2.2.10

HASAN CEMALDEN BALYOZ

Tatbikatmış, harp oyunuymuş, ‘dış tehdit’miş, güldürmeyin insanı, zekâsıyla da oynamayın!
Balyoz! Bir haftalık bir gecikmeyle giriyorum topa...
Aşağıda, üç yıldızın altında yer alan yazımı dün yazdıktan sonra televizyonu açtım ve karşımda Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’u buldum. Hem sözlerine kulak kesildim, hem de yüz ifadesini, mimiklerini dikkatle izledikten sonra şu notu düştüm:
Tarzan zorda!
Bu bir alay değil, gerçeğin günlük deyişle ifadesidir. Çünkü Orgeneral Başbuğ, Komutan, kendi temsil ettiği kurumun içinde yaşananları açıklamakta zorlanıyor.
Anlaşılabilir nedenleri var bu zorluğunun...
Ama bu güçlüğün gerçekten aşılabilmesi, ordu içinde suç işleyenlerden açıkça hesap sorulmasıyla mümkündür; askerin hukukun içine çekilmesiyle mümkündür; askerin bugüne kadar yetiştiği zihniyet ortamının demokrasi kültürünün ışığında değiştirilmeye başlamasıyla mümkündür.
Yoksa inandırıcı olmak çok güç. Komutan bu nedenle zorlanıyor.
Orgeneral Başbuğ’un dün televizyon kameralarının önünde bir kez daha, “Bu ülkede iktidara seçimle gelinir, seçimle gidilir” demiş olması elbette olumlu bir nokta. Ancak, yine gerçekten inandırıcı olmak istiyorsa, öncelikle yapması gereken iş, Kafes adını, Balyoz adını taşıyan planları yayımlayan gazeteci milletine göz dağı vermek değil, ordu içinde bunları yapan askerlerin üzerine yürümesidir.
Sayın Komutan;
Bir noktayı bilmenizde yarar var. Bu ülkenin temel sorunlarının arasında, belki de başında asker sorunu geliyor. Bu gerçeği görmeden, zorlanmaya devam ederseniz.H H H
Evet, bir haftalık gecikmeyle giriyorum topa.
Taraf’ın çarpıcı haberi geçen hafta gündeme balyoz gibi oturduğu zaman çok uzaklarda tatildeydim.
Aklıma ilk önce 12 Mart askeri darbesinin Balyoz harekatı geldi. 1971’de demokrasinin, insan hakları ve özgürlüklerin tepesine kabûs gibi inmişti.
Sokaklarda ‘solcu avı’nın başlatıldığı, üniversite öğretim üyelerinin, entelektüellerin, yazarların, sanatçıların, sendikacıların, siyasetçilerin gece yarıları evlerinden toplanıp Selimiye kışlasının, Mamak’ın zindanlarına, işkencehanelere atıldığı günler bir film şeridi gibi gözümün önünden yitip gitti.
Neredeyse kırk yıl geçmiş aradan. Ama anlaşılan ‘asker’in içinde bir şeyler hâlâ değişmiş değil.
Bunca yıl sonra adı yine Balyoz olan, 200 bin kişinin stadyumlarda hapsedilmesini öngören bir plan hazırlanmış...
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” şiarının ışığında, ‘irtica’nın kökünü kazımak için çok yaygın bir ‘mıntıka temizliği’nin nasıl uygulanacağı, kimilerinin nasıl ‘tepeleneceği’ ayrıntılı biçimde anlatılmış...
Türkiye’yi önce sıkıyönetim, sonra darbe ortamına sürüklemek amacıyla, camilere bomba atılması gibi çılgınlıkları bile içeren ‘provokasyonlar’ın nerede, nasıl, hatta hangi sicil numaralı askerler tarafından gerçekleştirileceği belirlenmiş...
Taraf gazetesinin haberlerini okurken hem ürperdim hem üzüldüm.
Ürperdim, hatta dehşete kapıldım, çünkü bir an Balyoz Planı için düğmeye basıldığı vakit ülkede nelerin olabileceği gözümün önüne geldi.
Üzüldüm, çünkü bunları hazırlayan askerci zihniyetin bunca yıl sonra, bunca acı tecrübeye rağmen daha hâlâ nasıl değişemediğini, toplumsal ve siyasal gelişmelerin uzağında, ‘fildişi kuleler’de yaşamaya devam ettiğini, ‘demokrasi kültürü’nden bir nebze nasiplenemediğini bir kez daha gördüm.
Yazık!
Neler yaşadık, hâlâ akıllanmıyoruz, hâlâ ders çıkaramıyoruz. Berlin Duvarı yirmi yıl önce yıkıldı, biz hâlâ kendi duvarlarımızı yıkamadık, ne büyük bir talihsizlik!
Bu arada, Balyoz’la ilgili olarak Genelkurmay’ın ilk açıklamasıyla, Balyoz Planı’ın mimarı olan Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın açıklamalarını doğrusu hiç ciddiye alamadım.
Askeri tatbikatmış... Harp oyunlarıymış... Askerin ‘koruma ve kollama görevi’nin bir gereğiymiş... ‘Dış tehdit‘e karşı hazırlıkmış... Ama asla ‘darbe planı’ değilmiş...
Bu kadar basit, bu kadar kolay mı? Her şey bundan ibaret, öyle mi?.. Güldürmeyin insanı, zekâsıyla da oynamayın.
Bir darbe planı daha başka nasıl olabilir ki? Üstüne elbette “Bu bir darbe planıdır!” diye yazılmaz. 12 Eylül’ünkü Bayrak Harekatı’ydı. Çetin Doğan Paşa’nınki Balyoz Harekat Planı. Sonra sıra 2003 içinde Sarıkız’a geldi. Olmadı, Ayışığı dendi. Sonraki tercihler de Eldiven’di, Yakamoz‘du.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ya da 28 Şubat dosyalarının üstünde darbe planı diye yazmıyordu. Fakat hepsi sonradan aynı kapıya çıktı. Bir gece vakti Aslanlı Kapı’da düğmeye basıldı ve eylem planı darbeye dönüştü.
Balyoz da farklı değil. 2002 sonundaki seçimleri kazanarak tek başına iktidara gelmiş olan Ak Parti’yi hedef almış...
2002 yılı sonunu, 2003 ve 2004 yıllarını şöyle bir hatırlayın. Askerin içinde, komutanlar düzeyinde büyük bir huzursuzluk ve hareketlenme yaşandı o zamanlar. Darbe tertipleri düzenlendi, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek günlerinde ayrıntılı biçimde anlatılan tertipler...
Bu günlüklerden bir çizgi çektiğiniz zaman mesela Ergenekon’a, 2003’ün, 2004’ün Jandarma Komutanı Şener Eruygur Paşa’nın, Kuvvet Komutanı Hurşit Tolon Paşa’nın sanıklık halleri sahneye çıkıyor.
Unutmayın, darbe günlüklerinin sahibi Özden Örnek Paşa ile zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına Paşa Balyoz Harekat Planı’nda da varlar. Biri Harp Akademileri, diğeri Donanma Komutanı olarak...
Boşuna zahmet etmeyin, “Bu bir darbe planı değildir!” diye. İnandırıcı olamıyorsunuz. Ya da Özden Örnek Paşa ne kadar inandırıcı olabildiyse, siz de o kadar inandırıcı olabiliyorsunuz.
Balyoz, bal gibi bir darbe planıdır. Ak Parti’yi hedef alan ve demokrasiyi, millet iradesini, hukukun üstünlüğünü zerre kadar takmayan bir darbe planı...
Ve darbe planlarının, tertiplerinin hesabını soramayan bir Türkiye’de, askerini hukukun içine çekemeyen bir Türkiye’de ne demokrasi olur, ne hukuk devleti, ne de siyasal istikrar...
Sorun ‘asker sorunu’dur!
Balyoz yazıları devam edecek. 25.1.2010

MİT Müsteşarı: “1. Ordu’da her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar!”

Tarih, 5-7 Mart 2003. Yer, İstanbul Selimiye Kışlası. Birinci Ordu Komutanlığı karargahında Balyoz Harekat Planı’yla ilgili tatbikat toplantısı yapılıyor.
Söz sırası, Beşinci Kolordu Komutanı Korgeneral Şükrü Sarıışık’ın:
“Aldığımız istihbarat ve yaptığımız değerlendirmelere göre, İstanbul’da yaklaşık 200-210 bin, İzmit’te 21 bin, Adapazarı’nda 12 bin olmak üzere toplam 240-250 bin kişinin irticai ve bölücü unsurlara destek verebileceği değerlendirilmektedir. Özellikle İstanbul ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki olaylara İsrail örneğinde olduğu gibi kesin, süratli ve sert tedbirler alınmadığı takdirde, bilhassa irticai olayların ülke geneline yayılma ihtimali mevcuttur.”
Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan söz alıyor. Korgeneral Sarıışık’ın görüşlerine katıldığını belirttikten sonra stratejinin adını koyuyor:
Tepelemek!
Orgeneral Doğan diyor ki:
“Toplumsal olaylarda artık acıma, bilmem ne yapma filan yok. Bayrak açmış adamlar. Yeşil bayrakla dolaşan insanlara karşı öyle tavizdir, bilmem nedir efendim, dağılınız bilmem ne, dağılma değil toparlanma var, tepeleme var, başka bir şey yok.”
Bir komutan söz alıyor.
Başında asker olmadığı için MİT’e artık güvenemediklerini, oysa 12 Eylül’de durumun farklı olduğunu belirtiyor:
“12 Eylül harekatında listeleri elimizde hazır bulduk. Hazır bulmamızın altında yatan neden, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında askerin bulunmasından kaynaklanıyordu. Bugün ben bu listeleri sağlıklı bulup bulmama konusunda şahsen endişe taşıyorum.”
Bir kurmay subay söz alıyor:
“Ülke 12 Eylül darbesi ile sütliman haline geldi. Şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Bana göre yapılacak en kolay hareket tarzı, 12 Eylül gibibir harekatın baştan itibaren organize edilmek suretiyle, bir anda söndürülmesine imkan sağlar diye düşünüyorum.”(*)
Tarih, 30 Mayıs 2003.
MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un ağzından, Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay günlüğüne şu notu düşüyor:
“Eğer (kaynak) mektuplarsa, bize de geliyor. İstanbul’dan, Birinci Ordu’dan geliyor. Oraya baksan. Birinci Ordu’da her şey hazır. İhtilale hazırlanıyorlar.”(**)
Ama ihtilal olmuyor.
Darbe suya düşüyor.
Neden?
Anlaşılan o ki, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın altı sessiz sedasız boşaltılıyor. Bu operasyonun perde arkasındaki mimarı ise, yine öyle anlaşılıyor ki, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök...
Tarih, 15 Kasım 2003.
Komuta kademesinde, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un başını çektiği Sarıkız darbe planıyla ilgili gelişmelerin yaşandığı günler.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, darbe tertiplerini de içeren günlüklerine Orgeneral Özkök ve Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Doğan hakkında şu notu yazıyor:
“Şura’da Genelkurmay Başkanı hiç konuşmayacak, buna mukabil bizleri konuşturarak, aynen Çetin Doğan’ın durumuna düşecektik.”
Özkök Paşa ne yapmıştı?
Çetin Doğan Paşa’yı hangi duruma düşürmüştü? Kontrpiyede mi bırakmıştı? Ya da ilginç kurmay manevralarıyla, fazla konuşkan ve atak olan Birinci Ordu Komutanı’nın usul usul altını mı oymuştu?..
Tarih, 20 Ocak 2010.
Milliyet yazarı Fikret Bila, Hilmi Özkök Paşa’yı konuşturmak istiyor. Ancak emekli Genelkurmay Başkanı, “Ben söyleyeceklerimi söyledim, şimdi artık bahçede torun kovalıyorum” demekle yetiniyor.(***)
Ve bir soru:
Acaba Genelkurmay da Hilmi Özkök Paşa’nın bu konuyla ilgili olarak suskunluğunu korumasını kendisinden rica etmiş olabilir miydi?..
Balyoz yazılarının üçüncüsü yarın.
____________________________
* 20 Ocak ve 23 Ocak 2010 tarihli Taraf gazetesinde çıkan Bayrak Harekat Planı’yla ilgili haberlerden.
** 23 Ocak 2010 tarihli Milliyet’in 19. sayfasında çıkan T24.com.tr’nin haberi.
*** 21 Ocak 2010 tarihli Milliyet.

Kendi hayal dünyanızda yaşamayın, zincirin halkalarını görün!

Tarih, 2002’nin Aralık ayı. Askeri Şura toplantısı. Başbakan Gül başkanlık ediyor. Erdoğan, siyaseten yasaklı olduğu için parlamento dışında kalmış.
Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan bir ara Gül’ün yanına gelerek diyor ki:
“Bir kasaba imamını başkente Milli Eğitim Müdürü olarak atadınız. Milli Eğitim Komisyon üyelerinin çoğunlukla ilahiyat ve imam hatip kökenli milletvekili olmasına adeta özen gösterdiniz. Yoksa siz Milli Eğitim Bakanlığını Din Eğitim Bakanlığına mı dönüştürmek istiyorsunuz?”(*)
Doğan Paşa, gazeteci Mustafa Balbay’ın günlüklerine yansıdığı kadarıyla Başbakan’ı tehdit de ediyor:
“Eğer niyet 28 Şubat’ın intikamını almaksa, pişman olursunuz, bunun hesabını sorarız.”(**)
Çetin Doğan Paşa, Genelkurmay Harekat Başkanı olarak 28 Şubat post-modern darbesinin en önde gelen aktörlerinden biri.
Paşa’nın 2002 sonunda Birinci Ordu Komutanı’yken kapıldığı hayal kırıklığının nedeni çok açık. 28 Şubat’ın hapse attığı Tayyip Erdoğan’ın partisi, seçimleri tek başına kazanıp iktidara gelmişti çünkü...
Şimdi ne yapılacaktı?
Birinci Ordu’da ‘jenerik senaryo’ için düğmeye basılıyor, adı Balyoz Harekat Planı olan...
Tarih, Mart 2003 ayı.
Balyoz Harekat Planı için toplantılar başlıyor, Selimiye Kışlası’nda.
Tarih, 30 Mayıs 2003.
Mustafa Balbay günlüğüne, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un şu sözlerini not ediyor:
“Birinci Ordu’da her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar.”(***)
Sonra ses seda çıkmıyor. Öyle anlaşılıyor ki, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün rolü tertiplerin boşa çıkmasında belirleyici oluyor.
Tarih, 2003 Ağustos ayı.
Emekliliğin eşiğindeki Doğan Paşa, Askeri Şura toplantısında bu kez Başbakan Erdoğan’a şöyle diyor:
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkinliğini kaldırmayı, onu rencide etmeyi planlıyorsunuz. Türkiye’nin laik yapısının bozulmasına imkan vermeyecek güçler birlikte hareket edecektir. Gerekirse, ordu-millet işbirliğiyle sonuç alınacaktır.”(****)
Çetin Doğan Paşa 2003 Ağustos ayında emekliye ayrılırken, Balyoz Harekat Planı’nda beraber hareket ettikleri Harp Akademileri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına Hava Kuvvetleri, Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek Deniz Kuvvetleri Komutanlıklarına atanıyorlar.
2003 sonları ve 2004.
Bu kez Ankara’da kuvvet komutanları düzeyinde düğmeye basılıyor. Ergenekon sanığı olan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un başını çektiği, kuvvet komutanları Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına, Özden Örnek’in isimlerinin geçtiği ve Özden Örnek Paşa’nın günlüklerinde ayrıntılı biçimde yer alan Sarıkız ve Ayışığı isimli darbe tertipleri oluşturuluyor. Sonrasında Yakamoz, Eldiven tertipleri ortaya çıkıyor.
Ancak bunların da kağıt üstünde kalmasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök’ün rolü büyük oluyor.
Kuvvet komutanlarının 2004 yazında emekliye ayrılmasından sonra Şener Eruygur Paşa kendi başına yeni tertiplerin içine giriyor.
Ve yolu Ergenekon’la kesişiyor.
2007 yılı Çankaya Savaşları...
Askerle Ak Parti arasında Cumhurbaşkanlığı kavgası gitgide kızışıyor. Bu öylesine çalkantılı bir süreçtir ki, bunun içinde Rahip Santori ve Hrant Dink cinayetleri, Malatya katliamı, Cumhuriyet’e bombayla kanlı Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet mitingleri de vardır, toprak altında çıkan cephanelikler de, bombalar da vardır.
367 ve 27 Nisan Muhtırası...
Anayasa Mahkemesi’yle asker ikisi birlikte Gül’ün Çankaya yolunu kesmeye çalışırlar. Biri 367 ile, diğeri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın bizzat kaleme aldığı muhtırayla...
Ama başaramazlar. Ak Parti yüzde 47 oyla sandıktan çıkar, Gül Cumhurbaşkanı seçilir.
2008 Mart ayı.
Ak Parti hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davasıyla bu kez yargısal darbe süreci başlar, bundan da 2008 temmuz ayında kıl payı kurtulur iktidar partisi...
Ama bitmez!
Sonra sıra ‘Lahika’ya, irticayla mücadele örtüsü altında hükümeti devirme planına gelir,‘ıslak imza’lı... Son olarak da daha geçen yılın Nisan ayında yine Taraf gazetesinde manşete takılan Kafes Eylem Planı...
Şimdi 1997’nin 28 Şubat’ından 2003’ün Balyoz‘una, 2007’nin 27 Nisan Muhtırası’ndan 2009’un Kafes’ine çekin bir çizgi.
Hepsi aynı zincirin halkaları değil mi?..
Bütün bu halkalarda düğümleniyor, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk kavgası.
Kimse kendi hayal dünyasında yaşamasın!
Bu zincirin halkaları görmezlikten gelinerek, yaşananları yokmuş gibi yaparak ya da özünden saptırarak bir yere gidemeyiz.
Balyoz yazılarının dördüncüsü yarın.
____________________________
* Emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın Nisan-Haziran 2007 tarihli Maya dergisindeki yazısından, (27 Ocak 2010 tarihli Vatan gazetesinin birinci sayfa haberi). Çetin Doğan Paşa, Başbakan Gülü hedef alan o tarihteki uyarılarını geçen hafta Star’da Uğur Dündar’a da daha farklı bir üslupla anlattı.
** Aksiyon dergisi, 27 Ocak 2010.
*** Milliyet, 23 Ocak 2010, s.19, T24.com.tr’nin haberi.
**** Çetin Doğan Paşa’nın Başbakan Erdoğan’a yönelik bu sözleri 2003 yılı Ağustos ayında bazı gazetelere muhtıra diye yansır. Aksiyon dergisi, 27 Ocak 2010.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a sorular...

SORU 1
Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan 5-7 Mart 2003’teki plan seminerinde dış tehdit odaklı olması gereken harekât planının dışına çıktı mı? Bu semineri, amacı haricinde kullanarak, seçimle işbaşına gelmiş hükümete husumet içeren konuşmalar yaptı mı? Seminerdeki sunumlara yansıyan tehdit değerlendirmesi ve harekât planı meşru muydu? Türk Silahlı Kuvvetleri Mart 2003’te iç tehdidi birinci öncelik mi sayıyordu?
SORU 2
Altında Çetin Doğan’ın adı yazan Aralık 2002 tarihli Balyoz Güvenlik Harekât Planı’ndan haberiniz var mıydı? Bu planın içerdiği olağanüstü hal ve sıkıyönetim hedeflerini, Genelkurmay paylaşıyor muydu?
Planın ekindeki darbe sonrası hükümet programı ve bakanlar kurulu, Genelkurmay’ın bilgisi dahilinde mi hazırlandı? Bu planın ve eklerinin, dönemin Birinci Ordu Harekât Başkanı (o günkü rütbesiyle Kurmay Albay) Süha Tanyeri’nin görev yerinde kullandığı bilgisayarda kaydedilmiş olduğu elektronik olarak kanıtlanabiliyor. Doğan ve Tanyeri’nin ifadelerine başvurdunuz mu?
SORU 3
Şubat 2003 tarihli, altında dönemin Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H. İbrahim Fırtına’nın adı yazan ve son elektronik kaydı Albay Cengiz Köylü tarafından yapılmış olan Oraj Hava Harekât Planı’ndan haberiniz var mıydı?
Çok gizli ibareli bu planın ikinci sayfasındaki “Mümkünse bir uçağımızın Yunan Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi sağlanacak, bu gerçekleşmediği takdirde yeniden teşkilatlandırılan ÖZEL FİLO personelinden bir pilotun uygun zaman ve yerde kolundaki uçağa atış yapmak sureti ile kendi uçağımızın düşürülmesi sağlanacaktır” şeklindeki harekât icra hükmü konusunda Fırtına ve Köylü’nün ifadelerine başvurdunuz mu?
SORU 4
Çarşaf ve Sakal başlıklı iki ayrı,ancak benzer içerikli Eylem Planı Harekât Emri kapsamında “Darbe için elverişli koşulları oluşturmak maksadıyla; G günü S saatinde... İstanbul Fatih ve Beyazıt camilerinde tedhiş faaliyeti icra edilecektir” deniyor.
Çarşaf Planı’nın altında Jandarma Yüzbaşı Hüseyin Topuz’un adı var; planı bilgisayara en son kaydeden kişi Jandarma Binbaşı Hüseyin Özçoban. Ayrıca planın ekinde, cami saldırısında keşif, tahrik, tahrip ve kayıt vazifeleri üstlenecek dokuz kişilik timin adları, sınıf ve rütbeleri, sicil numaraları var.
Sakal Planı’nda da imza sahibi ve kaydeden olarak yine Topuz ve Özçoban’ın adı görülüyor; saldırı timi yine sicil bilgileri verilen başka askerlerden oluşuyor.
Genelkurmay, bu iki plandan haberdar mıydı? Oraj, Sakal, Çarşaf gibi planların harp oyunu ya da senaryo olarak kâğıda dökülmesi Türk ordusunun işi midir? Bu planların belgelerindeki ‘elektronik parmak izleri’ni incelediniz mi? Özçoban ve Topuz’a “Bu belgeler nedir” diye sordunuz mu? Sonuç ne oldu?
Genelkurmay, meramı ancak niyet okuyarak anlaşılabilecek muğlâk açıklamalar yapmak yerine bu soruları dürüstçe cevaplasın.
Bu toplum bunu hak ediyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, Kâzım Karabekir’e atfen “vatandaş önce gerçeği aramalı” diyordu. Vatandaş zaten gerçeği arıyor. Biz bu arayışın parçasıyız.
Siz de olun.
* * *
Yukarıdaki soruların sahibi Yasemin Çongar, Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni yardımcısı ve yazarı(*).
Soruların muhatabı olarak seçtiği kişi ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ.
Dileriz, en yakın zamanda bu sorular karşılıklarını bulur.
_____________________________
* Yasemin Çongar, Balyoz Soruları, Taraf, 26 Ocak 2010, sayfa 3.

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License