle çok ortalarda görünmeyi seven bir isim değil. Ankara'da Ak Grup isimli bir danışmanlık şirketi var. ABD'li silah ve petrol devlerinin Türkiye'de temsilciliğini yapıyor. Katıldığı uluslararası sempozyumlarda kendisini tanıtırken Kürt Yahudisi olduğunu belirtmeden geçmiyor. İkbal hırsı ile yanıp tutuşan politikacıların bir numaralı dostu, rahmetli Turgut Özal'ın danışmanlığını yapmış bir isim. Arşivleri araştırdığınızda İlhan Kesici ve Melih Gökçek ismi sık sık Aydan Kodaloğlu ile ortak kullanılmış. Yani her iki politikacı da bir dönem temasta bulunmuş Kodaloğlu'yla. Kodaloğlu'nun uluslararası bağlantılarının, Türkiye'deki dostluklarının muhafazakar-milliyetçi politikacı İlhan Kesici'nin, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde CHP'ye geçişinde bir etkisi olmuş mudur? Olası CHP-MHP koalisyonunun kotarılmaya çalışıldığı bir dönemde bu dikkati çeken transfer, koalisyonun ön hazırlığı mıdır? Elbette bilmek zor.

Kodaloğlu gücü seven bir isim. Ankara'da elbette çevresi sadece siyasilerle sınırlı değil. 28 Şubat sürecinde en çok birlikte olduğu kişi Em. Org. Çevik Bir'di. Dönemin kudretli "İkinci Başkanı" ile yedikleri-içtikleri ayrı gitmiyordu. Kodaloğlu, dostları Harold Rhode, Michael Rubin, Richard Perle gibi isimleri de sık sık askerlerle bir araya getiriyordu. Üzerinden on yıl geçse de Kodaloğlu-Bir ikilisinin dostlukları devam ediyor. Ama Kodaloğlu sadece geçmişe takılıp kalan bir isim değil elbette. Hudson Senaryosu'nun konuşulduğu günlerde Org. Ergin Saygun-Aydan Kodaloğlu görüşmeleri de Türk medyasında yeraldı.



LİBERALSES

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License