18.10.08

BÖYLE BAŞBAKANA BÖYLE KOMUTAN...



Böyle başbakana böyle komutan...

Keskin sirke misali, İlker Başbuğ’un da “küp”üne, yani öncelikle şahsının ve yıldızlarının itibarına, çok daha önemli olarak da Genelkurmay Başkanlığı’nın ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin saygınlığına zarar veren konuşması, Türkiye’yi önemli bir dönüm noktasına getirdi.

İleride, bu ülkenin demokratikleşme serüvenini yazacak tarihçilerin, Taraf’ın “dokunulmazlar”a dokunan haberciliğine de yer vereceğine inanıyorum.

Dağlıca’dan sonra Aktütün baskınında da Taraf ısrarlı sorular sordu, ulaştığı ek bilgi ve belgeleri okurla paylaştı.

Ama bu son olayda bizi dönüm noktasına getiren, ordunun en tepesindeki kişinin yanına kuvvet komutanlarını alıp darbe dönemlerinden çok iyi hatırladığımız türden bir “beşi-bir-yerde” tablosunun önünde yaptığı tehditkâr konuşmanın, kamuoyu vicdanında ve medyanın geniş kesiminde kabul görmemesi oldu.Taraf bu konuşmaya yanıtını dün hem birinci sayfasından sorular sormayı sürdürerek hem de Ahmet Altan’ın, Başbuğ’u ağzından çıkanı duymaya davet eden başyazısıyla verdi.



Gazeteye ulaşan binlerce e-mail, faks, telefon mesajı, bu cevabın okurlarımız ve meslektaşlarımız arasında bulduğu geniş desteği bize hissettirdi.



Aynı şekilde, Başbuğ’un açıklamalarını sadece üslup değil içerik –daha doğrusu içeriksizlik- bakımından da eleştiren farklı konum ve eğilimlerden gazeteciler, bize bu ülkede bir şeylerin evet yavaş yavaş, evet büyük zorluklarla ama kuşku götürmez bir şekilde değişmekte olduğunu bir kez daha gösterdi.



Bu değişimin istikameti, komutanların da hesap vermeye alışacağı bir rejimi işaret ediyor.



Bu değişimin yavaşlığı ise, sadece değişime direnen komutanlardan kaynaklanmıyor.



Askerî ihmallerin hesabının sorulduğu bir rejim için uğraşma kararlılığını gösteremeyen siyasetçiler de değişimi zorlaştırıyor...



İktidar olma hakkına dört elle sarılmaktan korkan ve bu cesaretsizliğinin, kendisini iktidarda görmek isteyen seçmene ihanet olduğunu unutan hükümet de demokrasiyi erteliyor.



***



Genelkurmay Başkanı’nın önceki günkü vahim açıklamasına, neredeyse onun kadar vahim bir üslup ve içerikle –daha doğrusu içeriksizlikle- sahip çıkmak Başbakan Erdoğan’a düştü.



Geçen yıl, 27 Nisan muhtırasına direnme basiretini gösteren Erdoğan, bu kez kamuoyunun bilgilenme hakkına yönelik bir muhtıraya sesini katmakta beis görmedi.



“Doğru yerde durun” diye kükreyen komutana, “herkes nerede durduğunu iyi bilsin” diye buyuran bir başbakan eklendi.



Erdoğan, demokratik dirayetten de, siyasi sorumluluktan da eser taşımayan dünkü açıklamasıyla, 2005’te Şemdinli’deki ayıbını tekrarladı; bizzat kendisinin de mağduru olduğu askerî vesayete omuz vererek iktidar olma hakkından ve görevinden bir kez daha feragat etti.



Başbuğ ile Erdoğan’ın açıklamalarının ortak vahameti, sadece gazetecilerin eleştirme ve sorma hakkına tahammülsüzlük yansıtmasında, hatta işi bu hakkı kullananları tehdit etmeye vardırmasıyla sınırlı değil...



Başbakan’la komutanın öfkeli sözlerinin daha temel ve daha beter olan ortaklığı, bu öfkeyi doğuran gerçekte saklı.



Gerçek şu ki, aslında her iki yetkili de, görevlerini gerektiği gibi yapmadıklarının söylenmesine tahammül edemiyorlar.



Gerçek şu ki, ortada bir değil, iki görev ihmali var.



En üst askerî sorumlu olarak Genelkurmay Başkanı açısından bu görev ihmalini, “Aktütün olayında, baskını haber veren anlık istihbarat bilgilerine rağmen, 17 askerin şehit düşmesinin önlenememiş olması” diye özetleyebiliriz.



Yok, durum bu değilse, eldeki istihbarat bilgileri değerlendirilmiş ve belki çok daha büyük kayıp verilmesi önlenmişse, bunun ikna edici bir tarzda açıklanmaması, toplumun kafasındaki soruların yanıtlanmaması da yine ciddi bir ihmaldir.



İkinci görev ihmali, yani Başbakan’ın üzerine düşeni yapmadığı nokta da zaten tam burası:



Erdoğan, seçmenin demokratik temsilcisi olarak Aktütün belgelerinin bu toplumun aklına düşürdüğü soruları Başbuğ’a yöneltti mi?



Amiri olduğu Genelkurmay Başkanı’ndan Aktütün’deki 17 şehidin hesabını sordu mu?



Sorduysa ne cevap aldı?



Bu cevapları niye kamuoyuyla paylaşmadı?



Niye Aktütün baskınına ilişkin eleştirilere içerikli bir cevap verip, “İstihbarat raporu gereği şunlar yapıldı” demek yerine,



“Bu eleştirilerin ordu üzerinde nasıl bir tesir yapacağı düşünülüyor mu” deyip, görevini yapan gazetecilere çıkışmayı seçti?



***



Denebilir ki, Aktütün konusundaki askerî soruşturmanın sonucu henüz alınmadığı için kamuoyu bilgilendirilmiyor.



Nitekim Genelkurmay Başkanı’nın yakışıksız açıklamasındaki yegâne makul unsur, böyle bir soruşturmanın yapıldığını ve sonuçlarının paylaşılacağını söylemesiydi



Ama ertesi gün çıkıp “Biz haklıyız ve doğru yerdeyiz. Gerisini yanlış yerde duranlar düşünsün” deme cüretini gösteren Başbakan, böyle bir soruşturmanın sonucunu öğrenmeyi açıkça talep etmiyorsa ve Meclis’te böyle bir soruşturmanın sivil ayağını oluşturmak için hiçbir adım atmıyorsa, soruşturmanın gereği gibi yapılacağına ve sonuçlarının tümüyle açıklanacağına nasıl güveneceğiz?



Hele hele, şimdi bize “kendisine güvenen bütün kurumlar gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de incelemenin sonuçlanmasını müteakip kamuoyuna bilgi vereceğini” müjdeleyen Orgeneral Başbuğ’un geçmişini düşünürsek...



Çok değil, yaklaşık bir yıl önce gerçekleşen ve 12 askerin hayatına mal olan Dağlıca baskınında, o zaman Kara Kuvvetleri Komutanı olan Başbuğ’un ne dediğini hatırlamıyor muyuz?



Açın, gazete arşivlerini bakın; 15 kasımda Dağlıca ile ilgili açıklama yapan Başbuğ aynen şöyle dememiş miydi:



“Elbette Dağlıca olayı incelenmeye devam edecek, elbette sonuçlar çıkarılacak. Ancak bu sonuçları da kimseyle paylaşmak zorunda değiliz. Herkes kendi işine baksa iyi olacak.”



***



Başbuğ, bu fütursuz açıklamayı yaptığında henüz yayın hayatının başında olan Taraf, o gün Dağlıca konusunda yaptığı kararlı gazeteciliği bu gün Aktütün konusunda sürdürüyor.



Çünkü biz tıpkı Başbuğ’un dediği gibi “herkes kendi işine baksa iyi olacak” düşüncesindeyiz; bilgi ve belgelerin peşine düşmek, sorular sormak, eleştiri ve yorum yapmak bizim işimiz.



Ne dersiniz, herkes aynısını yapsa iyi olmaz mı?



Mesela asker siyaseti bırakıp askerliğine baksa?



Komutanlar, seçilmiş yetkililerin türbanlı eşleriyle köşe kapmaca oynamak yerine, askerî görevlerini en iyi biçimde yerine getirse ve bunun hesabını bu toplumun demokratik temsilcilerine vermekten gocunmasa, fena mı olur?



Hükümet, Dağlıca ve Aktütün gerçeklerini sorup öğrense ve eğer ortada bir askerî ihmal, hata ya da zaaf varsa bunun gereğini yapsa, yaptığını da kamuoyuna açıklasa daha güvenli bir ülke olmaz mıyız?



Ama galiba, Şemdinli’de kitapçı bombalayan askerler yerine, onlar hakkında iddianame yazan savcının cezalandırılmasına göz yummuş bir başbakandan bu kadarını beklemek bile fazla... YASEMİN ÇONGAR TARAF 17/10/2008

0 yorum:

Yorum Gönder | Feed



Snap Shots

Get Free Shots from Snap.com
 
^

Powered by BloggerAK Medya Haber Yorum Analiz by UsuárioCompulsivo
original Washed Denim by Darren Delaye
Creative Commons License