9.10.08

İDOL, MEDYA, AHLAK

İdol, medya, ahlak...

Terörün bildik, alışılmış yollarla avdet edişine veya terörü önleme adına ortaya atılan fikirlerin sıradanlığına aldanmayalım, Türkiye değişiyor. Ortadaki toz bulutu bizi her şeyin daha da katılaştığı ve kilitlendiği duygusuna sürüklemesin. Değişimin sancısı var, bu yüzden gözlerimizi biraz kısmak zorunda kalıyoruz ve doğal olarak ortalığı biraz puslu görüyoruz.

Değişim yaşanmasa, 25 yıl terörle mücadeleyi emir-komuta zinciri içinde izleyen bir ülke Dağlıca-Aktütün hattında yepyeni bir söylemle konuşmaya başlar mıydı? Şehitlere ağıt yakmanın ötesine geçilip, ‘Ama neden?’ sorusu sorulur muydu? 25 yıl sonra ilk kez kendi kendimize böbürlenip, tafralanmak yerine ‘Nerede hata yaptık?’ sorusunu en acıtıcı tonda kendimize sorar mıydık?

Nihayet soruyoruz ya, elbette cevap da bulacağız.. Hava puslu ortalık toz duman diye medyadaki değişim de ıskalanmasın. Orada da yıllardır; ülkeyi, toplumu, hükümetleri, kurumları, kişileri, fikirleri, kılıkları, kıyafetleri kendilerinden menkul standartlarla yargılayanların gürültüsüne adlanılmasın. Bel hizasından yukarı çıkmayan saldırılar kimseyi ürkütmesin. 28 Şubat’ın hesabı sorulmadığı için bugün pervasızca Ergenekon’da saf tutan, parti kapattırmaya, üniversite kapılarını toplama kampına çevirtmeye, millet iradesini kaosla yaftalamaya tevessül edebilenlerin medyası da değişiyor.

Bir demokraside postala göre vaziyet alan, devlet içindeki çeteyle kolkola giren, yıllardır devlet imkanlarını kullanarak medya gücü yaratan, imkanlar kesilince savaş açan, o savaşı ‘ekonomik kriz çıksa da hükümet zayıflasa’ cinnetine kadar taşıyan bir anlayış medyanın merkezinde olabilir mi? Olamaz tabii... Bu yüzden herkes kendi içinde kaçınılmaz değişimi yaşayacak; toplum nasıl 25 yıl sonra en netameli konuda bile gerçekle yüzleşiyorsa, medya da kendi gerçeğiyle yüzleşecek.

Biz, değişimden üzerimize düşen misyon payını üstleniyoruz. İktidarları, parlamentoları yönetmeye kalkmayan, toplumu değiştirmeyi değil haberdar etmeyi iş edinen bir medya anlayışı gelişiyor. Doğal olarak, bu değişime karşı konvansiyonel yollarla karşı koymaya çalışan ‘eski merkez’in umutsuz çabaları sürüyor.

Oysa medya kendi gerçeğiyle yüzleşecek, detaylara kadar yüzleşecek...

Mesela, arkasında olana bakılmaksızın bir cümleyi süsleyip manşet yapmak dönemi kapanacak.

Ethem Sancak, Zaman gazetesine konuştu. Alışılmış medya patronu röportajları vardı. Biraz stresli, biraz ölçülü, dengeleri gözeten, yanlış anlaşılmalardan korkan, böyle olmaktansa dilinin ucuna geleni söyleyemeyen konuşmalar... Ethem bey bu kalıpların tamamen dışında konuşuyor. Bizlerle, dostlarıyla normal zamanlarda ne konuşuyorsa, kime, hangi olaya nasıl bakıyorsa öyle konuşuyor, o ropörtajda da öyle konuştu. Ne bir eksik ne bir fazla, ne bir denge arayışı ne bir mavi boncuk atma telaşı, İki sayfalık konuşmanın bir cümlesi de şu: ‘Tayyip Erdoğan benim idolüm...’

İnsanları yaftalamak için çoğu zaman bir cümleden fazlasına ihtiyaç duymayan ‘eski merkez’ medya için bundan daha iyi malzeme olur mu? Başbakanla işbirliğinin itirafı işte!..

Ama o cümlenin devamı var; orada partizanlığa mesafe koyuyor ve siyasetle ilişkinin sınırlarını, şartlarını anlatıyor:

‘Şu anda en önemli idolüm o. Çünkü ideallerime uygun davranıyor. Kendimi çok yakın görüyorum ona. Ben AK Partili değilim. Ama onunla çok iyi bir dostluk oluşturduk. Adamın sevdalısıyım. Yalan söylemiyor.’

Devam ediyor...

‘Ben hiçbir zaman kafamı omuzlarımın dışında bir yere kiraya vermedim. Hep kafamı omuzlarımda tuttum. Hep gerçeği aradım. Kimseye itaat etmem. Doğru bildiğim yolda yürürüm. Ve o doğruyu paylaşanlarla kader birliği yapar, sonuna kadar da giderim... Ben bir siyasi liderden öteye, bir projeyi destekliyorum. O da Türkiye’nin birinci sınıf demokrasi olması, imtiyazların kalkması projesi. Sağlıklı bir ekonomi demokrasi zemininde oluşur. Bu projeyi bugün Tayyip Erdoğan savunuyor. Ben bir işadamı olarak yarın Tayyip Bey’in bu çizgiden saptığını görürsem onu desteklemem. Nitekim zamanında CHP’nin bir projenin bir parçası olduğuna inandığımda Deniz Baykal’ı destekledim. Ne zaman ki o da Türkiye’nin birinci sınıf demokrasi olmasını savunur, yine onu desteklerim.’

Başka izaha gerek var mı? Burada partizanlık var mı?

Peki, bu cümleleri görmeden, yazmadan, hatırlatmadan, sadece ‘Erdoğan benim idolüm’ü cımbızlayarak medya rekabetinde kullanmanın ahlaki bir tarafı var mı?

Üstelik, Ethem Sancak gazete politikasına karışmak şöyle dursun, çoğu zaman düşüncelerine karşı olduğunu bildiğimiz haberlere bile ses çıkarmayan bir insan. Kendisi hedef alındığı zaman bile, bu yazı dahil tek satır destek istemeyen bir patron. Bize tek söylediği ‘Yanlış, eksik haberlerle insanları karalamayalım, eleştirdiğimiz medyaya benzemeyelim’, o kadar.

O yüzden, patronları bir iş kurmaya niyetlendiğinde ya da siyasetle kavgaya tutuştuğunda acil muharebe düzeni alan ve bazen aynı gün tamamı köşelerinde aynı hedefe, aynı cümlelerle vuracak kadar disiplinli medyanın bu anlayışı kavramasını ve yeni düzenin felsefesini anlamasını beklemiyorum.

Çünkü, asıl dertlerinin yine o röportajın şu cümlesinden kaynaklandığın biliyorum:

‘İmtiyazlı bir kesim ülkenin yarısına sahip, kavganın nedeni budur.’
9 Ekim 2008 Perşembe MUSTAFA KARALİOĞLU star

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License