6.11.08

İNSANLIĞIN ZAFER GECESİ

Yes, we can: İnsanlığın zafer gecesi!

Bundan yıllar önce, Barack Hussein Obama minicik bir çocukken, Martin Luther King Jr. ‘We shall overcome’ sözünü, tüm dünyada insanların beynine kazımıştı. ‘We shall overcome’ yani ‘Başaracağız’...
Müthiş hitabet yeteneğiyle, Amerikalı siyahları sokaklara döken ve ırk ayrımına karşı ‘barışçıl mücadele’ yolunu seçen siyahların karizmatik lideri ‘We shall overcome’ diyerek milyonlarca siyahın uğultu halinde haykırdığı bu sözlerle ırk ayrımının üstünden gelmeyi ‘başarmayı’ kastediyordu.
‘We shall overcome’ nasıl tarihe Martin Luther King Jr.’un ağzından unutulmaz bir slogan olarak her türlü dil engelini aşıp, insanoğlunun beynine ve daha da önemlisi vicdanına kazınmışsa, Barack Hussein Obama da, Chicago’da Michigan Gölü’nün kıyısındaki Grand Park’ta 1 milyon insanın önünde yaptığı zafer konuşmasında ‘Yes, we can!’ sözcüklerini 21. yüzyılın zihinlerine silinmeyecek bir izle kazıdı.
‘Yes, we can’... ‘Evet, yapabiliriz’ demek. ‘We shall overcome’ ile, ‘Başaracağız’la aşağı yukarı aynı anlamda. O da ‘Başaracağız’ anlamını taşıyor.
Üstelik başardı da. Barack Hussein Obama. Tarihin ilk Afrikalı-Amerikan Başkanı. Yani, tarihin ilk siyah Amerikan Başkanı.
Muhteşem bir olay!
4 Kasım 2008. İnsanlığın zafer gecesi...Saat Washington saati ile gece 10 dolayında. Türkiye’de sabahın 5’i. Bir dost evinde gözümüz televizyon ekranında. Eyalet eyelet Amerikan Başkanlık seçim sonuçları dökülüyor. Obama’nın zafer kazandığı belli oluyor.
Cumhuriyetçiler’in kırmızı rengiyle gösterilen kaleleri birbiri ardından çöküp, maviye boyanıyor. ‘Battle ground states’ (Savaş alanı eyaletler), Florida, Ohio, Virginia, North Carolina, Colorado, New Mexico teker teker iskambil desteleri gibi Barack Obama yönünde devriliyorlar.
Sağ yanımda oturan, yaşıtlarım sayılacak iki kadından, iki Robin’den biri, Robin Wright, başını iki yana sallayarak birdenbire bağırmaya başlıyor: ‘I can’t believe it. I can’t believe it.’
İnanamıyorum. İnanamıyorum...
Amerika’nın en ünlü ve en tecrübeli gazetecilerinden biri Robin Wright. Uzun yıllar Los Angeles Times’ın, ardından Washington Post’un Beyaz Saray muhabiri. Çok tanınmış bir yazar. Gözündeki yaşlara engel olamıyor.
Cevabı biliyorum ama inadına soruyorum: “Robin, neye inanamıyorsun?”
Beni duymuyor bile, ‘Siyah bir Başkanımız var’ diye sevinçle, mutlulukla haykırıyor, Washington elitinden, beyaz Robin Wright.
Sol yanımdan, Wendy Chamberlain’den ülkesi adına ilginç bir mutluluk ve umut tepkisi geliyor: “Yarın sabah, tüm dünyada Amerika’nın görüntüsü değişecek. Tıpkı 12 Eylül sabahı gibi, 11 Eylül’ün ertesi günü gibi olacak...”
Wendy Chamberlain, Middle East Institute adlı düşünce kuruluşunun başkanı. Asıl önemi, 11 Eylül günü Amerika’nın Pakistan’daki kadın büyükelçis iolmasından geliyor. Şu sırada, Obama’nın çevresinde, Obama döneminin dış politikasını çizmek için aralarında gönüllü olarak örgütlenen 300’den fazla kişiden biri. Seçim kampanyasında ayrıca bir sıra neferi olarak büyük enerjiyle çalışmış.
Saat 11’de tüm televizyon kanalları, ‘flaş haber’le Barack Obama’nın Amerika’nın 44. Başkanı olarak seçildiğini ilan ediyorlar. Dünyanın yeni ve siyah imparatoru.
Comedy Central adlı çok populer televizyon kanalında, espri yapmakta iken, haberi duyuran ünlü komedyen Jon Stewart’ın haberi verirken boğazına bir yumru gelip oturuyor, heyecan ve duygudan sesi titriyor.
Bir imparator seçiminden ötürü, hepimizin olağanüstü mutluluk duyması için, imparatorun siyah olması galiba çok önemliydi.
Washington Post’un siyah köşe yazarı Eugene Robinson’un önceki günkü yazısındaki ifadesiyle “Amerika’nın daha kuruluşundan itibaren ‘İlk Günah’la lekelenmiş tarihini”, köleliğin ne demek olduğunu, Amerika’da siyah olmanın nasıl bir şey olduğunu, siyahların 200 küsur yıl içinde nelerden geçtiğini, neler yaşadığını bırakın bilmeden, hissetmeden ‘tarihi gece’yi, ‘tarihi olayı’ anlamanın, önemini idrak etmenin imkânı yoktur.
Şampanyayla başlayan kutlama, Obama’nın zafer konuşmasını izlemeye sıra geldiğinde, arkamıza yaslanıp keyif kahvesi içmeye dönüşüyor.
Ev sahibine, Henri Barkey’e sesleniyorum: “Bana Kenya kahvesi yap!”
Mutfaktan sesi geliyor, “Endonezya kahvesi yapacağım...”
***
Ellerimizde kahvelerimiz arabaya atlayıp Beyaz Saray’a doğru yol alıyoruz. Beyaz Saray’ın önünden geçen Pennsylvania Caddesi, kuzey yönündeki 15. Sokak, H Street, korna çalarak gösteri yapan arabalarla, kaldırımları dolduran çoğunluğu çok genç insanlarla dolu.
Beyaz Saray’daki George W. Bush’u uyutmayacaklar. Washington şehrini ifade eden District of Columbia eyaletinde Obama yüzde 92, McCain yüzde 8 oranında oy aldı. Amerika’nın başkentinde değiliz sadece, ‘en Demokrat eyaletindeyiz’...
Ömer Taşpınar, “Görülmemiş bir şey bu” diyor. “Burada böyle şeyler olmaz. Clinton seçildiğinde olmamıştı örneğin. İlk defa oluyor...”
New York’da ünlü Times Square’in ve Broadway’in sevinç gösterileri yapan insanlarla dolduğu haberi geliyor.
Washington’da gece yarısı.
Bir yandan arabalar korna çalarak gösteri ya pıyor, kaldırımlarda dans edenler. Bizim arabanın açık radyosundan Obama’nın zafer konuşması bangır bangır yayılıyor.
Georgia eyaletinde oy veren 106 yaşında Ann Nixon Cooper adında bir kadından söz ediyor. “Köleliğin kaldırılışından bir kuşak sonra doğdu. Ama uzun yıllar iki nedenden ötürü oy kullanamadı. Kadın olduğu için ve derisinin renginden ötürü...”
Obama’nın zafer konuşmasında ırk konusuna gönderme yaptığı tek yer buydu. Ann Nixon Cooper’ın yaşam serüvenini anlatırken, “Atlantalı bir vaizin ‘We shall overcome’ dediğini de işitti” dedi ve ekledi: “Yes, we can.”
Chicago’daki 1 milyon kişi, ‘Yes, we can’ diye haykırarak dalgalandı.
21 ay önce seçim kampanyasına ‘Yes, we can’ diye başlamıştı. Olabileceğini kanıtladı. Bundan böyle her şeyi yapabilir, her şey başarılabilir. ‘Yes, we can’...
Konuşmasının bir yerinde “Değişim, Amerika’ya geldi” diye gürledi. 1 milyon kişi bir kez daha dalgalandı.
Televizyon ekranlarında Obama’yı dinleyen Jesse Jackson’un gözyaşları her şeyi anlatıyordu. Dünyanın her köşesinde birçok insan, başta Afrika kıtasında milyonlarca insanın sevinç gözyaşları döktüğünden hiç kimsenin kuşkusu olmadı.
Dünyanın en güçlü ülkesi, tek süper devleti Barack Hussein Obama’yı ezici bir zafer çoğunluğuyla Başkan seçerek, müthiş bir değişim yeteneğinin olduğunu ortaya koydu.
‘Değişim’, Amerika’ya geldi. Dünya da, dolayısıyla, değişmek zorunda.
Becerebilir miyiz?
Yes, we can.
CENGİZ ÇANDAR RADİKAL 06/11/2008

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License