30.10.09

ISLAK ISLAK

Islak, ıslak…

Fanatik Galatasaraylı Hasan Cemal, pazar günkü sütununda “Islak İmza” konusunu yazmayı neden hafta içine bıraktığını anlatıyordu.

Vatan, derbi maç öncesinde bir grup işadamı ve gazeteci arasında girilen ilginç iddianın haberini verirken, H.Cemal'e de bilgisayar ortamında sarı-lacivert formayı giydirivermişti…

Sarı-Kırmızılı H.C, o kurgusal fotoğrafa mızrak gibi esprilerle bozuk çalarken; Vatan'da yazıldığı gibi bir bahse girmediğini öne sürüyor ve asla ezeli rakibinin formasını giymeyeceğinden söz ediyordu.

H.Cemal, “Fenerli dostlarının bilgisayar marifetiyle psikolojik savaş icra ettiklerine” dikkat çekiyordu:Dahası, F.B-G.S maçlarından önce her zamanki gibi büyük konuşuyor; “Galiba farkındalar, Keita rüzgarı Saraçoğlu'nda onları mahvedecek!” diye yazıyordu!

Neticede, Keita'nın aslında bir boksör olduğu anlaşıldı ve G.Saray'lı Hasan Bey yine üzüldü.

Bu son yenilgi, zat-ı şahanelerinin Saracoğlu Stadı'nda arka arkaya onuncu kez üzülmesi; gel gelelim, Hasan Cemal'in “büyük konuşmak”tan vazgeçebileceğini pek sanmıyorum.

*

Sadece futbolda değil, siyasette de “garanti veren” büyük iddialara kulaklarımız aşinadır:

“Erdoğan mutlaka Çankaya'ya çıkacak” veya “AK Parti kesinlikle kapatılacak” ya da -mesela onuncu dalgadan önce- “Ergenekon operasyonları artık sona ermiştir.” gibilerinden “büyük konuşanları” hatırlıyoruz.

Bir kısım meslektaşımız da…

“AKP'yi bitirme planı” gündeme damgasını vurduğunda; “Albay Dursun Çiçek'e ait olduğu ileri sürülen imza kesinlikle sahtedir” diye yazmışlar, “son derece iddialı” konuşmalar yapmışlardı.

Sonuçta ne oldu?

“İrtica ile mücadele eylem planı” belgesinin orijinali savcılığa gelen bir ihbar mektubunun içinden çıktı:

-Islak, ıslak!

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, imzanın kime ait olduğunun belirlenmesi için söz konusu belgeyi Adli Tıp'a göndermiş, Adli Tıp'tan da “Islak imza, Albay Dursun Çiçek'in el ürünüdür” raporu gelmişti.

Bu satırların yazarı ise en başından beri “Belgedeki imzanın Çiçek'e ait olduğunu” ısrarla vurgulamıştı.

Mesela, şu satırlarımızı hatırlayalım:

“-TÜBİTAK raporu Çiçek'i yalanlıyor. TÜBİTAK, Çiçek'e ait imzanın montaj olmadığına hükmederek 'Belgeye orijinali dışında unsurların eklendiğini gösterir veri yok' demiştir. (..)

-'Fotokopiden belge olmaz' diyenler, fotokopinin orijinal belgeden elde edilmiş olabileceğine zerre kadar ihtimal vermiyorlar!(..)

-Postacı filminden ilham alacak olursak: 'Fotokopisi bu kadar tartışılıyorsa aslı yakında demektir!'

-Bakınız, o belgenin gerçek olduğu hususundan kaçış yok. Bu durum eninde sonunda anlaşılacak.

-Belge hadisesinin üzerini örtmek mümkün değil. Bu, dönülmez akşamın ufkunda bir olaydır…”

*

Başka?

Belgenin gün ışığına çıktığı günlerde…

“AKP'yi bitirme belgesinin deşifre edilmiş olması, Ergenekon yapılanmasının üzerine kararlılıkla gidildiğini gösteriyor. Bu çerçevede TSK içindeki Ergenekoncuların üzerine de gidiliyor…

Aksi geçerli olsaydı, İhanet Belgesi'nin gün ışığına çıkarılması mümkün olmazdı!” diye yazmıştım.

Bir ince hususu daha vurgulamıştım, o vakit:

“İhanet Belgesi'ni hazırlayanların aynı zamanda Genelkurmay Başkanı Başbuğ'u da hedef aldıkları aşikardır…”

(Kirli belgeyi hazırlayanlarla bağlantılı isimlerin Genelkurmay Başkanı'nı da fişlemiş olduklarının Ergenekon operasyonları esnasında ortaya çıktığını hatırlatmıştım.)

Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'ün Dursun Çiçek'i mahkemeye gönderirken, albaya yönelttiği suçlamalar içinde en çarpıcı olanı “TSK içinden gelen bir ihbar mektubu” idi.

O ihbarda, “karargahta, komuta kademesinin bilgisi dışında var olan bir örgütlenme” isim isim anlatılıyordu.

Star'ın o günlerdeki haberine göre Çiçek eylem planını “cuntanın emriyle” hazırlamıştı…

İhbar mektubunda “Cuntanın Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un bilgisi dışında hareket ettiğine” dikkat çekiliyordu…

Bu bilgi, belgenin “emir komuta zinciri dışında” hazırlandığı yönündeki tezi teyit ediyordu.

*

Finalde, “AKP'yi Bitirme Planı”nın orijinalini savcıya gönderen subayın beş sayfalık ihbar mektubuna gelebiliriz…

O çarpıcı mektupta deniliyor ki:

“Genelkurmay Başkanı da belgeden haberdardı. (..)

Belge, (geçen dönemin) Genelkurmay İkinci Başkanı'nın emri ile bir tümgeneral, bir de korgeneralin katkılarıyla hazırlandı…”

İhbar mektubunda, ayrıca…

“2007'de dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı (şimdi emekli) emri ve bazı akademisyenlerle CHP yöneticilerinin katkısıyla çok sayıda kamuoyunu yönlendirme amaçlı belge hazırlandığı” öne sürülüyor.

*

Bu noktada, Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un “Belge gerçekse gereken yapılacak” dediğini hatırlayalım.

Hal böyleyken…

Göreve geldiğinden beri TSK içindeki Ergenekon kalıntılarına karşı kararlı bir operasyon yürüten (ilk kez muvazzaf subaylar tutuklanmıştı) Genelkurmay Başkanı'nın, belge hakkındaki gerçeği bilmemesi imkansızlaşıyor ve “İhanet Planı” deşifre edildiğinde belgeyi “Kağıt parçası” diye nitelemesinin aslında “ters köşe bir hadise” olduğu anlaşılıyor.


Tamer Korkmaz
tkorkmaz@yenisafak.com.tr27 Ekim 2009 Salı

Pencereleri açalım…
İhanet Belgesi'nin orijinalini savcıya gönderen subayın ihbar mektubunda “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Hasan Iğsız'ın emri ile hazırlandığından bahsediliyor!

Şu anda 1. Ordu Komutanı olan Org. Iğsız, mektupta “cuntanın kilit isimlerinden biri” olarak tanımlanıyor.

*

Başka?

2007'de dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı olan Org. Ergin Saygun'un emri ile (bazı akademisyenlerle ve kimi CHP yöneticilerinin katkısıyla) Bilgi Destek Dairesi'nce hazırlanan çok sayıda “kamuoyunu yönlendirme” amaçlı belgenin de cuntanın işi olduğu vurgulanıyor.

Saygun, son YAŞ'ta emekli olmadan önce 1. Ordu Komutanı idi.

27 Nisan “sanal” muhtırası “emir komuta zinciri dışında” internette yayınlandığı esnada Org. Saygun Genelkurmay İkinci Başkanı idi.

Saygun'un bu görevde iken Kasım 2006'da Zeyno Baran'la Washington'da görüşmüş olduğunu…

Hemen ardından, 2006'nın Aralık ayı başında da Newsweek dergisinde Baran'ın “Türkiye'de “darbe toto” oynadığı yazısının yayınlandığını hatırlıyor olmalısınız…

Zeyno Baran, o yazıda “Türkiye'de 2007'nin Nisan ayında darbe olma ihtimali yüzde 50” diyerek bir kehanette bulunuyor; bu öngörüsünü de “üst düzey bir general”e dayandırıyordu…

(Yeri gelmişken, o günlerde kimi muhafazakar yazarların Zeyno Baran'ı “Demokrattır” diyerek kollayan, savunan yazılarını da ibretle okumuştuk.)

Yine hatırlayacaksınız, 2007 Haziran ayında da Baran'ın Türkiye masasında görev yaptığı Hudson Enstitüsü'nde pişirilen o müthiş “karanlık senaryolar” gündeme damgasını vurmuştu.

*

Şimdi, bir başka pencere açıp iki “sürpriz” veya “tesadüf” ziyaretin ilginçliği üzerine düşünelim:

1. Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız pazartesi günü yani -ihbar mektubunun basında çıktığı gün- İstanbul Emniyet Müdürü'nü ziyaret etti. Ziyaret sonrasında “Nezaket ziyaretiydi” demekle yetinildi.

Başka?

Ergenekon operasyonunun on ikinci dalgası gerçekleştiğinde de (13 Nisan 2009) dönemin 1. Ordu Komutanı Org. Ergin Saygun İstanbul Emniyeti'ne “sürpriz” bir ziyarette bulunmuştu.

*

Pencereleri açmaya devam ediyoruz…

İhbar mektubunu yazan subay, geçen haziran ayında belgenin fotokopisi basına yansıdığında “temizlik” çalışması yapıldığını da anlatıyor.

“Belge ve bilgisayar kayıtlarının imha sürecinin Org. Saygun'un özel sekreteri bir kurmay albay tarafından bizzat takip edildiğinden söz ediyor…

(Org. Saygun'un o günlerde 1. Ordu Komutanı olduğu dikkate alındığında, söz konusu kurmay albayın görevine Org. Iğsız döneminde de devam ettiği anlaşılıyor!)

*

İhbar mektubunda yer alan şu son derece çarpıcı satırlara bir bakalım:

“Sayın Savcım, maalesef önceleri doğru olduğuna inandığım ancak şu anda içinde bulunmaktan pişmanlık duyduğum -kendi vatandaşına psikolojik harekat uygulayan ve buna da 'bilgilendirme faaliyeti' şeklinde maskeleyen- cunta oluşumunda birçok arkadaşımla birlikte görev aldım. (..)

Medyanın bilmediklerini, benim gibi Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığı bünyesinde görev yapan arkadaşlar yani bu faaliyetleri bizzat planlayan ve icra eden kişiler çok yakından biliyoruz.

Bilgi destek personeli olarak bizzat olayların içerisinde -Aktütün'de, Dağlıca'da, Poyrazköy'de, Çukurca'da ve daha birçok yerde- olduğumuz için gerçekler tüm çıplaklığıyla bilinmektedir…”

*

Tam bu noktada, biraz geriye akla ziyan bir ödül törenine gidelim…

21 Ekim 2007'de Dağlıca'da 13 askerimizin şehit olduğu, sekizinin de rehin alındığı PKK baskınından on beş gün sonra…

Saldırıya uğrayan birliğin komutanı Yarbay Onur Dirik'e plaket verildiği ortaya çıkmıştı!

Yaralı askerler, tabur komutanı Dirik'in saldırı anında köyde düğünde olduğunu söylemişlerdi. Üç bölük komutanını izne ya da istirahata gönderdiğini de Dirik açıklamıştı.

Görev ihmali nedeniyle hakkında suç duyurusunda bulunulan yarbayı plaket vererek ödüllendiren kimdi peki?

-Dönemin 2. Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız!
Tamer Korkmaz
tkorkmaz@yenisafak.com.tr29 Ekim 2009 Perşembe

Islak Cunta
Dünkü yazımda bazı “ıslak” pencereleri açmıştım. Kaldığım yerden devam ediyorum.

Çarpıcı bir içeriğe sahip olan ihbar mektubunu yazan subay, içinde yer aldığı “CUNTA” hakkında itiraflarda bulunurken ne diyordu, hatırlayalım:

“Bilgi destek dairesi personeli olarak bizzat olayların içerisinde -Aktütün'de, Dağlıca'da, Poyrazköy'de, Çukurca'da ve daha birçok yerde- olduğumuz için gerçekleri tüm çıplaklığıyla biliyoruz.

İrtica ile Mücadele Eylem Planı'na bakıldığında, her olayda olduğu gibi bu defa da cuntanın kendi bekası için ülkemizin tüm değerlerini paramparça etmeye çalıştığı görülüyor…”

*

İhbar mektubunda, Aktütün Baskını da “cuntanın operasyonlarından biri” olarak sayılıyor, değil mi?

*

O günlerde, Aktütün Baskını'nın Ergenekon örgütüyle bağlantılı olduğunu vurgulamıştım.

Aktütün Baskını'nın zamanlaması ilginçti: Ergenekon'a seri operasyonların yapıldığı bir süreçte, Ergenekon Davası'nın başlamasına az bir zaman kala; ayrıca yeni Genelkurmay Başkanı'nın (Org. Başbuğ) Güneydoğu'da halkla bütünleşme bağlamında önemli adımlar attığı; hükümetin bölgeye yönelik ekonomik açılımlara giriştiği bir dönemde olmuştu; PKK'nın kullanıldığı, o baskın…

Aktütün Saldırısı, Dabılyu Bush döneminin son demlerinde gerçekleştirilmişti…

Atlantik'in Öte Tarafı, taşeron Ergenekon örgütünü kurtarabilmek için son bir hamle ile Türkiye'yi kaosa sürüklemek istemişti.

*

Aktütün Baskını'nın hedeflerinden biri de “Yeni Genelkurmay Başkanı”nı zor durumda bırakabilmekti.

Tam bu noktada, haziran ayında belge tartışması patladığında ne yazdığımı hatırlatmalıyım:

“İhanet belgesini hazırlayanların aynı zamanda Org. Başbuğ'u da hedef aldıkları aşikardır…”

“İrtica Belgesi”ni hazırlayanlarla bağlantılı isimlerin Başbuğ'u da fişlemiş oldukları gerçeğini bir Ergenekon operasyonu esnasında öğrenmiştik.

Başbuğ, TSK içindeki Ergenekoncu yapılanmanın üzerine gitmiş, böylelikle Ergenekon'da ilk kez muvazzaf subaylar tutuklanmıştı.

*

Peki, ya şimdi; gün ışığına çıkarılan nedir?

O sarsıcı İhbar Mektubu'nda sözü edilen bir “CUNTA”dır!

Aktütün'den Dağlıca'ya oradan Poyrazköy'e kadar karanlık faaliyetlerin içinde bulunmuş bir “CUNTA”dan söz ediyor, itirafçı subay…

*

İhbar mektubunda…

“İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın, “Ordu'daki cuntanın kilit isimlerinden” Org. Hasan Iğsız'ın EMRİYLE hazırlandığından bahsediliyor.

Günümüzün 1. Ordu Komutanı Org. Hasan Iğsız, 2.Ordu Komutanı iken Dağlıca'daki PKK saldırısında ihmali bulunan Yarbay Onur Dirik'i plaket vererek ödüllendirmişti.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Genelkurmay Başkanı'na çağrıda bulunarak “Darbe planına adı karışanların tamamı açığa alınmalıdır” diyor.

Demokrasimiz adına son derece önemli, hayati bir taleptir; Arınç'ın sözleri…

Org. Başbuğ 25 Haziran'da yaptığı açıklamada “Kovuşturmaya yer olmadığı kararı kesin değildir. Yeni delil gelirse bu soruşturma açılır” demişti.

Delil “ıslak ıslak” ortada olduğuna göre…

Üstüne bir de dehşetengiz itirafların yer aldığı çarpıcı bir ihbar mektubu savcılığa ulaşmışken…

Genelkurmay Başkanı gerekeni yapmalıdır…

*

Org. Başbuğ, 'kirli belge' ortaya çıktığında başka ne demişti:

“TSK'da demokrasi dışı eğilimleri olan personel barınamaz. Bunu komutan olarak açıkça ifade ediyorum. Genelkurmay Başkanı bunu anında yerine getirir. Bunun çok net anlaşılmasını istiyorum…”

*

Bakınız…

'Kirli Belge' için “emir veren komutan”ın kim olduğu hususu çok önemli!

Burada “cunta” tarafından, -yani, emir komuta zincirinin dışında- bir belge hazırlandığı aşikardır.

Genelkurmay Başkanı'nın belge gerçeğini bilmiyor olması mümkün değil. Dolayısıyla, Başbuğ'un “Kağıt parçası” çıkışının bir “ters köşe siyaseti” olduğunu görmek gerekiyor.

Buradaki temel hususlardan birisi de, belgeyi hazırlayanların aynı zamanda Org. Başbuğ'a karşı bir hareket içinde olduklarıdır.

Kirli belgeyi hazırlayan “cunta”cıların foyası ortaya çıkmış durumdadır.

*

Tam bu noktada, “Genelkurmay Başkanı istifa etmeli” çağrısında bulunanlara, dolmuşa binmemelerini tavsiye ediyorum.

Haziran ayında belge olayı patlak verdiğinde de istifa çağrılarında bulunanlar olmuştu…

Varsayalım, o günlerde o cenahtakilerin dediği gerçekleşse idi; ihbar mektubunda “cuntanın önde gelen iki isminden biri” diye tanımlanan bir orgeneral emekli olmayacaktı!

*

Ayrıca, şu örneğe de dikkat buyurunuz…

2003-2004 dönemindeki darbe hazırlıkları konusunda kamuoyuna yaptığı açıklamalarda ketum davranmaya özen gösteren ve hala daha darbeci komutanlar hakkında “konuşmayan” Org. Hilmi Özkök'ün…

Görevde iken darbeci generaller için herhangi görünür bir işlem yapmamış olması, onun darbe girişimlerine karşı dik durmuş, “cunta”yı etkisiz hale getirmiş 'demokrat bir komutan' olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

O dönemde, 'Genelkurmay 2. Başkanı' sıfatıyla…

Darbecilere karşı, Org. Hilmi Özkök'ün yanında yer almış olan komutan da Org. Başbuğ'dan başkası değildi.
Tamer Korkmaz
tkorkmaz@yenisafak.com.tr30 Ekim 2009 Cuma

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License